İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aras Yayıncılık’tan Üç Yeni Kitap

Aras Yayıncılık’tan Üç Yeni Kitap




Sofranız Şen Olsun
ninelerimin mutfağından damağımda, aklımda kalanlar
Takuhi Tovmasyan, yemek-anı

Yetmiş Bin Süryani
William Saroyan, öykü

Bestekâr Karnik Garmiryan, Hayatı ve Eserleri
müzik-yaşamöyküsü



Ermeni edebiyatı, kültürü ve tarihi alanlarında yaptığı Türkçe ve Ermenice yayınlarla tanınan ve bu yolla farklı kültürlerden insanların birbirlerini daha iyi tanıyıp anlamalarına yardımcı olmayı, insanlığın ortak değerlerine birlikte katkıda bulunmayı amaçlayan Aras Yayıncılık geçtiğimiz günlerde, Sofranız Şen Olsun, Yetmiş Bin Süryani, ve Bestekâr Karnik Garmiryan, Hayatı ve Eserleri adlarını taşıyan, farklı türlerde üç yeni eseri okuyucuyla buluşturdu.

* * *

Takuhi Tovmasyan’ın kaleme aldığı, düğün-bayram sofralarının vazgeçilmezlerinden günlük yemeklere, tatlılardan tuzlulara, salatalara onlarca yemeğin akıcı, sohbet eder gibi bir uslupla yazıldığı Sofranız Şen Olsun geleneksel yemek kitabı kalıplarının ötesine geçerek, Trakya’dan İstanbul’a, 1920’lerden 1950’lere, bugün artık tarih olmuş günlere götürüyor bizleri usul usul. Takuhi Tovmasyan’ın satırları arasında gezinirken, Birinci Dünya Savaşı günlerinde Çorlu’dan Çatalca’ya, daha sonraki yıllarda ise İstanbul Yedikule’ye göçen Tovmasyan ailesinin hüzünlerine ve sevinçlerine ortak, dahası, sofralarına misafir oluyor, Çorlu’da bir çiftliğin temiz havasını, Yedikule veya Samatya sahillerinde denizin kokusunu çekiyorsunuz içinize. Tovmasyan’ın, nineleri Çorlulu Akabi ve Takuhi hanımlardan öğrendikleri, dedeleri meyhaneci Ğazaros’tan, demirci Armaş’tan, saymakla bitmez hısım-akrabadan, konu komşudan hikâyeler ve fotoğraflar eşliğinde, kimi zaman bir ziyafet sofrasına, kimi zaman da günlük koşturmaca arasında yemek yapmaya vakit bulunamayıp kaşla göz arasında aparılan basit ama hep lezzetli yemeklerle buluşturuyor okuyanı. Sofranız Şen Olsun’da her yemeğin bir hikâyesi, her yemeğin bir hatırası var; kimi zaman ağız dolusu bir kahkaha veya dışa vurulamayıp ince ince içe akıtılan bir hüzün, kimi zaman tatlı bir tebessüm veya bir damla gözyaşı çeşni oluyor bu yemeklere. Bugün her biri toprak olmuş Akabi ve Takuhi hanımlardan, meyhaneci Ğazaros ve demirci Armaş efendilerden aktarılan gelenek, Sofranız Şen Olsun’la günümüze bir köprü buluyor ve sonraki kuşaklarla buluşuyor. Ne kadar Ermeni, ne kadar Rum, ne kadar Türk, ne kadar Arnavut, ne kadar Çerkez, ne kadar Patriyot, ne kadar Çingene yemekleri bunlar? Cevabı yine kitabın satırlarına sinmiş insancıl ruhta buluyorsunuz: Bu toprakların, bizim, herkesin…

* * *

Yetmiş Bin Süryani’de dünyaca ünlü Amerikalı Ermeni yazar William Saroyan’ın bugüne kadar Türkiye’de çok iyi bilinmeyen ilk dönem öyküleri yer alıyor. Bu öykülerde Saroyan’ın, genç bir yazar olarak, kimlik sorunuyla, Ermeniliğiyle, Amerika’yla, çeşitli yazarlık halleriyle, insanoğlunun sürüklendiği savaş ve şiddet girdabıyla hesaplaşmasını, kendine özgü o saf, insancıl ahlak anlayışıyla önerdiği çözümleri buluyoruz. Kitapta, yazar şan şöhret kazanmadan önce Amerika’daki Ermeni yayın organlarında yayımlanan ve daha sonra arşivlerin karanlığına gömülen öykülerin yanı sıra, Saroyan’ın ABD’de yazar olarak ünlenmesini sağlayan, kimi zaman öyküden çok delidolu köşe yazısını andıran yapıtlar da yer alıyor. Bu öyküler, Saroyan’ı hep “Anadolulu” bir yazar olarak okumaya alışmış okur açısından önemli bir boşluğu dolduruyor ve ağzına koyacak lokma bulamayacak kadar fakir bir yazarın yaşamından çarpıcı bir kesit sunuyor. Saroyan, “politik” olarak tanımlanabilecek öykülerinde ise 1915 yılında yaşananların göçmenlerin gündelik yaşamına etkisini betimliyor. İnsanları insanlığın dışına çıkaran, insanlıklarından utandıran çeşitli olaylara bakarken, sorunu, bozukluğu, çıldırmışlığı ve benzeri tüm olumsuzlukları şu ya da bu halkın değil, tüm insanlığın mayasında gören bir yazar olan William Saroyan, her zaman olduğu gibi, Yetmiş Bin Süryani’de de bastırılmış vicdanların sesi ve nefesi oluyor.

* * *

On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine doğru, 1872’de İstanbul’da doğan Karnik Garmiryan’ın yaşamının en önemli uğraşı müzikti. Çocuk yaşta kilise korolarına devam eden Garmiryan, bu korolarda “Ermeni notası” da denilen Hampartzum nota sistemini öğrendi. İlk hocası, Beyoğlu’ndaki kiliselerde başmuganni olarak görev yapan Rupen Civanyan’dı. İlerleyen yıllarda kâtiplik, muhasebecilik gibi işlerde çalışmasına karşın Garmiryan’ın müziğe olan ilgisi hiç sönmedi. Besteler yaptı, güfteler yazdı. Bestekâr Karnik Garmiryan, Hayatı ve Eserleri’nde tamamına yer verilen, peşrev, saz semâisi, beste, ağır semâi, yürük semâi, şarkı, kanto, türkü, düet, zeybek, fokstrot formlarında 135 eser besteledi. Bu bestelerin birçoğu antolojilere girdi, bazıları çeşitli seriler içinde yayımlandı, kimi de plağa okundu. Eserlerini Hampartzum notasıyla kaydeden ancak batı notasını da kullanan Garmiryan’ın müzik tutkusu o kadar canlıydı ki boş zamanlarında başka bestekârların eserlerini, Ermeni kilise müziğine ait ilahileri, bu arada ünlü bestekâr Bimen Şen’in (Der Ğazaryan) bestelerini notaya almış, böylece önemli bir kişisel arşiv oluşturmuştu. Bugün artık tarih olmuş bir devrin ve çelebi ruhlu İstanbul beyefendilerinin son temsilcilerinden biri olan Garmiryan, yaklaşık iki yıl süren bir hastalık döneminden sonra, 13 Ekim 1947’de hayatını kaybetti ve Şişli Ermeni Mezarlığı’na gömüldü. Ardında, kâh hüzünlü kâh neşeli onlarca eser ve yüreğinin dost ezgisini bırakıyordu.

Bestekâr Karnik Garmiryan, Hayatı ve Eserleri’nde, Garmiryan’ın yukarıda zikredilen formlardaki 135 eserinin yanı sıra, bestekârın oğlu Ara Garmiryan’ın, babasının yaşamöyküsünü kaleme aldığı uzunca bir sunuş yazısı ile bestekârın yaşamından bazı kesitlerin Garmiryanların aile albümünden fotoğraflarla aktarıldığı bir bölüm de yer alıyor.

Yorumlar kapatıldı.