İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Evet, Türkiyeli! (I)

Hadi ULUENGİN

TABİİ ki, ‘Azınlıklar Raporu’nda yer alan ‘Türkiyelilik’ kavramı bir bardak suda fırtına koparttı diye, patırtı karşısında yelken mayna edecek değilim.

Evet, otuz küsur senedir benimsediğim bu kavramı hiç tavizsiz savunuyorum!

Her halükárda da, konuyu mutlaka enine boyuna tartışmamız gerekiyor.

* * *

FAKAT, bunun sağlıklı yürüyebilmesi için en iyi ‘yöntem’i saptamak gerekiyor.

Zira, Baskın Oran’ın mükemmel biçimde formülleştirdiği ‘Türkiyelilik’ ancak, sözcüğü reddedenlerin de asgari ‘empati’yle davrandığı bir ortamda tartışılabilir.

Yani, ‘pro’ fikirlere cidden kulak kabartılacak bir zeminin doğması için, ‘anti’lerin hiç olmazsa münazara sırasında tüm önyargıları portmantoya asması gerekiyor.

Açıkçası, ‘Türkiyelilik’ kavramına karşı çıkanların, bırakın bunu savunanlara ‘vatan haini’(!) ve ‘bölücü’(!) gibi o malûm belden aşağı vuruşlara kalkışmasını; ilkokulda ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ andıyla başlayıp, sonra ‘ne mutlu Türküm diyene’den ‘Tanrı Türkü korusun’ şiarlarına uzanan genel paradigmaya sadece bir an için biraz mesafeli durması maddi bir sorunluluk oluşturuyor.

Sorunun çetrefilliğinden dolayı daha önce de değinmiş olduğum bazı verileri tekrarlamak pahasına ve ülkemiz fikir hayatında artık yukarıdaki düzeyi yakaladığını umarak, şimdi, niçin ‘Türkiyelilik’ üst kimliğini savunduğuma geliyorum.

* * *

‘AZINLIKLAR Raporu’ndan sonra ‘Türkiyeli’ kavramına karşı geliştirilen argümanlardan birisini, bu tanımın yabancı lisanlara tercüme edilemezliği oluşturdu.

O halde, ‘semantik’ten ‘diksiyon’a ve oradan ‘etno-antropoloji’ye uzanarak ben de konuyu ilkin genel ‘dilbilim’ çerçevesinde ele alayım.

Yukarıdaki tez ilk bakışta doğru gözüküyor ama aslında sağlama oturmuyor.

Çünkü en önce, evrimleri asla ele avuca sığmayan ve kayıt-kuyut tanımayan istisnasız bütün diller, modern ulusları adlandırırken de kuralsız bir seyir izlemişlerdir.

Kavimler tarihi ilişkilere ve lisanlar gramatikal anahatlara göre isimlendirme yaparken, kimse lûgati ve haritayı açıp ‘aman yanlışa düşmeyelim’ dememiştir.

Yanlışlığı göz çıkartsa da, bazen etnisite, bazen de coğrafya ağır basar.

Hattá, herhangi bir dilin mensupları bizzat kendilerini başka; diğer bir dildekiler ise onları bambaşka tanımla sıfatlandırırlar. Pek çok defa da bunlar çelişir.

Nitekim burada, bilhassa ‘ulus devlet’ini ‘model’ bellediğimiz içindir ki, ‘Fransa’ ve onun ahalisini oluşturan ‘Fransız’ sözcüklerini görmezden gelemeyiz.

* * *

ÇÜNKÜ, tarihte ‘esas unsur’ olmuş olan ‘Frank’ etnisitesini öne çıkartarak biz Türkçe’de ‘Fransız’ diyoruz ama, o ‘Fransız’ kendisini öyle tanımlamıyor ki!

Kimliğini, Frank bölgesi ‘Francie’nin Fransa anlamında ‘France’ kelimesine dönüşmesinden sonra, bu mastardan türeyen ve dilimizdeki karşılığı ‘Fransalı’ olan ‘Français’ kelimesiyle ifade ediyor. İşte bu da ‘Türkiyeli’ye eş düşüyor!

Ve, böyle bir ‘üst kimlik’ Oksitanından Brötonuna, ‘ulus devlet’i toparlıyor!

O halde, biz Türkçe’de ‘Fransalı’ yerine ‘Fransız’ demekle o Oksitanlara, o Brötonlara, o Katalanlara, o Flamanlara ‘ırkçılık’ mı yapmış oluyoruz.

Tabii ki hayır! Lisanımızın tarihi evrimi budur ve de tartışmak abestir.

Ama, teorik dilbilimde ‘doğru’ olan ‘Fransalı’ tanımını bizim kullanmamamız ne kadar ‘yanlış’ değilse ve de olamazsa; ‘Türkiyeli’ kavramındaki ‘yanlış’ı (!) da bunun ‘tercüme edilmezliği’ teziyle açıklamaya çalışmak aynı oranda abes kaçar.

Konuyu işlemeyi yarın da sürdüreceğim.

Yorumlar kapatıldı.