İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rapordaki ‘azınlık’…

Etyen Mahçupyan

Ulusal bir siyasetin ancak toplumsal tartışma süzgecinden geçen bir ortak irade ile oluşabileceğini anlayamadan, AB yolunda ilerlemek mümkün olabilir mi? O AB ki, zaten tüm varlığı ve oluşum süreciyle bu siyaset anlayışının somut ifadesi olarak mevcut. Ne var ki Türkiye kendisine verilmiş olan ‘kutsal’ formata bağlı kalmayı meşru kılan bir kısırdöngünün içinden çıkamıyor.

Buna göre Cumhuriyet’in ilk yıllarında ortaya çıkmış olan siyasi tercihler, bu ülkenin geleceğini ilelebet tanımlamış durumda. Dolayısıyla da söz konusu varoluş ilkelerinin birer siyasi tercih olduğu bile itiraf edilemiyor; ve temelde ‘değişen taleplerin geçici toplumsal konsensüsü’nü taşımak zorunda olan cumhuriyet, sanki ilahi bir öznenin sırtımıza yüklediği yük haline geliyor.

Bu anlayışın en belirgin özelliklerinden biri ‘azınlık’ kavramı… Resmi söyleme göre azınlık kelimesi Lozan’a uygun olarak sadece Rum, Yahudi ve Ermeni cemaat üyelerini kapsamakta. Kürtler ve Aleviler bu tanımın dışındalar; çünkü Lozan onlardan söz etmiyor… Bir ülke kendi kurucu antlaşmasını kasten yanlış yorumlayabilir mi? Ama bizde bu da oluyor; çünkü Lozan cemaat adı vermeden tüm gayrımüslimlerin azınlık olduğu tanımlamasına dayanmanın dışında, doğrudan bütün Türk vatandaşları için de birtakım haklara işaret eder. Ve eğer Lozan’daki ‘bütün Türk vatandaşları’ için belirtilen hakları ciddiye alırsanız; ne Kürtçeye yasak koyabilir ne de Alevilerin ibadetleri üzerinde dolaylı baskılar uygulayabilirsiniz. Kısacası, Türkiye Cumhuriyet’in başından bu yana sistematik olarak Lozan’ı görmezden gelmekte…

Oysa günümüzde ‘azınlık’ kavramı daha da farklı bir çerçeve içinde, demokrat bakışın uzantısı olarak anlaşılmakta. Buna göre bir toplumdaki hakim etnik/dinî/kültürel kesimin dışında duran, gücü hakim kesim karşısında yetersiz kalan ve de kendine has bir kültürel kimlik üretebilen her topluluk ‘azınlık’tır. Buna ‘nesnel azınlık’ kriteri demek mümkün, çünkü söz konusu topluluğa dışardan bir tanım getirmekte. Tabii bir de o topluluğun nasıl hissettiği, kendisini nasıl konumlandırdığı ve nerede görmek istediği var: Buna da ‘öznel azınlık’ algılaması diyebiliriz. Siyasi açıdan bir azınlığın ortaya çıkması hem nesnel hem de öznel azınlık olgusunun birlikte bulunmasıyla mümkün. Dolayısıyla isterlerse Kürtler ve Aleviler kendilerini azınlık saymayabilirler; kimse onları ‘azınlık’ olmaya zorlayamaz. Ancak AB’nin gözüyle onlar nesnel olarak apaçık birer azınlık… Kendilerine has, egemen kültürden bağımsız bir kültürel kimlikleri var ve egemen kültürün altında ikincil konumdalar.

Anlaşıldığına göre Türkiye, AB Raporu’ndaki ‘azınlık’ ifadesinden rahatsız olarak bazı cümleleri değiştirtmiş. Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olmasından niçin rahatsız olmuşuz acaba? Herhalde ‘kadim’ konumumuzdan geri adım atmamak ve Batı’nın müdahale imkanını kısıtlamak için olacak. Ama ortada garip bir durum var; çünkü uluslararası hukuksal tanım gereği azınlıklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahip değiller, ama azınlık sayılmayan topluluklar sahip. Yani eğer Kürtler azınlık değilse, bu onların ya ‘eşit’ bir kimlik olarak kabulünü ya da ayrılıkçılık dahil siyaset üretmelerini kabul etmek anlamına gelir.

Çok merak ediyorum Türkiye ne yaptığını ve neyi niçin savunduğunu biliyor mu? Kürtlerin ‘eşit’ olmalarını savunan biri olarak doğrusu benim Türkiye’nin pozisyonuna itirazım yok. Ama eğer bunun ne anlama geldiği bilinmiyorsa önümüzde büyük sorunlar var demektir. Çünkü Kürtlerle Alevilere hem azınlık statüsü vermeyip, hem de onları egemen kimliğin altında tutmak artık mümkün olmayacak.

Yorumlar kapatıldı.