İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

PATRIK, CEMAAT VE VAKIFLAR

Türkiye Ermenileri, çeşitli
sorunları yanında, bazı yayın organlarının
bilerek ya da bilmeyerek yarattıkları bir kavram kargaşası
yaşamaktadır. Bu yazının amacı bazı temel
kavramlara açıklık getirmektir.

1.-
TÜRKİYE ERMENİLERİ PATRİĞİ

A) Türkiye Ermenileri Patriği, Türkiye Ermeni toplumu
tarafından demokratik yollarla seçilir.
Yüzyılı aşkın süreden beri yapılan uygulamaya
uygun olarak, çift dereceli seçimle
seçilen Patrik, devletin –dolaylı- onayından sonra yemin ederek
göreve başlar.

Konuyla ilgili olarak, öncelikle Hahambaşılıkla ilgili ancak kıyas yoluyla patrikliğe de
uygulanabileceği açık olan iki yargı kararından söz edelim.

İlk
karar, İzmir Asliye 2. Hukuk Hakimliğinin kararını
onaylayan Temyiz Mahkemesinin 23.09.1957 tarihli kararı:

[1]

Hahamhane
nizamname-i mahsusa (özel kanunla) ile teşekkül edip 23 Şevval 1281
(19 Mart 1865) tarihli irade-i seniye (padişah emri) ile de tasdik ve
kabul edilmek suretiyle cemaat sıfatı tanınmış
olduğuna ve hükmün
dayandığı sair gerekçelere nazaran yerinde görülmeyen
itirazlarının reddine usul ve kanuna uygun olan hükmün
onanmasına karar verildi.

İkinci
karar, Edirne Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin kararını onaylayan
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 21.06.1999 tarihli kararı:

[2]

Musevi Cemaati, Türkiye genelinde bilinen
topluluklardan olup, Türkiye Hahambaşlılığı tarafından temsil edilmektedir. Tüm
Musevi Cemaatleri Türkiye Hahambaşılığına tabidir. Bu
durumlar karşısında
Hahambaşılığının müdahale talebinin ve tescil
taleplerinin kabulü cihetine gidilmesi uygun görülmüştür.

Av. Yuda Reyna ve Av.Ester Moreno Zonnana,
Yargıtay’ın bu kararına göre “
Hahambaşılığı bir kişiye has bir mevki olarak
görmek yerine, bir MAKAM olarak kabul etmek ve Musevi Cemaatinin temsil
yetkisini bu makama (Hahambaşılığa) vermek en adil çözüm
olacaktır. Aynı görüş, Patriklik için de geçerlidir” demektedir.

Bu iki karardan yola çıkarak, yargının
patriklikleri ve Hahambaşılığı cemaatlerin temsil ettiğini ve bu
cemaatlerin Osmanlı döneminde hazırlanan nizamnameler ile cemaat
sıfatını kazandığını kabul etmekte
olduğunu söyleyebiliriz.

İdare ise, prensip olarak (Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Tapu idaresi vb.) Patrikliğin ve
Hahambaşılığın cemaati temsil ettiğini kabul
etmemektedir. Ancak idare, hukuken (de juro) olmasa bile fiilen (de facto) olarak Patrikliği
cemaatin temsilcisi olarak gördüğünü pek çok uygulama ile
göstermiştir. Patriğin yurt dışı seyahatlerinde, hem
yabancılar ve hem de idare tarafından cemaat temsilcisi olarak
görüldüğü de bir gerçektir. Patrik azınlık
vakıflarıyla ilgili sorunlarda da idarenin tek muhatabı
durumundadır. Kısacası Patrik Osmanlı döneminde olduğu
gibi, cemaatin temsilcisi olarak pek çok konuda devletle cemaat arasında
aracılık yapmaktadır.

B) Osmanlı döneminde millet (cemaat) sistemine göre
örgütlenen Ermeni cemaati, Lozan Antlaşmasıyla azınlık
statüsünü kazanmıştır. Lozan Antlaşması Türkiye’de
yaşayan toplumlardan sadece din azınlıklarını kabul
etmiş ve milliyet, dil vb ölçülere dayanan azınlıkları
kabul etmemiştir. Kısacası Lozan Antlaşmasının
azınlıklarla ilgili maddeleri sadece Müslüman olmayan ve özellikle
Hıristiyan Ermenileri kapsar. Örneğin Müslüman olan bir Ermeni
Lozan’ın tanıdığı haklardan yararlanamaz. Aynı
mantıkla ateistlerin de bu haklardan yararlanamayacağı söylenebilir.
Ateist olmakla övünenler gidip nüfus cüzdanlarına bu seçimlerini
yazdırırlarsa, en azından çocuklarının Ermeni
okullarına alınamayacağını bilmelidirler. Lozan
mükemmel bir antlaşmamıdır ? Elbette böyle bir iddia ileri
sürülemez. Ancak mevcut bu. Burada
açıkça görülebileceği gibi, Türkiye sadece Lozan’da bir laiklik
istisnası yapmış ve en azından üç toplumu (Ermeni, Rum ve
Yahudi) dini toplum yani cemaat olarak kabul etmiştir. Azınlık
haklarının tamamı Hıristiyan Ermeniler tarafından
kullanılabilmektedir.

Sonuç olarak Türkiye Ermenilerine tanınan haklar,
Ermeni camaatine tanınmış haklardır. Bu cemaatin
başkanı da Ermeni toplumu tarafından demokratik yollarla seçilen
Türkiye Ermenilerinin Patriğidir. Ermeni toplumu tarafından seçilen
diğer tüm yöneticilerin tek görevi seçildikleri vakfı yönetmekle
sınırlıdır.

C) Cumhuriyet döneminde yapılan son iki patrik
seçimi, Bakanlar Kurulunun 18.09.1961
gün ve 5/1654 sayılı kararnamesi
ile yürürlüğe konan Patrik Seçim Talimatnamesine göre
yapılmıştır. Bu talimatnamenin 30. Maddesi aynen
şöyledir: [3]

Madde
30.- Yeni patriğe patriklik
asasının tevdi ve yemin merasimi patrikhanece tespit edilecek bir gün
ve saatte Kumkapı’daki Meryem Ana Kilisesi’nde icra olunur. Yeni Patrik,
tespit edilecek gün ve saatte yapılacak ayin esnasında, kilise
mihrabının önünde şu şekilde yemin eder. “ Vazifemi Türkiye
Cumhuriyeti kanunlarına, nizamlarına ve örf ve adetlerimize uygun
olarak ifa edeceğime, cemaatimize ait dini, hayri ve içtimai müesseselerin
hak ve menfaatlerini koruyacağıma, dindaşlarıma hak,
hakikat ve fazilet yolunda rehber olacağıma ve bu yolda sadakatle
hizmet edeceğime huzuru ilahide söz veririm” Bundan sonra Patrik vekili
tarafından yeni Patriğe patriklik asası tevdi ve kendisi tebrik
olunur.

Demek ki devlet, -nasıl olacağı maalesef
netleşmemişse de-
patriğe açıkça cemaatin
dini, sosyal ve hayır kurumlarının hak ve yararlarını,
yasalara ve Ermeni gelenek ve göreneklerine göre korumakla
görevlendirmiştir.Buradan çıkarılması gereken sonuç,
Patriğin bu kurumları bizzat yönetmesi değil, kurumlar
arasında koordinasyon sağlaması ve bu kurumların yasalara
ve geleneklere göre uygun çalışıp
çalışmadığını denetleyen merkezi bir mekanizma
oluşturmasıdır. Patrikliğin bu kurumlar üzerindeki
denetimi, sadece Ermeni toplumu için değil, bu kurumları denetlemekle
görevli kuruluşlara da kolaylık sağlayacaktır.

Eskiden beri olageldiği gibi patrikliğin en
önemli görevlerinden biri de, toplum ve toplumun kurumlarıyla devlet
arasında aracı olmaktır. Diğer yandan Patriklik bu kurumların
yasalara uygun yurt dışı ilişkilerinde de
aracılık ve koordinatörlük görevini yapacaktır.

D) Patriğin liderliği, koordinatörlüğü ve
denetimi laiklik ilkesi ile çelişmez.

Evrim Grubu laikliği şöyle tanımlıyor:

[4]

Bireysel ve toplumsal hayatın yönlendiricileri olarak
din ve dünya otoritelerinin etki ve egemenlik alanlarının
birbirlerine irca edilemez bir biçimde saha ve sınırlarının
ayrılması; din ve devletin hak, yetki görev ve yürütme gücünün yerine
getirilişinde birbirlerine karşı tamamen bağımsız
davranmasını sağlayan siyasî, hukukî ve idarî kural
.”

Atatürkçü bir gruba göre ise,:

[5]

Yeniden özetleyecek olursak, laiklik; devlet düzeninin ve
hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime
dayandırılmasıdır.

Başka
bir web sitesinde :[6]

Laiklik,
devlet yönetiminde bütün
yasaların, kuralların ve yöntemlerin, bilimsel ve teknik bulgularla
çağdaş uygarlığın sağladığı
verilere ve dünya gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması
ilkesidir
.”

Laiklik temelde -basite indirgersek- topumun dini yasalara
göre yönetilmemesidir. Bilindiği gibi kiliseler dışında
hiçbir kurum Hıristiyan yasalarına göre yönetilmediği gibi böyle
bir talep de yoktur.

Dünyada örnekleri görüldüğü gibi, toplum bir din
adamı tarafından yönetilse bile, eğer yasalar dini temellere
dayanmıyorsa orada teokratik bir yönetimden bahsedilemez. Örneğin
Kıbrıs uzun süre bir episkopos tarafından yönetildiği halde
hiç kimse Kıbrıs’ı teokratik bir devlet olarak görmemiştir.
Bu nedenlerle Patriğin devletin ve cemaatin kendine verdiği koordinatörlük
ve denetim görevini yerine getirmek için yaptığı
girişimleri laikliğe aykırı saymak olsa olsa bir demagoji
ve patrikliği karalamak amaçlı bir kötü niyet belirtisidir.

2- CEMAAT
VAKIFLARI

A)Bazı çevreler Türkiye Ermenileri için bir sivil yönetimden söz etmektedir.
Bu istek çok açık olmamakla birlikte, gerçekle ciddi boyutlarda
çelişmektedir. Doğu Ortodoksu Ermenilerinin sahip olduğu cemaat
vakıflarının tümü seçilmiş sivil yöneticiler
tarafından yönetilir.

Bu toplumun, Patriklik dışında, 38 civarında
kilise ve okul vakfı ve bir hastanesi vardır.

Bu
kurumların tümü
–istisnasız- halk
tarafından seçilen siviller tarafından yönetilir.

Patrikhane
dışında siviller tarafından yönetilmeyen bir tek kurum
yoktur.

Bilindiği gibi, 1863 Nizamnamesine göre toplum
yönetiminde en önemli rolü oynayan Cismani Meclis, 1930’lu yıllarda
kaldırılmıştır. Yine önce beş, 1950’li yıllarda 11 vakfı
yöneten Merkezi yönetim de 1961
yılında emirle sona erdirlmiştir. Yine bu yıllarda
vilayetin isteği ile kurulan Danışma Kurulu da daha sonra yine
vilayet emri ile kaldırılmıştır. Bu nedenlerle
Patriklik sadece özel danışmanlara sahip olabilmekte, patriklikte bir
sivil kurul oluşturulamamaktadır. Patriklik bu eksiği çeşitli
özel danışmanlar ve vakıf yönetimleriyle işbirliği
yaparak aşmaya çalışmaktadır.

Okul yönetimiyle, kilise yönetimlerinin ayrılmasının doğru
olacağı ileri sürülmektedir. Burada birkaç yanlış birden
var. Kiliseyi ve okulu yönetirken güvenmediğin yöneticiler, seçilerek okul
yönetimine gelirlerse ne olacak. Bu doğrudan doğruya seçilmiş
yönetimleri suçlamadır. İkinci olarak, zaten kilise vakfına
bağlı olmayan okullarımız aynı şekilde
yönetilmiyor mu ? Bu okul yönetimlerinin, kilise vakfına bağlı
okulların yönetiminden üstün olduğu söylenebilir mi ? Kilise
yönetiminde yer alan bir kişinin bir süre sonra okul yönetiminde görev
aldığı çok görülen bir gerçektir. Diğer taraftan
vakıflar kanunu açıktır, bir vakfın tek yönetimi
vardır, istense de bu kuralın değiştirilebileceği çok
şüphelidir. Son olarak, söylenenin aksine okulu eğitim ve
öğretim yönünden yönetim kurulları değil, müdürler ve müdür
yardımcıları yönetir.

Eğer bu kişiler, sivil yönetim derken Patriklik
dışında özerk bir yönetimden bahsediyorlarsa bu olsa olsa
onların ve devletin sorunudur. Devlet kabul ediyorsa, onların da
kendi cemaatlerini kurup yönetmelerine bir diyeceğimiz olmaz.

B) Batılıların NGO (Non-governmental organization),
hükümet
dışı örgütler dedikleri kuruluşlara, nedense Türkiye’de
Sivil Toplum Kuruluşları deniyor. Vakıflar, dernekler, meslek
odaları, kooperatifler ve çeşitli sivil platformlar vb bu tanıma
giriyor. Sivil toplum kuruluşları, temsili demokrasiden
çağdaş katılımcı demokrasiye geçişte batı
demokrasilerinde en önemli rolü oynuyor.

Ancak her derneğin, her vakfın sivil
toplum kuruluşu olduğunu söylemek epeyce zor. Prof. Mete
Tunçay’ın dediği gibi “ bir kuruluşun ‘STK’ sayılması
için, bence sivil toplum vurgusu içinde bir ‘political concern’, kamusal
konularda kaygı duyması lazım. Yoksa Kanarya Sevenler
Derneği de bir devlet dışı kuruluştur. Ama onun
toplumun gidişi için bir kaygısı yoktur. Dolayısıyla,
bu barış hareketinden farklı bir şeydir… Mesela
Amerika’daki bir kategori, CBO Community Based Organizations. Ama bunların
amaçları, sadece kendi çevreleri ile, mahalleriyle sınırlı


[7]

Amerika’da bu konuda iki ayrı yapı var: İlki Community
Based Organizations, ikincisi ise, Faith-Based and Community Organizations. CBO
daha çok yerel kuruluşlar, örneğin Yeşilköy Güzelleştirme
Derneği bir CBO. FBCO ise, inanç kökenli kuruluşları
kapsıyor, örneğin Alevi Derneği böyle bir kuruluş. Kısacası her vakıf, her dernek
NGO değil, olsa olsa CBO yani cemaat
ya da halk kaynaklı kuruluşlar
olur. Türkiye’de kurulu binlerce cami yaptırma derneğini, binlerce
güzelleştirme derneğini STK kabul etmek, sadece STK
kavramını sulandırmak olur. Ancak örneğin Türkiye Alevi
Dernekleri Federasyonu gibi, politik girişimleri de amaçları
arasına alan FBCO’ların aynı zamanda NGO olduklarını
kabul etmek gerekir. Elbette CBOların STK kabul edilmesi ciddi bir zorlama
olur.

Bu kuruluşlarla ilgili bir diğer
ölçü de, örgütün etki bölgesidir. Semt boyutunda etkin olan, örneğin bir
okulun yaşatma derneği, CBO’dur ama NGO değildir. Ancak
İstanbul Körler Derneği, CBO olmakla birlikte geniş etki
sahası itibariyle aynı zamanda bir NGO’dur.

Cemaat vakıflarını da CBO ya
da FBCO olarak değerlendirmek
doğru olur. Cemaat vakıflarının, daha doğrusu cemaat
vakıflarını yönetenlerin en önemli ve temel amacı,
vakfı en iyi şekilde yönetmek ve yaşatmaktır. Bu
vakıfların politika ile ilgisi yoktur. Bu nedenle de gerçek anlamıyla STK değildirler.
Cemaat kurumlarında sadece Patriklik ve belki hastane bir STK
sayılabilir.

3.- 1863 NİZAMNAMESİ

1863 Nizamnamesi konusunda çeşitli
görüşler ileri sürülmektedir. Bir görüşe göre Osmanlı
İmparatorluğu sona erdiğine göre yasa da ortadan
kalkmıştır. Diğer bir görüşe göre Lozan
Antlaşması’na göre bu
yasanın Anayasaya ve diğer yasalara aykırı olmayan
hükümleri hala yürürlüktedir. “Padişahlık döneminde kabul edilen
NİZAMNAMELER ne olmuştur ? Halen yürürlükte midir ? Bir görüşe
göre, bu nizamnameler artık mer’i değildir. Yenileri de
yapılmamış olduğundan, ortada bir boşluğun
varlığından söz edilebilir.


[8]

Buradan da anlaşılacağı
gibi , nizamnamelerin yürürlükte olduğunu ileri süren diğer bir
görüş de vardır.

Lozan Antlaşması’nın 42. Maddesinin son
fıkrasında şöyledir,

Madde 42.- …. Türk
Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara ,
mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı
sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali
hazırda Türkiye’de bulunan vakıflarına dini ve hayır
kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir.
Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu
nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli
kolaylıklardan, hiç birini esirgemeyecektir.

Patriklik bir dini
kurumdur. Bu duruma göre devlet, patrikliğe hem koruma sağlamayı
ve hem de her türlü
kolaylığı göstermeyi ve izin vermeyi kabul etmektedir. Patriklik
kurumunun yasal dayanağı 1863
Millet-i Ermeniyan Nizamnamesi’dir. Bu duruma göre kurum kabul
edilmişse, dayanakları da kendiliğinden kabul edilmiş
sayılacağı düşünülebilir. Bu bakış
açısına göre, 1863 Nizamnamesi’nin Anayasa ve diğer yasalara
aykırı olmayan tüm hükümleri
yürürlüktedir. Nitekim Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1930’lu
yıllara kadar Cismani Meclis varlığını korumuş,
daha sonra esen sert milliyetçilik rüzgarları bu meclisin
kaldırılmasına neden olmuştur.

Önce 5 sonra 11 vakfı yöneten Merkezi
Yönetim (Getronagan Varçutyun) ise, yine sert rüzgarların estiği 1960
ihtilalinden sonra 1961 yılında
kaldırılmıştır. 1935 yılında Vakıflar
Kanunu çıkana kadar, vakıflarımızın 1863 Nizamnamesine
göre yönetilmesi bu konuda önemli bir dayanak olabilir. Ruhani Meclis ise, bu
güne kadar hiçbir değişikliğe uğramadan
varlığını sürdürmektedir.

Bu görüş kabul edilirse konunun uzmanı
hukukçulardan kurulacak bir heyetin hem
nizamnameyi ve hem de Anayasa ve ilgili diğer yasaları
inceleyerek uygulanabilecek bölümlerin
ayrılmasını sağlamak doğru bir yaklaşım
olur.

1863 NİZAMNAMESİNİN YÜRÜRLÜĞÜ KONUSU
TEKRAR TARTIŞILMALI, DAHA ÖNEMLİSİ PATRİKLİK VE CEMAAT
VAKIFLARIYLA İLGİLİ YASAL BOŞLUKLAR, GELENEK VE
GÖRENEKLERİMİZ, 1863 NİZAMNAMESİ DİKKATE ALINARAK
ÇAĞDAŞ İNSAN HAKLARI ÖLÇÜLERİNE GÖRE DOLDURULMALIDIR.

İstanbul,
EKİM 2004



[1] Av. Yuda Reyna- Av. Ester Moreno Zonana, Son Yasal
Düzenlemelere Göre Cemaat Vakıfları, sayfa 607. İzmir Asliye 2.
Hukuk Hakimliğinin 14.4.1950 tarih
ve 1949/825-1950/519 numaralı kararını 23.09.1957 tarihle onaylayan TC. Temyiz Mahkemesi Yedinci Hukuk Dairesinin
Esas 1957/5777, Karar : 1957/9569  

[2] Age. Sayfa:
T.C. Edirne Asliye 1.Hukuk Mahkemesi, 22.12.1998, Esas No.1998/469, Karar No:
1998/715. Bu karar Yargıtay
1.Hukuk Dairesinin 21.6.1999 tarih, E.99/6508, K.99/6647 sayılı
kararıyla onanmıştır.

[3] Age. Sayfa 256.

[8] Av. Yuda Reyna-
Av. Ester Moreno Zonana, Son
Yasal Düzenlemelere
Göre Cemaat Vakıfları, Sayfa 229

Yorumlar kapatıldı.