İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

PARİS’TE “NE OLUR BU AB’NİN – TÜRKİYE İLE – HALİ ?”

Biri “Paris Kürt Enstitüsü” öbürü de “Türkiye Büyükelçiliği”nce, başkentin prestijli salonlarında düzenlenen, iki kollokyumda, Türkiye ve Avrupa’nın “kalibreli” siyasi ve sivil toplum temsilcileri “Türkiyeli AB’yi tartıştılar !

Raffi A. Hermonn

P a r i s

1 Ekim Cuma, gün boyunca, Dışişleri Bakanlığı’nın, eski Başbakan “Jacques Chaban Delmas”ın adına olan, binanın “Victor Hugo”salonunda, Kürt Enstitüsü’nün girişimiyle düzenlenen toplantının konusu “Türkiye’nin AB adaylığı (vesilesiyle) beklentiler”di.

17 Aralık’ta AB, Türkiye’nin üye olması için, ona müzâkere tarihi verilmesi üzerine kararını belirleyecek; Türkiye’nin ‘Kopenhag ölçütleri’ni, asgâri oranda yerine getirmiş olduğuna dair görüşbirliğine varılmış olsa bile, üyelik için insan hakları-siyasî şartların, mümkün olduğu kadar, azâmi oranda uyguluyor olmasını bekleyecek ve tâkip edecektir.

‘Asgâri’ düzeyde ‘yerine getirildiği’ iddia edilen reformların uygulamadaki son hâli’, ’ Çok şeyin değiştiği, söylenirken, reel bazda durum’, ‘İnsan hakları, özgürlük- Kürtler konusunda değişip -değişmeyenler ?’, ‘Degisim süreci’, ‘AB üyeliği hâlinde, toplum, ekin ve ekonomik sonuçları ve Türkiye’nin adaylığının, bölgesel ve jeostratejik beklentileri’

Bu kollokyumda, Türkiye ve Avrupa’dan davet edilen, konuya vakıf konuşmacılarla, bu konular, tartışmaya açıldı.

“Demokrasi-İnsan Hakları” konusunu, İstanbul’dan yayıncı, Ümit Fırat, Sorbonne Üniversitesi eski Rektör Yardımcısı, hâlen Sorbonne ve Galatasaray Üniversiteleri’nde öğretim üyesi Ahmet İnsel, İstanbul Baro avukatlarından, Hasip Kaplan ve Diyarbakır Baro Başkanı, Sezgin Tanrikulu masaya yatırdılar.

“Tehcir-sürgün edilen halkların kaderi” de, Amsterdam Üniversitesi araştırmacısı, Joost Jongerden ve Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi, Nazan Üstündağca:“Kürtlerin mâruz kaldığı zorâki yer değiştirmelerin bilanço- sonuçları”ve “Yerlerinden edilen Kürt nüfusun psikolojik ve kimlik sorunları” tebliğleriyle tartışıldı.

“Laiklik ve Özgürlükler” teması etrafında, Protestan Etik Konseyi Başkanı, Olivier Abel ve Paris “Sosyal Bilimler Yüksek Etüdler Okulu” öğretim üyesi Hamit Bozarslan fikir teatisinde bulundular.

“Kürt Sorunu’na çözüm ?” ise “Uluslararası Etnik-Ulusal Azınlıklar Merkezi” Başkanı Aureli Argemi, Milliyet’ten Hasan Cemal, eski Bakan Şerafettin Elçi, AKP Başkanvekili Dengir Firat, HEP ve Urfa eski Belediye Başkanı Feridun Yazarca, sunuldu.

Bizce, zihinlerde yer eden “replikler” ve “tiratlar”ı şöyle sıralamak mümkün :

“Balkanların Makedon ve Arnavudundan taa Kafkasya’nın Çerkez ve Gürcüsüne” dek, anne ve baba tarafından, kökenlerini, ayrı ayrı belirttikten sonra “şimdi kendime Türk mü yoksa başka şey mi diyeceğim, bir kaç ateş arasında kalan ben, işte bugünün Türkiye insanıyım !” diyen Hasan Cemal idi.

Cemal “Gerçi, tüm kökenlerimi ifade etmem, kimseyi rahatsız etmez ve kimseden de rahatsız edilmezken, ‘Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ denildiğinde, düne dek, fazlaca rahatsız olunuyor ve de Kürtler rahatsız ediliyordu; bunun farkına inanın, Kürt dostlarımın dikkatimi çekmeden önce, ben de varamamıştım !” dedi.

Hasip Kaplan : “Kıbrıs’ta Türk askerinin çekilmesini veya 1915’in Ermeni Soykırımı olduğunu söyleme veya yazmanın, ‘yepyeni bir suç’ kapsamına girdiğini, bunun yeni TCK’nun 305. maddedeki ‘Temel, milli yararlara zarar vermek’ gibi garip, lastikli bir maddeyle yasaklandığını, bunun şimdiden Türkiye’nin başını ağrıtacağını” söyledi.

Ümit Fırat’ın “Türkiye’de, hele Cumhuriyet döneminde, ırkçılığın resmen bir devlet politikası olduğunu, artık söylemek gerekir; daha 1930’larda iktidar (CHP) ideologlarının ‘Ülkemizde Türk soyundan olmayanların, salt Türklere hizmetkâr ve köle olma hakları vardır !’ gibi söylemlerde bulunduklarını” ve “bu sözlerin bugüne dek özeleştiriye tâbi tutulmadıklarını, bunların ne denli ırkçı söylemler olduklarını, hiç kimse resmen özür mahiyetinde söylememiştir” sözleri, öz devletlerinin eteklerindeki ‘ayıplı taşları’ çoktan dökmüş Avrupalıların, alkışlarken ‘sıra neden Türkiyede olmasın !’ dedirtiyordu !

Ahmet İnsel’in “Türkiye, önce ‘nereden geldi ?’ ikinci olarak ‘bugün nerededir ?’ ve nihayet üçüncü olarak ‘nereye doğru gitmekte ?’ başlıklarıyla yaptığı analiz ve değişen dünya konjonktürü nedeniyle, artık varlığını sürdürebilmek için, değişmek zorunda olduğu bilincine varan, bir ordunun olduğunu” belirtmesi, dikkat çekiciydi.

Şerafettin Elçi’nin “Türkiye’de Kürtler 250 bin km2’lik bir alanda yaşamaktadırlar.

Federatif devlet dendiğinde, Türkiye’de devlet kadroları yanlış telâkki ediyor ve ürettikleri öz fikirleri olmayan kitlelere de bu yanlışı aktarıyorlar.

Oysa, bildiğiniz gibi, federadif devletlerde devlet TEK’DİR !.

Federasyon sadece devletin iç yönetiminde bazı iş bölümleri yapar, o kadar !

Kürtler, uluslararasi hukukun ‘uluslarin öz kaderlerini özgürce tayin hakkı’ndan her söz ettiklerinde, Türkiye’de bu AYRILMA veya başka bir DEVLET KURMA olarak yorumlanıyor. Halbuki, anlaşılmayan veya mahsus yanlış anlaşılan da asıl budur.

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını elde etmesi, ille ayrılıp başka devlet kurmak değildir ki ! Hele Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Mustafa Kemal’in söz vermiş olduğu oldugu, Amasya protokolünden taa Sivas Kongresine dek, çok belgelerle taahüd ettiği, Kürtlerin vatandaşlık hakkının, salt hatırlanılması (zirâ 80 yıldır unutulmuştur !) hâlinde, sorun kökünden çözülecek, kesinlikle ayrılmak-başka bir devlet kurmak, konu olmayacaktır; Kürtlerin de Türk kardeşlerimiz üzerinde, böyle izlenimler verecek, sivri, duygusal söylemlerden ırak olmaları gerekiyor” sözleri de, kayda değerdiler.

KÜRT ENSTİTÜSÜ’NÜNE ALTERNATİF KOLLOKYUM SENATO’DA

2 Ekim C.tesi, gün boyunca Senato’nun, adı “Luxembourg Sarayı” olan, binasının “Clémenceau” salonunda, Türk Büyükelçiliği’nin girişimiyle, Fransız Asamblesi’ndeki “Fransa–Türkiye parlamenterler arası Dostluk Grubu”, “Fransa–Türkiye Komitesi” ve “İhtiras Avrupa” derneğinin işbirliğiyle, “Avrupa–Akdeniz–Kültür” başlığı, “Türkiye-Avrupa :Envanter, Birlikteki Gelecek” alt başlığıyla, Kürt Enstitüsü’ne alternatif, bir başka kollokyum oldu.

Düzenleyicilerin birer konuşmayla açtıkları kollokyumda, Senatör Xavier de Villepin “Avrupa uygarlıklarının beşiği, Akdeniz alanı”, Sosyolog Edgar Morin “Uygarlık ve zorluk : Türkiye ve Avrupa’nın, nasıl bir ortak geleceği olabilir ?”i konuştuktan sonra, Avrupa Komisyonu eski üyesi, hâlen AP milletvekili Emma Bonino da “Avrupalı büyük bir tanık” diye tanıtılarak, tecrübelerini aktardı.

Teolog Ali Kazancıgil, Uluslararası Sosyal Bilimler Konseyi’nden Bétoule Lambiotte,
ve eski Başbakan, hâlen AP milletvekili, Michel Rocard da “Türkiye’nin AB’ye girişi : Yeni bir kültürel boyutun kazanımı mı ?” teması etrafında konuştular.

Gazeteci, Mehmet Ali Birand, Sosyolog Nilüfer Göle, Gazeteci Bernard Guetta ve sivil toplumcu Nicolas Monceau da “AB içinde, öz tanıtım, ilerisi için, kendini kabul ettirme hazırlıkları, nasıl yapılmalı ?” konusunda konuştular.

“Avrupa arzusu” başlıklı bir konuşmayı ise, tam kendisinden beklenilen edebî ve mizahî bir üslupla, yazar – öğretim üyesi Nedim Gürsel yaptı.

Prof. Dr. Asaf Savaş Akat’ın başkanlığında yönetilen bir oturumda, TÜSİAD Başkan Vekili Pekin Baran, LAFARGE çimentoları Genel Müdürü Bruno Lafont, BNP Bankası “Riskli ülkeler Mûdürü” Guy Longueville “Acaba ortak ekonomik vizyon olası mı ?” içerikli tebliğler sundular.

Bu ana kadar, CNN Türk Paris muhabiri Sabetay Varol’un dediği gibi “Sanki Hisseli Harikalar Kumpanyası havasındaki kollokyum” asıl bundan sonra biraz “kollokyum” havasına girebildi, zirâ konuşmalarda, Nilüfer Göle’ninki hariç, tümü “Türkiye’nin her anlamda hazır olduğu, AB’ye girmek için herhangi sorunun sözkonusu olmadığı” gibi, Türkiye’nin bir boyacı küpüne sokulup, birden tüm sorunlarını halletmiş, bembeyaz bir ülkeye dönüşmüsş olduğunu, müjdeleniyordu.

“Avrupa-Türkiye : Ortak bir siyasî vizyon mu ?” başlıklı konuşmada, AP vekili Alain Lamassoure “Türkiye AB’ye girmek istiyor ama, buna AB hazır değil !” diye yaptığı konuşma, bir çok soru işaretinin doğmasına yol açarken, yine AP vekili, 80’li yılların “S.O.S. Racisme” sivil toplum örgütünün popüler kurucusu – lideri, bugün Avrupa’nın renkli simâlarından, Harlem Désir’in “Ermeni Soykırımı’nın tanınmasının, olmazsa olmazlığı” temalı konuşması, tamamen tartışma zeminini değiştirmiş oldu. Lamassour da “Bakın Mitterand’ın Fransası bile, uzun zaman Fransa’nın Musevi Soykırımı’ndaki payını kabullenmeyi red etmişti, ama gelin görün ki, Chirac bildiğiniz gibi, bundan beş yıl önce, hem de öyle sessiz sedasız da değil, tüm Fransız vatandaşlarının, anlık bile olsa, utanç duyabilmesi için, insanlık adına, gereken ortam ve olanakları yarattı. Türkiye’nin bir dostu olarak ben de söylüyorum ki, Türkiye’nin bunu, bu veya şu şekilde, böyle veya şöyle, ama MUTLAKA bir şey yapması gerekir, yoksa tüm koşulları yerine getirmiş olsa bile, böyle bir davranışın yokluğu sırıtır, zirâ Avrupa, aynı zamanda :‘hata yaptım, özür dilerim, pişmanım !’ diyebilenlerin yeridir !” içerikli konuşmasıyla, konuyu destekledi.

Fransızların “Courrier International”in eski Genel Yayin Yönetmeni, Jeostratejist – siyasal bilimci, Alexander Adler, özellikle kendisini tanıyanları şaşırtarak konuştu …

Adler’in bugüne dek, başta Ermeni kökenliler olmak üzere, bir çok kesim tarafından “Türkiye” değil “Türk RESMİ GÖRÜŞ DOSTU !” olarak tanınır ve çok eleştirilirdi. Bu bağlamda aynı Adler’in, eskiye oranla, “değişik” fikirleri, şaşırtıcıydı !

Alexander Adler şöyle diyordu :

“(…) Bakın, eninde sonunda, belki ‘soykırım’ sıfatı yerine, başkasını kullanacağım ama sonuçta kanlı şekilde tezahür ettiği, tartışılamaz vakıa, 1915 olayları için, Türkiye’nin artık kesin ve açık bir adım atması gerektiğini, gerçek bir dost olarak söylüyorum. Şunu unutmayalım… Osmanlı’da Ermeniler, Türkiye’nin çimentosuydular ve bu çok anlamda böyleydi. Çok ama çok kanlı, ağır bir şekilde bir “boşanma” yaşandı.

Bundan hiç bir şey olmamış gibi ve hele hele çarpıtarak söz etmek (“biz yapmadık, asıl Ermeniler yaptı !” gibi)… lütfen anlayın, kesinlikle kabul edilemez bir şey !

O da yetmedi, Ermenistan eski Cumhurbaşkanı, Levon Der Bedrosyan, tüm riskleri gözönüne alarak, Türkiye’ye el uzattı ama… Türkiye’den gereken yanıtı alamadi bile …

Sonuçta olan hem Ermenistan hem de Türkiye’ye oldu. Türkiye, hâlâ sırtındaki bu kamburu düzeltebilmiş değil; bunu yapmadıkça, her zaman karşısına engeller çıkar; Ermenistan bugün “Gangsterler politikası”yla yönetilmektedir.

AB’nin Türkiye’ye, bizzat Türkiye’nin gerçek bir Avrupalı olabilmesi için, sürekli Ermeni Soykırımı’nı tanıma, mahkûm etme, lânetleme, simgesel de olsa, yaralari bir tür sarmaya çalışmasını tavsiye etmesi iyi; öte yanda aynı AB’nin Ermenistan’dan da bu “çeteciler iktidarından” kurtulabilmesi için, gereken çabayı sarfetmesi gerekmez mi ? Tabi ki, Mustafa Kemal’in Ermeni katliamlarıyla ilgisi yoktu; bu olaylarda o, dedemle Çanakkale’deydi; ancak Enver, Talât, Cemal ve kadrolarının yaptıklarını unutamayız; unuttuğumuz ve hele inkâr ettiğimiz takdirde, boşboşuna suça ortak oluyoruz demektir. Hiç gerek yokken, bazı çevrelerin, yapılmış suçun ortağı yerine, bizi itham etmesine, üstelik haklı olarak, zemin hazırlamış oluruz. GERÇEK NE KADAR ACI OLSA DA, GERÇEĞİ İNKÂR ETMEK KADAR ACI, SAĞLIKSIZ VE YANLIŞ OLAMAZ !….”

İşte böyle, Türkiye’de “Ne olacak bu memleketin hâli ?” diyenlerden gayrı, bir de, hem de, yurt dışında “Ne olacak Avrupa’nın (Türkiyeli veya Türkiye’siz) hâli ?” diye tasalanalar peydahlandı, son zamanlarda …

Yorumlar kapatıldı.