İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Şerefsiz bir miras

Ertuğrul ÖZKÖK

BUGÜNLERDE Ahmet Haşim’i(*) yeniden okumanın tam zamanı.Geçenlerde Doğan Hızlan yazdı.Haşim’in kitapları yeniden basılıyormuş.Eşim benden önce davrandı.

Geçen gün bana, ‘Bak senin bugün yazdıklarını Ahmet Haşim daha yıllar önce yazmış’ dedi.

Hemen arkasından da ekledi:

‘Üstelik senden daha cesur ve açık biçimde yazmış.’

* * *

Türk aydınına ve yazarına musallat olan ‘hakaret’ alışkanlığını nefis bir üslupla teşhis ediyordu.

İsterseniz o bölümü aynen aktarayım:

‘Düşünüş ayrılığından dolayı hakaret, öteden beri bizde kullanılan aşınmış bir silahtır ki, şerefsiz bir miras halinde aynı cinsten kalem sahipleri arasında banttan banta intikal eder.

Onun için hiçbir edebi nesil bu tarz münakaşaları tanımamış olmakla iftihar edemez.

Hele, ilim ve edep sahalarında nekre ve muskara, gáh álim, gáh münekkid, gáh sanatkár kılığında merkebini serbestçe koşturabildiğinden beri, fikir alışverişinde artık insani ádába riayet edildiğini görmeyi ümit etmek çocukça bir safvet olur.’

Evet Ahmet Haşim son derece haklı.

Hakaret bizim aydın ve yazarlarımıza, eski kuşaklardan kalmış ‘şerefsiz bir mirastır’.

Bu geleneğin mirasyedileri halen aramızda bir külhanbeyi gibi dolaşmakta ve gelene geçene omuz atmaya devam etmektedir.

Bizim mahallemiz ne yazık ki, bu ağzı pis külhanbeylerinin istilası altındadır.

Bildikleri tek dil küfür ve hakarettir.

Bütün zihni melekelerini, küfür vokabülerini zenginleştirecek yeni kurumlar icat etmeye harcarlar.

Bu üslubu bir zeká kıvraklığı ve edebi tarz olarak yutturmaya çalışırlar.

Ne yazık ki bazı insanlara da yuttururlar.

* * *

Etrafınıza bakın.

Herhangi bir gazetenin sayfalarını karıştırın.

Onlardan birine mutlaka rastlayacaksınız.

Ona buna hakaret eden, aşağılayıcı sıfatlar, lakaplar takan, hatta alenen küfreden yazarları mutlaka göreceksiniz.

Şahsi takıntılarını, kin ve garezlerini güya edebi bir hakaret ambalajı içinde pazarlayan bu yeni ticaret erbabının tezgáhı önünden mutlaka geçeceksiniz.

Çünkü basındaki sayıları hálá hayli kabarık.

Çünkü bunların bir kısmı, gazetecilik okullarının, isyankár dimağları gözünde hálá başarılı bir rol modeli.

Çünkü bu ‘şerefsiz miras’ çok büyük.

Çünkü bu ülkede şahsi kin ve garez hálá bazı insanlara ‘muhalefet’ olarak yutturuluyor.

* * *

Bundan iki üç yıl önce Hürriyet’in kafeteryasında bazı kadın gazeteci arkadaşlarımla sohbet ediyordum.

O günlerde oldukça moda bir yazarı övüyorlardı.

Bu yazar, her gün önüne gelene hakaret ediyordu.

Ama en çok hakaret ettiği kimseler, bizim arkadaşlarımızın da kızdığı insanlardı.

O gün onlara, ‘Bu tarza sempati duymayın. Hakaret kime yapılırsa yapılsın karşı çıkın. Hakaret, sempati yaratacak bir üslup zenginliği olamaz’ demiştim.

Haklı çıktım.

Aradan geçen yıllar, o yazar hakkındaki sempatinin azalmasına yol açtı.

Ama üzülerek bir kere daha şu gözlemimi aktarmak istiyorum.

Türk basınında hakareti meslek edinmiş erkek yazar sayısı en azından artmıyorken, bu ‘kötü yola düşen’ kadın yazar sayısı çoğalıyor.

* * *

Kızdığımız insanlara, öfkelendiğimiz şahsiyetlere küfredilmesi, hakaret edilmesi hoşumuza gidebilir.

Bu ilişkide ‘psikoterapik’ bir yarar gören teorilere itibar edebiliriz.

Ama kızdığımız bir insana yapılan hakareti, edilen küfrü keyifle okurken şunu da düşünmeliyiz.

Başka bir köşede, başka bir sayfada, bir başkaları da çok sevdiğimiz, hayran olduğumuz, üzerine toz kondurmadığımız insanlara küfrediyor, küçültücü lakaplar takıyor, iftira atıyor.

‘Olsun ben görmüyorum’ diyorsanız, biliniz ki bir başkaları görüyor, okuyor ve en kötüsü inanıyor, keyif alıyor.

‘Herkes kendi mevziine, herkes kendi bunkerine’ diyorsanız, o zaman ben de ‘Peki öyleyse çağdaşlık nerede, toplum olma vasfı nerede?’ diye soracağım.

* * *

Ben artık bu ‘şerefsiz mirası’ reddetme zamanının geldiğine inanıyorum.

Ama en çok, benim de içinden çıktığım gazetecilik okullarının öğrencilerinin inanmasını istiyorum.

(*) Ahmet Haşim, Bütün Kitapları, Oğlak Yayınları

Yorumlar kapatıldı.