İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sadece tarihe bakmak yeterli mi?

Bir toplumu, milleti anlamak için tarihe başvururken nelere dikkat edilmeli? Ve asıl önemlisi, Göka’nın bu düşünceleri, tarihe bakışı ve metodu doğru mudur?

ABDURRAHMAN ÜZÜLMEZ*

29 Ağustos 2004 tarihli Radikal İki’de Erol Göka’nın “Göç edenlerin kurduğu her devlet aynı mı?” adlı yazısını okuyunca aklıma daha önce gene Radikal İki’de yazdıkları geldi. Yazar Irak savaşı arefesinde “Türklerin savaşçı zihni”ni okumuş, “temel özelliği, fanatizme yatkın olması ve sorunları, muarızlarını düşmanlaştırma ve düşmanı yok etme yoluyla çözmeye çalışması” olan bu tutumu, “hani neredeyse tarihinde hep var olma mücadelesi içinde olmuş Türk halkının, tabiatla ve çevreyi kuşatmış çok sayıda düşmanla başedebilmek, dirlik düzenlik kavgasını kazanabilmek için olanca dikkatini savaşçılık ve ‘töre’ üzerine yoğunlaştırmasına” bağlamış ve “erkeksi savaş ve disiplin tekniklerinin, Türklerin zihnini savaşçı kılmakla kalmayıp bedenlerinin eğitiminde ve insan ilişkilerini biçimlendirmede de ana rolü oynadığını” ileri sürmüştü (5 Ocak 2003). 2 Mayıs 2004’teki yazısında (Sizin atanız göç etti mi?) ise “yaşadığı altüst oluşlara, bunca sise ve kaosa rağmen toplumumuzun oturmasını” göç psikolojisi ile açıklamıştı. “Nasıl her başka diyara göç eden topluluklar, hareket vaktinin gelmesini heyecansız, telaşsız bekliyorlarsa ve yapılması gerekeni kendiliğinden doğal bir seyir içinde yapıyorlarsa, insanlarımız da öyle yapıyor. Ayrıca (…..) inanılmaz bir sabır ve tahammülle beklemeyi biliyorlar, yoksa umursamazlık değil onlarınki, sabrederek direnen bir tutum…”

Yukarıda bahsettiğim 29.08.2004 tarihli yazısında ise Göka göçebe geçmişin getirdiği “grup davranışının olumlu nitelikleri içinde öne çıkanları, kadın-erkek ilişkilerinde eşitlikçi bir bakışa sahip olmaları, asla ırkçı olmamaları ve inanılmaz bir dinsel hoşgörü potansiyeli barındırmaları” olarak sıralıyor. Ayrıca aynı yazıda ABD ve İsrail’in de Türkiye gibi göç eden topluluk(lar) tarafından kurulduğunu, bunun dışında bir benzerlikleri’nin bulunmadığını belirterek, bunun Türklerin yukarıda sıraladığımız “olumlu grup davranışları”nın sonucu olduğunu ima ediyor.

Güdük metod, yanlış mantık

Şimdi bu kısa özetten sonra sormanın zamanıdır. Türkleri veya diğer toplumları anlamak için sadece tarihe bakmak yeterli midir? Tarih ne anlatır? Yoksa bu anlamı icat eden biz miyiz? Bir toplumu, milleti anlamak için tarihe başvururken (tarihi kullanırken de diyebiliriz) nelere dikkat edilmeli? Ve asıl önemlisi, Göka’nın bu düşünceleri, tarihe bakışı ve metodu doğru mudur? Bu soruya vereceğim en açık cevap, Göka’nın cevabını aradığı soruları güdük bir metod ve yanlış bir mantıkla cevaplandırdığıdır. Yüzyıllar ve hatta bin seneden bile önce eskide kalmış olaylarla bugünü izah etmek çekici olsa da pek doğru değildir. Üstelik tarihin eşittir geçmiş zaman olmadığını, sadece tarihçinin ulaşabildiği kısıtlı bilgi ile kurguladığı bir bilgiler manzumesi olduğu unutuluyor. Diğer taraftan bugünü anlamak için öncelikle gene bugünün koşullarına ve yakın geçmişe bakmak gerektiği açıktır. Mesela toplumun, “fanatizme yatkınlık” ve muarızını “düşmanlaştırma ve düşmanı yok etme yoluyla çözmeye çalışması”nı göçebe geçmişimizle ilişkilendirmek elbet olasıdır. Ancak bunu çok fazla önemsemek, dolayısıyla diğer faktörleri küçümsemek tipik bir çarpıtma olur. Göka’nın, söz konusu fanatik tutumun sebebini anlamak istiyorsa Türk eğitim sistemine, mesela tarih ders kitaplarına bir gözatmasının veya lisede tarih namına okuduklarını hatırlamasının daha açıklayıcı olacağını düşünüyorum. Milliyetçi tarih yazınında da bu yöntemin kullanıldığını sık sık görürüz. Diyelim ki Osmanlı dini mimarisinden, camilerden bahsediliyor. Hemen Orta Asya’ya, Karahanlı coğrafyasına kadar giden Türk tarihiyle ilgi kurulur. Ama evvelden beri Anadolu’da Balkanlar’da var olan eserlerle bir ilgi kurulmaz veya bu ilgi ikincilleştirilir. Oysa öncelikle ilgi kurulması gereken realite budur. Mesela Mimar Sinan’ı anlamak için Orta Asya tarihi yerine Bizans’a, Ayasofya’ya bakmak daha doğru ve işlevsel değil midir?

Irkçı değil miyiz?..

Diğer taraftan bahsi geçen Türkler kimlerdir? Hepsi Orta Asya’dan mı geldi? Bugünkü Türkler sadece Malazgirt’ten sonraki Türk göçleriyle mi oluştu? Göka’nın mantığı doğru ise, farklı etnik topluluklarla hiçbir ilgisi yok mudur? Bugünkü Türklerin grup davranışlarını anlamak için mühtedi Rum, Ermeni vb, Balkanlar ve Kafkasya’dan göç eden Müslümanlaşmış toplulukların da (Boşnak, Arnavut, Pomak, Çerkes, Gürcü vs) tarihini tamamıyla bir tarafa bırakmak doğru bir yöntem midir? Göka’nın kendi mantığı içerisinde düşünüldüğünde de tavrının düpedüz yanlış olduğunu, bu sorulardan sonra izahının gerekmediğini düşünüyorum.

Bununla beraber Göka’nın çoğu varsayımı da apaçık yanlış ve birbiriyle uyum içinde değil. Türklerin “ırkçı olmamaları” inanılmaz bir dinsel hoşgörü potansiyeli barındırmaları gibi savlar ne kadar doğru? Madem Türkler “asla ırkçı” değil, bunca ırkçı-şoven söylemle niçin karşı karşıyayız? Şu meşhur hoşgörümüze rağmen, bu memlekette niye bir kilise kurmak bu kadar zor? Neden ikide bir Hıristiyanlık ve misyonerlik düşmanlığı yapılır? Niye Türk halkının büyük bir çoğunluğunun “Komşunuzun bir Yahudi olmasını ister misiniz?” sorusuna cevabı “Hayır”dır? Bu Türklerin “ırkçı olmamaları”nın ve “dinsel hoşgörüye sahip olmamaları”nın doğal bir sonucu mudur yoksa? Ayrıca “fanatizme yatkın olmaları” ile ırkçı olmamaları, “inanılmaz bir dinsel hoşgörü potansiyeli” taşımaları arasında bir çelişki, bir uyumsuzluk yok mu sizce?

Kısacası, tarihten istediğimiz bilgileri devşirerek (istediğimizi de görmezlikten gelerek) istediğiniz sonuca varmamız her zaman mümkündür. Hele hele tarihçiliğin mantığıyla uyuşmamasına rağmen, anakronik bir metotla düşünüyorsak. Tarihle ilgili bilgileri yorumlarken neyi içeride bıraktığımız kadar, dışarıda bıraktıklarımız da önemlidir. Hatta bazen bu daha önemli olabilir. Bununla beraber tarihte derin anlamlar ararken karşılaştırmalar da yapmamız gerekir elbet. Ancak Göka’nın ABD ve İsrail toplumlarıyla, Türk toplumunu bu meyanda karşılaştırması yerinde değil. Zira 12-14. yüzyıllarda (feodal çağlarda) Anadolu’ya göç eden Türkler ile sömürgecilik ve sanayileşme çağında (milliyetçilik çağında) göçle oluşan toplum ve devletler arasında karşılaştırma yapmak (mevcut şartlardaki farklılık gözardı edilerek) ve bundan derin anlamlar çıkarmak ne kadar doğru? Benzer şartlarda oluşan /ortaya çıkan olaylar/olgular arasında karşılaştırmalar yapabiliriz ancak. Yani İsrail ortaçağda kurulsaydı veya Türkler Anadolu’ya 20. yüzyılda göç etseydi bu iki olayı karşılaştırmamız anlamlı olurdu. Mevcut durumda değil. Ancak her şeye rağmen ‘realite bu kadar basit olamaz, daha karmaşık bir düzeneğe sahip olmalı’ diyorsanız buna da diyeceğim hiçbir sözüm yok.

* Bilim uzmanı/öğretmen

Yorumlar kapatıldı.