İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni Patrigi´nin Milliyet´teki Roportaji

Ermeni Patrikligi ise, Mehmet Gundem’le yapılan ayni roportajin metnini
teyp
cozumunden yayinladi:

MG: Son zamanlarda sizin şahsınızda Ermeni cemaati yeniden gündeme
geldi.
Bir kısım medya AB’ye uyum çabalarını bahaneyle devletten yeni ödünler
koparmak istediğinizi iddia etti. Siz ne dersiniz? Neden ayrıcalık
peşindesiniz?

MESROB: AB’ye uyumu bahane etmemiz için bir neden yok. Biz Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması olan Lozan Antlaşmasının, Anayasanın
ve
devletimizin onayladığı uluslar arası sözleşmelerin uygulanmasını
istiyoruz.
Tam tersine, AB’ye karşı olan çevreler bizim ayrıcalık istediğimizi
ileri
sürerek AB sürecini engellemeye çalışıyorlar. Örneğin hem Rum, hem
Ermeni
azınlığı hain ilan eden Ankara Ticaret Odasının “İçimizdeki Hançer
Fener Rum
Patrikhanesi” başlıklı kitapçığı böyle bir çabanın ürünü olarak
görülüyor.
Yasaların gereklerine uygun hale getirilmesini, AB istiyor diye değil
kendi
vatandaşımız için yapmalıyız ve yapıyoruz, diyen siyasilerimiz. T.C.
Anayasası’nda açıkça bulunan din ve vicdan özgürlüğü, eğitim hakkı,
ayırımcılık gözetilmemesi ve benzeri hükümlerin uygulanmasını istiyoruz
o
kadar. Herhalde tam olarak uygulanıyor olsaydı, o zaman üzerinde
konuşulacak
bir sorun da zaten bulunmazdı. Türkiye Ermenileri olarak
başvurularımızı her
zaman Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve ilgili Bakanlıklara yaptık,
yurttaşlık bilinciyle dilekçeleri olması gerektiği gibi kendi
devletimize
verdik. Ancak devletin de ayırım gözetmeden vatandaşlarının sorunlarına
eğilmesi, onları mağduriyetlerinden kurtarması gerekir. Biz AB’ye uyum
çalışmalarına karşılık beklemeden, samimiyetle, doğrudan katkı yapma
yolunu
ısrarla denedik. Birkaç danışman arkadaşımla birlikte Avrupa
başkentlerini
gezdik, ilgili devlet yetkililerine Türkiye’deki Hıristiyan
azınlıkların
ülkemizin AB’ye en kısa zamanda girmesini arzuladıklarını vurguladık,
dinci
bağnazların ve muhafazakarların Türkiye karşıtı tutumlarına karşı
tezlerimizi sunduk.

MG: Neydi o tezler?

MESROB: 1965’lerden beri Avrupa’da kiliseler, kültürler ve dinler arası
ekümenik ilişkiler alanında yüzlerce uluslar arası sempozyum
düzenlendi.
Avrupa’da bu etkinlikler için bütçelerden belki de milyonlarca dolar
ayrıldı. Kitaplar basıldı, filmler hazırlandı. Avrupalı yetkililere
bizim
sorumuz şu oldu: Şimdi bu ilişkiler olmamış gibi mi davranacaksınız?
Her
şeyi birden bire nüfusunun ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülke AB’ye
girecek diye unutuyor musunuz? O zaman bu büyük bir paradoks olurdu.
Tabii
ki kastettiğim muhafazakar kesimler. Türkiye’nin AB’ye üyeliğini
destekleyenler de Avrupa’da az değiller. Ancak Türkiye’nin gerçekten
uyum
sağlaması gereken noktalar yok değil. Bunu sokaktaki vatandaş da
biliyor,
yaşıyor ve görüyor.

MG: Bazıları da Avrupa başkentlerine sizi devletin gönderdiğini
savundu…
Devlet size böyle zorlamalar dayatıyor mu sahiden?

MESROB: Ne münasebet? Avrupa’ya bazı Ermeni ve Türk işadamı
dostlarımızın
teşvikiyle gittik. Doğru yaptığımızı biliyorum. Beş yıldır Türkiye
Ermenileri Patriği’yim. Daha devletten herhangi bir baskı görmüş
değilim.
Bazen alt kademedeki memur zihniyeti dayatma girişiminde bulunmuyor
değil.
Bu, herhangi bir dairedeki memurun biraz farklı adı veya soyadı olan ya
da
farklı bir dine mensup olan vatandaşa negatif tutum takınması gibi bir
şey.
O sığ görüş açısı ise ancak çağdaş eğitim ve genel kültürle aşılabilir
diye
düşünüyorum. Atatürk’ün yön olarak tayin ettiği çağdaş uygarlık, kendi
değerlerini yadsımadan ötekini de dikkate alan, ötekinin farklı
taraflarına
karşılıklı saygı gösteren, yurtta sulh cihanda sulh düsturuyla herhangi
bir
şiddet unsuru içermeyen bir formasyonun verilebilmesiyle mümkün
olabilir.
Ülkemizdeki her türlü kesimle genelde ilişkilerimiz iyi, uygarca ve
karşılıklı saygı kuralları çerçevesinde.

MG: Devletle ilişkiler nasıl?

MESROB: İyi. Şöyle diyelim: Türkiye Ermenilerinin sorunlarını gerektiği
zamanlarda devletin organlarına sunuyoruz. Çok hoş ve güzel
karşılanıyoruz.
Ama bazı sorunlar devam ediyor. Bir durum var ki hep yaşıyoruz. Diyelim
ki,
bir sorun var. Halli için çalışıyorsunuz, derdinizi anlatıyorsunuz.
Haksızlığın giderilmesini, yasaların uygulanmasını istiyorsunuz. İyi
niyetli
uygar idarecilerle görüşüyorsunuz. Sözler, dosyalar, belgeler alınıp
veriliyor. Sonunda tamam çok şükür şu yapay sorun tam halloldu,
hallolacak,
derken, birdenbire bir yerde birileri frene basıyor. Bu çok yıpratıcı,
bezdirici bir süreç.

MG: Bu bir politika mı?

MESROB: Bilemiyorum. Siyaset böyle herhalde. Ama bir ülkenin hedefimdir
dediği şeyle güttüğü siyasetin çelişemeyeceğini de düşünüyorum. Bilmem,
ben
siyaset adamı değilim. Anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.

MG: Patrik Bartholomeos’un eleştirilerine katılıyor musunuz siz de?
Mesela
Türklerin din anlayışı gerçekten sığ mı?

MESROB: Patrik Bartholomeos öyle bir şey demediğini açıkladı. Ama demiş
de
olabilirdi. Türkiye’de, özellikle İstanbul’da ibadete açık olan birçok
kilise binası olabilir. Hristiyan vatandaşların ibadet özgürlüğüne
kimse
karışmıyor, bu da doğru. Ancak, önemli bir gerçeği belirtmemek de
yanlış
olmaz mı sizce? Bu kiliselerde görev yapacak rahipler nasıl, nereden
bulunacak? Rahipsiz kilise, hahamsız sinagog, imamsız cami olur mu?
Dini
ibadet kadar, dini eğitim de önemli değil midir? Hatta eğitimsiz ibadet
olur
mu? Azınlık okullarında dil ve din eğitimi verecek uzman öğretmenimiz
de
yok. Peki çocuklarımız dinlerini nasıl öğrenecek? Öğretmenlerin
yetiştirileceği bir fakülte olmadığına göre, okullarımızda Ermenice
dilini
çocuklarımız nasıl öğrenecek? Alaydan yetişen rahipler kiliselerde dini
nasıl vaaz edecek, dinler arası toplantılarda kiliseyi nasıl temsil
edecekler? Avrupalı insanlarca çok garipsenen hususlardan biri de şu.
Kilise
cemaati kilise kurumuna yönetim kurulu seçiyor, ancak seçilen
yöneticileri
kilise idaresinin, yani Ruhani Kurul’un ya da Episkoposluk makamının
onaylaması gerekirken, Türkiye’de bu onayı Emniyet Müdürlüğünün Azınlık
Masası veriyor. Yani eskiden S.S.C.B.’de olduğu gibi… Patrik
Bartholomeos’
a dönecek olursak, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılmasının son MGK
gündemine alındığını basın aracılığı ile öğrendik. Bu konunun MGK
gündemine
alınması azınlıklarla ilgili konuların haka ulusal güvenlik konuları
arasında değerlendirildiğini göstermesi açısından çok çarpıcı bir
gerçektir.
Azınlıklar bu ülkenin vatandaşları olarak sorunlarına bir güvenlik
sorunu
olarak bakılmasından dolayı rahatsızlık hissetmektedirler. Azınlık
okulları
da sancı içersinde. Etnik ayırımcılığı körükleyen ibareler sadece
kitaplarda
değil, bir ailenin “Biz Ermeni’yiz” beyanı hiç sayılarak, okula kayıt
yaptıran çocujkarın etnik kimliğini soruşturan çağdışı komisyonlar hala
görevde. Bugünkü Türkiye’de hangi vatandaş durduğu yerde Ermeni
olduğunu
söyler ki!?

MG: Ama olumlu şeyler de yok değil. Kamu mallarının azınlıklara
devredileceği hakkında haberler yayınlanıyor. Mesela Ermeniler Van’da
toprak
satın alıyorlarmış…

MESROB: Kamu mallarının azınlıklara devredilecek sözü gerçekten komik.
Öyle
bir şey olabilir mi hiç? Kendi malını mülkünü durduk yerde kim kime
vermiş
de, Devlet şimdi azınlıklara verecekmiş. Ancak haksız yere azınlık
vakıflarından alınan mallar varsa, onların iadesi ya da tazmin edilmesi
tabii ki gerekir. O, Van’da Ermeniler toprak satın alıyor asparagası
sadece
birkaç marjinal gazetenin çıkarttığı haber. Durduk yerde fanatik
ırkçılık
yapıyor, Ermeni düşmanlığı aşılıyorlar. Van’da toprak satın alan
Ermeniler
kimlermiş? Şöyle bir liste yayınlasalar da herkes bir görebilse bari.
Böylece biz de bilgilenmiş oluruz. Elbette Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı
olan her Ermeni istediği yerde toprak da bina da alabilir.

MG: Diaspora ile ilişkileriniz konusunda ne diyebilirsiniz?

MESROB: Diasporayı homojen bir grup olarak görmek büyük bir yanılgıdır.
Diaspora’daki Anadolu Ermenileri aslında birkaç gruptur. 1915
olaylarından
hemen önce ve hemen sonra gidenler. Varlık Vergisi, 6 Eylül olayları ve
daha
sonraları kriz dönemleri nedeniyle göç edenler. Ekonomik nedenlerle göç
edenlerle diğerleri arasında tabii ki görüş farklılıkları vardır. Daha
iyi
bir hayat standardı yakalamak için gidenler her fırsatta Türkiye’ye
tatile
gelmeye devam ediyorlar. Diaspora’da Türkçe’yi hala konuşabilen en az
bir
milyon Ermeni vardır. Diaspora merkezlerini ziyaret ettiğimizde,
rastladığımız insanların siyasi düşüncesi bizi nasıl karşılayacaklarını
peşinen etkiler. Bizden radikal milliyetçilik bekleyenler ve
dolayısıyle
öyle bir tavır takınmadığımız zaman Türkiye devletinin kollaboratörü
olarak
görmek isteyenler var. Yaklaşık altı asırlık patriklik makamına saygı
ve
sevgi ile yaklaşanlar da var. Örneğin, depremden sonraki çağrımız, MGM
stüdyoları sahibi Kirk Kerkorian’ı Kızılay’a 1 milyon Dolar bağış
yapmaya
teşvik etti. Patrikhanemiz’in ve 18 kilisemizin onarımına da toplam 600
bin
Dolar katkıda bulundu.

MG: Patrikhane’nin restorasyonu bitti mi? Açılış ne zaman?

MESROB: Bitti sayılır. Ufak tefek işler kaldı. Ancak yaklaşık dört yıl
süren
projenin, 1913’te inşa edilen ve gerçekten çok yıpranmış olan binanın
geçirdiği ilk onarım projesi olduğu göz önünde bulundurulursa epey
zorluydu.
Çok şükür cemaatin katkısıyla ve uzman mimari kadronun çabalarıyla
üstesinden gelindi. Açılışa gerek görmüyorum. Zaten bir yıldır restore
edilen binanın içinde çalışıyoruz.

MG: Dinler arası ilişkilere ne gibi bir katkı yaptınız bugüne kadar?

MESROB: Yurtdışında uzun zamandır diyalog konferanslarına katıldım. Son
yirmi yıldır sunduğum tebliğleri değerlendiren Baltimore’daki St Mary’s
Üniversitesinden iki yıl önce bir doktora aldım. Ülkemizdeki dinler
arası
diyalog sürecinin başlangıç günlerinden itibaren hep destekledim.
Diyalog,
diyaloğa açık olmakla başlar. Bu yapabileceğiniz en önemli katkıdır,
arzu
belirtisidir. Ondan sonrakisi ise doğal süreçtir. Türkiye’de halk
bazında
bir yaşam diyaloğu her zaman oldu. Ancak bundan hoşnut kalmayan, aşırı
ve
başka çıkarlar gözeten odaklar var. Bunlar ülkede devamlı gerginlik
yaşatmak
istiyorlar. Mesela, sinagoglardaki patlamalardan sonra, Ocak ayında
Patrikhanemiz’e de yönelik bir saldırının duyumu üzerine, Emniyet
güçleri
müteşebbisleri yakaladı. Hoş değil.

MG: Medyaya yansımadı bu. Peki yakalananlara ne oldu?

MESROB: DGM’ye çıkarıldıktan sonra sanırım hapse konuldu. Titiz
çalışmaları
için Emniyet güçlerine müteşekkiriz.

MG: Gelelim medyaya yansıyan radyo meselesine. 2005’e girmeden Ermenice
radyo açılacağı haberleri yayınlandı. Patrikliğinizin bu konuda bir
girişimi
oldu mu?

MESROB: Cemaatimiz içinden bir grup tarafından hazırlanan Ermenice
radyo
projesi bana sunulduktan sonra bir Ruhani Kurul üyemizi konuyla
ilgilenmesi
için görevlendirdim. Projenin olgunlaştırılması için bir komisyon
kuruldu ve
çalışmalar devam ediyor. Ancak, kesin bir tarih konulduğundan haberim
yok.

MG: Şimdilik radyo olmadığına göre cemaatiniz içindeki iletişimi nasıl
sağlıyorsunuz?

MESROB: İki adet günlük Ermenice gazete var: “Jamanak” ve “Marmara”.
Jamanak
en eski Ermenice yayın organı, 1906’da kurulmuş. 96 yıllık görkemli bir
tarih. Marmara daha yeni, ve haftada bir Türkçe eki var. Bir de
haftalık
“Agos” gazetesi var, Türkçe çıkar, Ermenice eki var.

MG: Kamuoyu cemaat gazetelerinizden daha fazla Agos’u tanıyor.

MESROB: Türkçe yayınlanıyor. Bu da kamuoyu tarafından daha kolay
tanınmasını
sağlayabilir. Ancak cemaatin tüm kesimlerinin düşüncelerini
yansıttığını
söylemek zor.

MG: Görevinizin en zor yanı sizce nedir?

MESROB: Görev tanımının kağıt üzerinde kalması. Bakanlar Kurulu
kararnamesi
ile asa aldığı zaman her patriğe bir and içtirilir. Bu anda göre,
patrik
Ermeni cemaatinin dini, hayri ve içtimai kurumlarının gözetmenidir,
haklarını savunur. Ancak Cumhuriyet döneminde geçerli sayılan herhangi
bir
yönetmelik ya da tüzük olmadığından patriğin bu görevini nasıl
uygulayacağı
muallak kalıyor. Patriklik kendisine bağlı kiliselerin vakıfları
denetletemiyor, koordinasyon görevini yapamıyor. Vakıflarımızın
merkezi bir
yönetime bağlı olmaması ciddi sorunlar yaratıyor, Patriklik ise etkin
olamıyor. Patrik sorumlu, ama yetkisiz. Bu da bence bu görevin en çetin
yanı.

MG: Son sözünüz?

MESROB: Her şeye rağmen iman, ümit ve sevgi. En önemlisi de sevgi. Her
şeye
rağmen sadakat. Gerçekleştirebileceğimiz şeyler için cesaret. Elimizde
olmayan şeyler de Allah’a emanet. Teşekkür ederim.

Yorumlar kapatıldı.