İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fener ve Ruhban okulu `sorunu´

MURAT CANO*

Ruhban Okulu sorunu, salt okulun açılıp açılmaması ile nasıl açılabileceği ve eğitim – öğretim faaliyetini hangi öğretim elemanları, hangi öğrencilerle sürdürebileceği sorunundan ibaret değil. Çünkü okulun açılmasını, lise, izin verilirse lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim-öğretim vermesini, bu eğitim ve öğretimi “yabancılar”a da vermeyi isteyen, Fener Rum Patrikhanesi’dir. Patrikhane, kendisince belirlenecek müfredat uyarınca Ortodoks inancına mensup her uyruktaki insandan din adamı yetiştirmek istiyor. Bu konudaki ihtiyaç, Türkiye’deki Ortodoks azınlığın din adamı ihtiyacını karşılamak veya Ruhani Meclis için “kadro” yetiştirmekten ibaret değil. Zaten ikincisi bakımından Patrikhane, kendi teamüllerine göre hareket ederek ve kendisini “uyruk”la sınırlandırmaksızın -Patrik dahil seçimlerini yapıyor. Atinagoras’ın Patrik seçilmesi ile Türk uyruğunda olmayan din adamlarının Ruhani Meclis’e atanmaları, bu uygulamanın devam edegeldiğini gösteriyor.

Okulun açılmasındaki sorun, hukuki değil, siyasidir. Çünkü Lozan Antlaşması hükümlerine, anayasamızın uluslararası anlaşmalara “üstünlük” ve “bağlayıcılık” tanımasına ve Vakıflar Mevzuatı’na göre okulun, ait olduğu “Cemaat Vakfı”na bağlı olarak açılmasına engel hukuki bir durum yok. Tıpkı Kırmızı Mektep, Zoğrafyon Lisesi, Zapyon Lisesi gibi. Zaten okul, 1971’e kadar faaliyetini böyle sürdürdü. Aslında kapatılmadı da. Sorun, 1965’de Özel Eğitim Kurumları Yasası’nın çıkması ve bu yasanın yüksek öğretimi düzenleyen hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine, devletin, okulun ortaöğrenimi aşan kısmının kapatılmasını istemesi, Fener’in ise bunu kabul etmemesinden çıktı. Devlet, yükseköğrenime izin vermeyince okul, faaliyetini kendisi tatil etti. Genel kabulün aksine Ruhban Okulu dahil, azınlık okullarını, özel eğitim kurumu olarak nitelendirmek hukuken doğru değildir. Bu okullar, cumhuriyet kurulmadan var olan ve faaliyetlerini sürdüren okullardır. Lozan hükümleri uyarınca da aynen korunmaları yükümlenildi. Hatta bu yükümlere aykırı anayasal ve yasal düzenleme ile idari uygulama yapılamayacağı, devlet tarafından taahhüt edildi. Özel Eğitim Kurumları Yasası’nın belirlediği usul ve esaslar, azınlık okullarına uygulanamaz. Azınlık okullarının “kurucuları” yoktur, bunların kurucuları ve sahipleri “cemaat”tir. Kendi dillerinde eğitim – öğretim yaparlar. 1936 yılından itibaren de her biri bağlı oldukları cemaat vakıfları tarafından temsil ve idare ediliyor. Kapatılmaları için kurucunun iradesi yetmez.

Mümkün değil

Yürürlükteki Türk Mevzuatı’na göre Ruhban Okulu’nun Fener Patrikhanesi’ne bağlı olarak açılması mümkün değildir. İlgili cemaat vakfına bağlı bir lise olarak açılmasında ise ne dün bir sorun vardı ne de şimdi bir sorun var. Ancak ihtiyaç duyulan bu değil. İhtiyaç duyulan müfredatı, öğretim elemanı kadrosu ve öğrencileri Patrikhane tarafından belirlenen, lise, lisans ve akademik düzeyde eğitim-öğretim veren bir okul açmaktır. Bu konularda Fener Patrikhanesi’ne “inisiyatif” tanımak, Patrikhane’nin mevcut hukuki statüsü ve ehliyetleri bakımından mümkün değildir. Çünkü Türk Mevzuatı’na göre Fener Rum Patrikhanesi’nin hukuki bir sıfatı yoktur, herhangi bir Türk tüzel kişiliği değildir. Bu nedenle hak ve fiil ehliyetine de sahip değildir. Nitekim bu yüzdendir ki devlet, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Fener Rum Patrikhanesi adına tapulanan Hıristo Manastırı’nın tapusunu, dava açarak iptal ettirip ilgili cemaat vakfı adına tescil ettirdi. Fener Patriği’nin ekümenik patrik olmadığı ve bu sıfatla hareket edemeyeceği yolundaki düşüncelerin hukuki temeli bu durumdur.

Ruhban Okulu sorununun yeterli ve kalıcı çözüme kavuşturulmasındaki “önsorun”, Patrikhane’nin hukuki sıfatı ile hak ve ehliyetlerinin belirlenmesi sorunudur. Diğer azınlık kurumlarının sorunlarının aksine, bu sorunu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaratmadı. Bu sorun, Lozan’da da çözümlenmedi. Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında bu konuda yirmi oturum yapılmasına rağmen varılan mutabakat “yalnızca dini konularla ilgilenmek üzere Patrikhane’nin İstanbul’da kalması”dan ibaretti.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu sorunu çözebilecek siyasi ve hukuki yetkinliktedir. Patrikhane’ye “devlet statüsü” ve Patrik’e “millet başı” unvanı verilemez. Bu statü ve unvan, devletin kuruluş felsefesi ve “değişmez anayasal nitelikleri”yle çelişir. Bu tür bir uygulama, imparatorluk dönemine geri dönüş olur. Bu sıfatlar ölçü kabul edilerek belirlenecek normlar, laik normlarla çelişir ve asla birlikte uygulanamazlar. Esasen o tür bir çözüm, cemaatin ve Patrikhane’nin de yararına olmaz. Kaldı ki, Patrik’i millet başı yapmak, ilgili devlet kurumlarının kamu düzenini ve kamu yararını korumak amacıyla cemaat vakıfları üzerindeki denetimini sona erdirir.

Özerk teolojik

Fener Kilisesi, 16 asırdan beri, Hıristiyan – Ortodoks aleminin “birinci” kilisesidir. Bu kilisenin patriği de birinci patriktir. Bu, o inanç sahiplerinin ve kurumlarının “tarihsel tercihi”dir. Bunu tartışmak, kabul veya reddetmek, “başkaları”na düşmez. Zaten başkalarının bu durumu kabul veya reddetmesi de bu olguyu değiştiremez. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti devleti, Patriğin ekümenik sıfatını tanımadığı ve Fener Patriği’nin T.C. yurttaşı olmasında ısrar ettiği halde, uygulama böyle olmadı. Devlet, “oldu bitti”lerle karşı karşıya kaldı, sonradan olup bitene “icazet” verdi. Bu duruma son vermek ve devleti zaaf içinde görünmekten kurtarmak, Fener’in de hakkını teslim etmek gerekir. Cumhuriyetin temel nitelikleriyle çelişmeden, devletin egemenlik hakkını sınırlandırmadan, Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihine, teolojik konumuna ve işlevine göre uygulanabilir yeterli ve kalıcı çözüm; özel bir yasayla Patrikhane’yi idari ve mali bakımlardan özerk teolojik bir kurum olarak tanımlamaktır. Aynı yasayla, Patrik ve Sensonid üyelerinin seçiminde kendi geleneklerinin geçerli olacağını kabul etmek, kurumun hak ve fiil ehliyetinin sınırlarını tespit etmek, amaca bağlılık ölçüsüne göre ihtiyaç duyabileceği kadar taşınmaz edinmesine imkan tanımak, buna göre kullanmakta olduğu binanın ve kilisenin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Hıristo Manastırı’nın mülkiyetini -ait oldukları vakıflardan muvafakatname alarak- Fener tüzel kişiliğine devretmek, Heybeliada Ruhban Okulu’nu kendi adına açmasına ve devlet denetimi altında bu okulda lise, lisans, lisansüstü düzeylerde eğitim vermesine imkan tanımak, yabancı öğretim elemanları ile yabancı öğrenci kabul etmesine, “güvenlik ölçüsü” uygulayarak izin vermektir.

Türk Mevzuatınca sıfatı tanımlanan ve ehliyetleri belirlenen Fener Rum Patrikhanesi, dünya tarafından, Türkiye’nin çok kültürlü tarihsel yapısının modern bir kurumu olarak algılanır. Uluslararası ilişkilerde ise Türkiye için “stratejik avantaj”a dönüşür.

* Avukat, Azınlık hukuku uzmanı

Yorumlar kapatıldı.