İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ASALA’nın kullanım değeri

Etyen Mahçupyan

Düşmanların varlığı ve çatışma ortamının kalıcı kılınması, dünyanın her yerinde ve her döneminde otoriter zihniyetteki yönetimlerin işine gelmiştir.

Çünkü muhtemel tehdit ortamında toplumlar kendi hayatiyetlerini sürdürmek uğruna karar mekanizmasının tümüyle devletin eline geçmesine ve gizli olmasına rıza gösterirler. Otoriter yönetimler ise bu imkanı kendi hareket alanlarını genişletmek ve meşrulaştırmak üzere kullanır. Bu durum yeni siyasi nüfuz ve rant kapıları açarken; toplumun bir bölümü de bu kapılardan sızarak devletle toplum arasında bir ara kademe oluşturur. Bugün Türkiye, söz konusu ara kademenin tortularıyla uğraşmayı sürdürüyor. Susurluk’la başlayan, en son Çakıcı’nın yakalanmasıyla devam etmekte olan süreç, mafya ile devletin nasıl iç içe geçebildiğinin ve milliyetçi jargonun bu koalisyona nasıl koruyucu bir kılıf sunduğunun örnekleriyle dolu.

Anlaşıldığına göre eski MİT Dış Operasyonlar Şefi Faik Meral ile Çakıcı arasında epeyce yoğun bir ilişki varmış. Geçmişte Pekin Büyükelçiliği’nde çalışan MİT görevlisi Yavuz Ataç’la Çakıcı arasında da gene böyle yoğun bir ilişki ortaya çıkarılmıştı. Bu insanları birbirine bağlayan ağ, sadece Çakıcı’ya pasaport temin etmekle sınırlı değil; söz konusu kişiler belirli bir devlet görevi çerçevesinde birlikte davranmanın oluşturduğu bir ‘hukuk’a da sahipler. Bu devlet görevi ise 84 yılında Paris’te Alfortville semtinde Ermenilerin yaptırmış olduğu ‘Soykırım Anıtı’na bomba koyulması… Bu birlikteliğin yukarıdan gelen talimatlar doğrultusunda kurulduğu ve kişilere resmi unvanlı uzmanlar tarafından eyleme yönelik eğitim verildiği de tekzip edilmeyen iddialar arasında… Gene anlaşıldığına göre, “Türkiye’nin terörist Ermeni saldırılarına karşı aynı lisanla konuşması fikri, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ortaya atılıyor. Bu amaçla, yalnızca MİT ve Emniyet değil, MGK Genel Sekreterliği’nden Dışişleri Bakanlığı’nın kendi halindeki Araştırma ve İstihbarat Dairesi’ne dek her birim harekete geçiriliyor.”

Ancak bu madalyonun sadece birinci yüzü… Çünkü yukarıdaki alıntıyı yaptığım Murat Yetkin Radikal’deki (18 Temmuz) yazısında işin diğer yönünü de çarpıcı bir biçimde ortaya koymuş: “Yeraltı dünyasında kimin yakasına yapışılsa, kimin üzerinden çıkan belgeler vasıtasıyla devletle ilişkisi ortaya çıksa, doğru ya da yanlış bu eyleme karıştığını söylüyor.” Diğer bir deyişle bu bombalama eylemi koruyucu kalkan olarak işlevselleşmiş. Başı sıkışan mafya mensubu Alfortville işinin içinde olduğunu öne sürerek devlet sayesinde hukuktan kaçmanın yolunu aramış… Tabii buradaki ilginç soru, mafyanın koruma aramak üzere niçin bu eylemi tercih ettiği. Yanıt ise, bu eylemin milliyetçi perspektif içindeki anlamında gizli: Ermeni terör örgütü ASALA’nın karşısında yer alınması; hem karşı grubun silahlı olmasından, hem de bu konunun devletin kuruluş döneminde yer almış tarihsel bir tabuya atıfta bulunmasından ötürü, kendiliğinden bir tür ayrıcalık sağlamakta.

Bu ayrıcalık son günlerde çok popüler olan ‘kamusal alan’ kavramına da iyi bir örnek. Çünkü devletle toplumun iç içe geçtiği bu kendine özgü kapalı devre sistem, mafyanın milliyetçilikle ayakta kaldığı; bazı milliyetçilerin ise mafyalaştığı bir imkan alanının da ifadesi. Ermeni meselesinin toplumla devlet arasındaki boşluğu genişleten ve kamufle eden bir yönetim yapısı üretme özelliğinin olduğu anlaşılıyor. Bu yapı ise, kendine has bir iktidar ve rant alanının üretimini mümkün kıldığı ölçüde, bürokrasinin ‘milliyetçi eylem’ üzerinden resmi kanallar içinde hukuk dışına çıkmasını teşvik etmekte…

Yorumlar kapatıldı.