İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Devlet yeraltı ile ilişkisini kesemiyor mu?

Murat Yetkin

Bir yol var: Çakıcı gibilerinin karıştırıldığı işler açıklanarak ellerindeki kozlar alınmalı

Alaattin Çakıcı’nın 14 Temmuz’da Avusturya’nın Graz kentinde yakalanması ile başlayan skandal bir kez daha yeraltı dünyasının devletle olan ilişkilerini gündeme taşıdı. Bunun nedeni, Çakıcı’nın üzerinde taşıdığı sahte ‘yeşil’ pasaportun, MİT emekli üyelerinden Faik Meral’e ait olduğunun anlaşılmasıydı. MİT hemen yayımladığı bir açıklama ile, 1976-99 arasında kurumda çalışan Meral’in, emekli olduktan sonra görev kimliğini istismar etmesi ve ‘terör uzmanı’ sıfatıyla açıklamalar yapması nedeniyle uyarılmış olduğunu söyledi. Zaten adı ortaya çıkar çıkmaz MİT kendi eliyle Meral’i bularak İzmir polisine teslim etmişti.

Meral, basına yansıyan ilk ifadelerine göre, Çakıcı ile 1980’lerin başında Avrupa’daki Ermeni örgütlerine karşı mücadele sürecinde tanıştığını söylemiş. Dünkü Hürriyet gazetesinin haberine göre, Meral ve Çakıcı, 3 Mayıs 1984’te Fransa’nın başkenti Paris’te Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Alfortville semtindeki Ermeni Anıtı’na bomba koyma eyleminde tanışmışlar. Gerçi eski MİT’çi Mehmet Eymür’e ait ‘atin.org’ sitesi, Çatlı’nın “aktif bir eylem için” örgütlendiğini, ancak eylem iptal edildiği için yalnızca “turistik bir gezi yaptığını” öne sürüyor ama, aynı eyleme 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın da katılmış olduğu hep yazıldı.

Çakıcı daha önce 17 Ağustos 1998’de Fransa’nın Nice şehrinde yakalandığında üzerinde Nedim Caner adına düzenlenmiş ve yalnızca başbakan, bakan, milletvekili ve Dışişleri görevlilerine verilen ‘kırmızı’ pasaport çıkmıştı. Daha sonra Radikal, bu pasaportun Türkiye’nin Pekin Büyükelçiliği’nde çalışan MİT görevlisi Yavuz Ataç tarafından boş olarak Çakıcı’ya sağlandığını sonradan doldurulduğunu ortaya çıkarmıştı. Ataç da bu kişilerle Alfortville eylemi nedeniyle amirlerinin talimatıyla tanıştığını söylemiş, hatta Meclis komisyonlarına verdiği ifadelerde, bu gençlerin eğitiminde kısa bir dönem MİT’te yakın dövüş eğitmeni olarak çalışmış olan emekli yarbay Korkut Eken’in de görev aldığını öne sürmüştü.

Devlet kurumlarının başına herhalde bu uyduruk ses bombası eylemi kadar bela açan bir eylem yoktur. Yeraltı dünyasında kimin yakasına yapışılsa, kimin üzerinden çıkan belgeler vasıtasıyla devletle ilişkisi ortaya çıksa, doğru ya da yanlış bu eyleme karıştığını söylüyor. Herhalde dünya terörizm tarihinde bu kadar çok kişiyle, bu kadar eziyetle ve masrafla yapılan, bu kadar çok kişinin sahiplendiği ve bu kadar ele yüze bulaştırılan bir eylem olmamıştır. Asker, polis, istihbarat ve Dışişleri akademilerinde kötü örnek olarak okutulsa yeridir.

Ama asıl önemli olanı bir başka yönü.

Türkiye’nin terörist Ermeni saldırılarına karşı aynı lisanla konuşması fikri, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ortaya atılıyor. Bu amaçla, yalnızca MİT ve Emniyet değil, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nden Dışişleri Bakanlığı’nın kendi halindeki Araştırma ve İstihbarat Dairesi’ne dek her birim harekete geçiriliyor. Önce bu işlerde asker ve polis kullanma fikri ortaya atılıyor. Meclis ve siyasetin olmadığı bir dönemde, askeri yönetimi bu elemanların eylem üzerinde yakalanması, ya da ölmesinin getireceği skandallar konusunda uyaran da, terör eylemleri nedeniyle en fazla kayıp veren diplomatlar oluyor.

Dolayısıyla Avrupa ve Ortadoğu’da Ermeni örgütlerinin peşine düşüp hem istihbarat toplamak, hem de cezalandırmak için gönüllü memleket evlatları aranıyor. Anlaşılan devlet görevlilerinin irtibat kurduğu ve sonra dost olduğu gönüllüler, bir kısmı zaten Avrupa’da yaşayan, bir kısmı uyuşturucu ticaretine bulaşmış (Çatlı’nın uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla Fransa tarafından yakalanıp hapsedildiğini anımsayalım), bazlıları sempatizan, bazıları yönetici düzeyinde ülkücü geçler oluyor. (Çatlı Ülkü Ocakları Derneği İkinci Başkanı idi.) Bunlara, şimdi herhalde pişman oldukları, ne amaca hizmet ettiği, ne işe yaradığı belli olmayan bazı gizli işler yaptırıyorlar. Faik Meral’in MİT tarafından uyarılması, sanırım Beyrut’ta yaptığı bu tür görevler hakkında yerel televizyonlarda konuşmaya başlaması ardından oluyor.

Daha sonra bu faaliyetlere, 1983 seçimlerini askerlerce öngörüldüğü gibi Turgut Sunalp değil, Turgut Özal’ın kazanması ardından, 1984 yılında son veriliyor. Duyulduğu kadarıyla bunda Alfortville bombalamasının getirdiği tepkilerin payı oluyor.

Bu konuları güvenlik yetkilileriyle konuştuğumuzda “Ne yapalım? Yasadışı işleri izleyecek adamları cami avlusundan bulamıyoruz ki, o dünyadan birilerini buluyoruz” yanıtını alıyoruz.

Oysa birlikte çalıştığınız adamlar bırakın bu işleri gizli tutmayı, duyurmayı kendisine itibar ve rant kapısı yapacak nitelikte kişiler olmuş. Elinizdeki malzeme işte bu.

O nedenle belki de izlenecek daha kestirme bir yol var: Bu tür adamların karıştırıldığı işleri, olabildiğince ilan edip bir bahar temizliğine gitmek. Artık yeraltı dünyasında kimsenin çıkıp “Ben devletime hizmet ediyorum” demesine meydan vermemek.

Yorumlar kapatıldı.