İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ruhban Okulu ne ki?

M.Ali Kışlalı

Büyükada’daki ‘Ruhban Okulu’nun 33 yıl sonra yeniden açılması konusu hemen hemen her gün gündemde. Yıllardır da Batı bunun mücadelesini yapar.

Bu okulun önemi Rum Patrikhanesi’ne dünyanın çeşitli ülkesine göndereceği temsilci yetiştirmesinden ileri gelmektedir.

Bizim ‘Fener Rum Patrikhanesi’ dediğimiz kurumun Batı’daki adı ‘İstanbul ve Yeni Roma Ekümenik Patrikliği ve Başpiskoposluğu’dur.

Bizim kabul etmediğimiz ‘Ekümenik’ unvanı Patriğe sayıları 20 civarındaki ülkedeki Ortodoks kiliselere; başpiskopos, piskopos ve metropolit adıyla birçok temsilci yollama hakkı vermektedir.

Bu temsilciler bulundukları ülkelerde kazandıkları din kaynaklı saygınlıklarıyla çeşitli temaslarda bulunurlar. Genel kanı bu etkinliklerinden ileri gelen gelişmeler Türkiye’ye siyasi baskılar şeklinde yansır. İlgili yabancı devlet adamlarının Patrikhane ile ilgili konularda, sürekli olarak Türkiye’den isteklerde bulundukları görülür.

Lozan Antlaşması sırasında Türkiye, Patrikhane’nin sınırların dışına taşınmasını, Selanik civarına naklini istemiş fakat bu istek kabul edilmemiştir. ‘Siyasi ve idari işlerle uğraşmamak’ koşuluyla, Türkiye’de kalan Ortodoks vatandaşa ruhani hizmet vermek üzere İstanbul’da kalması kabul edilmiştir.

Patrikhane, Türkiye’nin kabul etmediği ‘Ekümenik’ unvanıyla diğer ülkelerde, evrensel kiliseler ağı oluşturup etkili olmaktadır. İşte, yukarıda da işaret ettiğim; Ruhban Okulu’nun önemi bu kadrolaşmayı sağlamasından ileri gelmektedir.

Patrikhane’nin yurtdışındaki en güçlü örgütü, Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kiliseleri Başpiskoposluğu’dur. Bu örgüt, Türkiye’de yetkili olmadığı, uluslararası siyasi faaliyetlerde kullanılır. Böylece çok büyük maddi kaynaklara ve Rum lobisiyle birlikte, siyasi ağırlığa sahip olmaktadır.

Yıllardan beri Patrikhane’nin, diğer ülkelerdeki faaliyetleri Ankara’da kaygı yüklü kuşkuyla izlenmiştir. Bu husus, Türkiye’de hep sözü edilmiş Yunan ‘Megali İdeası’ -Büyük Ülkü- olarak bilinen tehdit unsuru içerisinde dikkate alınır. Bu da ‘Yayılmacı Helenizm Politikası’ anlamına gelir.

Bu anlayıştan dolayı Patrikhane’nin her adımı daha önem kazanmıştır.

Türkiye için bu kadar dikkate değer olan kurumun yurtdışı kadrolarını yetiştiren Ruhban Okulu mezunlarının yüzde 80’i yabancı uyrukludur (bunların yüzde 75’i Yunan vatandaşı).

Şimdi bu 33 yıl önce çıkarılan Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı olduğundan ve daha sonra Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararı gereğince kapatılan yüksekokulun açılması çabaları son aşamaya gelmiş görünüyor.

Anayasa Mahkemesi 1971’deki kararında kilit noktalarda görev alacak kişilerin gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki özgürlükler, gerek Cumhuriyetimizin temel ilkelerine uygun bilimsel ve idari özerkliğe sahip üniversitelerde yetiştirilmesi gerekliliğini getirmiştir. Ruhban Okulu’nun da bundan dolayı, diğer yüksekokullar gibi üniversiteye bağlanması gerekiyordu.

Okulun yüksek kısmı kapatılmakla birlikte lise bölümü açık tutulmuşsa da öğrencisi kalmamıştır. Ama öne sürüldüğüne göre burada çeşitli eğitim kapsamında rahiplerin yetiştirilmesi ve yurtdışındaki kiliselere gönderilmesi sürmektedir.

Ruhban Okulu’nun kapatılması Yüksek Ruhban Okulu’nun yasa ve Anayasa Mahkemesi kararınca bir üniversiteye bağlı olarak faaliyet göstermeyi reddetmesi üzerine gerçekleşmiştir.

Şimdi çeşitli dış baskılar karşısında aranmakta olan formüllerin irdelenmesi ayrı bir konu olarak güncelleşmiş bulunuyor.

Yapılan tüm önerilerin 1971 yasasına ve Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararına aykırı olacağı görüşü ön plana çıkıyor.

Okulun ve dolayısıyla Patrikhane’nin gerçek işlevi hakkındaki tartışmalar sürerken.

* * *

MEDYA NOTU: Mülkiye’den (benden önce) ilk gazeteci olarak mezun olup biz meslektaşlara önderlik yapan dostum Altan Öymen de, Referans’taki yazısında aynı hafıza hatasını yaptı. İsmet İnönü’nün ‘… o zaman yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünya içindeki yerini bulur’ sözlerini, Türkiye’yi tehdit eden mahut Johnson Mektubu üzerine söylediğini yazdı. Oysa İnönü o sözleri, kendisiyle Time dergisi adına yaptığımız bir mülakatta (Büyükelçi İldeniz Divanlıoğlu resmi tercüman idi) ‘Müttefikler Kıbrıs’ta haklı durumumuzu kabul etmezlerse ne olur?’ sorumuz üzerine söylemişti. Bu konudaki hata hep yapılıyor.

Yorumlar kapatıldı.