İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Taner Akçam´dan `Türk-Ermeni Gerilimi, Diyalog ve Çözüm Yolları´ Semineri

Ertan Gün

Toronto- 28 Haziran genel seçimler öncesinde Kanada Türk Toplumu, ‘Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı‘na, “evet” oyu veren adayları seçmemek için kampanyalarını sürdürüyor. Kanada’daki Türk dernekleri ve 19 Türk derneğini bünyesinde barındıran, ‘Kanada Türk Dernekleri Federasyonu’ dayanışma kurarak Kanada Türk Toplumunu seçim konusunda bilinçlendirmeye çalışıyor.

Öte yandan, ABD’de Minesota Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Taner Akçam, Toronto’da verdiği seminerde “Anadolu’da Ermeni soykırımı olmuştur” tezini savundu. Akçam, Ağustos ayında yeniden Kanada’da olacak.

Virgülüne dokunmadan Taner Akçam’la söyleşiyi yayımlıyoruz:

-Mayıs ayı sonunda Montreal ve Toronto’da toplantılar vererek “Ermeni soykırımı olmuştur “ tezinizi savundunuz. Yeniden Toronto’ya geleceksiniz, niçin?

-Ağustos ayı başında Minnesota Üniversitesi’nin (ABD) ve Zoryan Enstitisü’nün (Kanada) ortaklaşa düzenledikleri, Human Rights and Genocide ( İnsan Hakları ve Soykırım) isimli 15 günlük yaz okulunda “ Türk-Ermeni gerilimi, diyalog ve çözüm yolları” konularında dersler vereceğim.

-Konferanslar verirken, akademik tarihçi kimliğiniz dışında, herhangi bir vakıf,parti veya derneğin sözcülüğünü üstleniyor musunuz?

-Ben aktif siyaseti 1986 yılında bıraktım.80’li yıllarda, PKK ile çok maceralı bir dönemim oldu.Solun içinde demokratik bir yapının oluşması için çalışıyor, sorunların şiddet temelinde çözülmesine ve siyasette şiddete karşı çıkıyordum.PKK’nın hedefi oldum. Siyasal hareketim içerisinde, çok sevdiğim birkaç arkadaşım PKK tarafından öldürüldü.Ve ben doğrudan siyasetle ilişkimi bıraktım.Şüphesiz, siyasi konularda da bir şeyler yazdım ve hala da yazıyorum, ama doğrudan siyasetle ilgim yok.1988’den beri akademik olarak çalışmalarımı sürdürüyorum.

-Seminerlere genellikle Ermeni kökenli kurumlar çağırıyorlar sizi, öyle mi?

-Amerika’da öyle.

– Avrupa’da?

-Öyle değil.

-Türk tarihçilerinden ya da derneklerinden bu tür talepler geliyor mu?

-Almanya’da Türk derneklerinden geliyordu.Bunun dışında üniversitelerden seminer talepleri sürekli geliyor.

-Toplantılarınızda Türkiye’ye de bir mesaj vermeye çalışıyor musunuz?

-Hayır, hayır. Herhangi bir mesajım yok.Özel bir hedefi amaçlayan politik bir faaliyet içinde de değilim. Son dönemde toplantı serilerinin yapılmasının nedeni, yeni çıkan kitabım içindi. İngilizce ilk kitabım yayınlandı. ( İmparatorluktan Cumhuriyete: Türk Milliyetçiliği ve Ermeni Soykırımı. ) Sonra da kitabın tanıtımı için toplantılar düzenlendi, adet böyle…Yayınevi kitabını tanıtmak için yazarını gezdirerek, kitabını tanıtıyor.Ben de kitabı tanıtma toplantıları yaptım, hepsi bu kadar.

– Kanada’da gerçekleştirdiğiniz toplantıların, 21 Nisan’da Kanada Parlementosunda tanınan ‘Ermeni Soykırımı Yasa’ sından 1 ay sonrasına denk gelmesi tesadüf mü?

– Bu kafayla bakarsak, “normal” zaman bulamayız galiba. Her tarih mutlaka bir başka tarihe yakındır. Süphesiz ki, tesadüf. Haberim bile yok…Bu tür politik olaylardan, dolaylı olarak, basında yer alırsa haberim oluyor. İşin o yönüyle ilgilenmiyorum.Ayrıca şöyle bir şeye de dikkat ediyorum; Ermeni örgütlerinin muhtemel kendi programları ve politik takvimleri var. Bu tür toplantılara davet edildiğim zaman, konuya, içeriğe ve gündeme bakarım. Kesinlikle ve kesinlikle, bazı Ermeni örgütlerinin politik takvimlerinin içinde veya bir kenarında değilim, olmak da istemem.Bunu onların çalışmalarını olumsuzlamak için değil, fakat doğrudan siyasetle ilişkim olmadığını belirtmek için söylüyorum.

-Siz tarih bilimiyle ilkin ilgilendiğinizde, doğrudan Ermeni tarihini mi araştırdınız ?

– 1988 yılında, ‘Osmanlılarda ve Türkiye’de işkence tarihi’ üzerine çalışmaya başladım. Bu çalışmanın bir ürünü olarak, ’’ Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence” adıyla bir kitabım çıktı.Bu çalışma kapsamında ‘19. yüzyılda Osmanlı toplumunda işkence ve şiddet’ konusunu araştırıken Abdülhamit dönemi üzerinde durdum.O dönemi okurken 1894-1896 yıllarındaki katliamlarla karşılaştım.Bu iki yıl içerisinde, 12-13 vilayette, Abdülhamit’in organize etmesiyle 100 binin üzerinde Ermeni öldürülmüş, ondan sonra da ilgim arttı tabi ki…Zaten her Türk’ün, entellektüelin bu konuda merakı var. Herkes bu konuya “karışık ve karanlık konular “ olarak bakıyor. “Galiba bir şeyler olmuş”, “bir şeyler olmuş ama her iki tarafın da suçu var galiba” , “Ermeniler de az yapmamış” falan gibi, ortalama kanaat sahiplerinden birisi de bendim.Konuya ilgimin artması, başkaca tesadüf şeylerle de birleşince 1991’den beri çalışıyorum.

-Etnik kökeninizi tanımlar mısınız, etnik kökeninizin çalışmalarınızda yanlı davranmasına izin veriyor musunuz?

-Bu da çok ilginç, yeni moda oldu zaten. Eskiden yoktu böyle şeyler. Son 10-15 yıldır, Sovyetlerin çökmesinden sonra etnik köken modası oldu.(Gülerek) Herkes etnik kökenine bakıyor. Vallahi ben çok safkan bir Türküm. Kars’ta “Ahiska Türkleri” derler bize. Ve, bizim sülalemizden birilerinin Ermeni çeteleri tarafından öldürülmüş olma ihtimali de oldukça kuvvetli. Ama etnik köken vb. tür şeyler, benim çalışmamı etkileyen şeyler değil. Ben sonuçta bir akademisyenim ve bilim adamı olarak konuyu araştırıyorum.

– “ Anadolu’da Ermeni Soykırımı olmuştur “ diyen ilk Türk tarihçisi, siz misiniz?

-Bildiğim kadarıyla benim. Ama dikkatli olmak lazım; birisi çıkar; “falan yerde, feşmekan kişi, daha önce akademik bir çalışma yapmıştır” diyebilir.Ama şu kesin ki, bu konuda ilk Türkçe kitabı yayınlayan benim.Bu konuda, Türkçe açık olarak konuşan da benim.

-Tarihle siyaset birbirine bağlı konular, pek ayrılmıyor, Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi durumunda, ne gibi kazançları ve kayıpları olur sizce?

-Herhangi bir kaybı olabileceğini zannetmiyorum. Kazancı olur. Yani uluslararası platformda prestiji artar. Örneğin, Almanya kendi tarihi üzerine konuşuyor diye, kimse Almanya’yı suçlamıyor. Aksine Almanya örnek olarak gösteriliyor. Almanya örneğinin diğer ülkeler tarafından devam ettirilmesi isteniyor. Türkiye’nin soykırımı kabul etmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok çok önemli. Çünkü, demokratik bir kimlik; toleransa, hoşgörüye, kardeşliğe, eşitliğe dayanan bir kültürdür. Bu da ancak tarihteki bu tür haksızlıkların üzerine açık konuşmayla başarılır.Sen yediğin haltların üstünü örterek, iyi bir insan olmayı beceremezsin. Ancak ve ancak yediğin haltları toplum olarak konuşmayı başarırsan, bir daha aynı haltları yemezsin. Toplumlar, tarihte işlemiş oldukları kötü davranışları konuşmadıkları ve bunu dillendirmedikleri sürece, aynı şeylerin yeniden ortaya çıkma şansları artar…Türkiye’de yeniden bir ‘Susurluk Olayı’ zor olur. Çünkü, ‘Susurluk’ üzerine Türkiye çok konuştu. Eğer Ermeni ve Kürt meselesi üzerine vaktiyle Türkiye’de daha rahat konuşulabilseydi, bir Susurluk olmazdı; Kürt meselesi bu boyutlara gelmezdi.Yani toplumların sorunlarını demokratik kanallarla çözebilmesi, tarihte yaşanmış olayların açıkça konuşabilmesiyle doğru orantılıdır. Demokratikleşme sürecinde Türkiye’nin 1.’ci kazancı bu olacaktır. 2.’ci kazancı ise, Türkiye bu konuda çok gelir elde eder.Anadolu’da bugün hala Ermeni kültürünün izleri var, Ani şehri var örneğin, Kars’ta çok büyük ve muhteşem bir abide. Giderseniz oraya girmek yasak. Jandarmadan özel izin alıyorsunuz, gidip gezdiğiniz zaman, bu antik şehrin içerisinde tek bir Ermeni kelimesi göremiyorsunuz. Yani en basiti, bırak Ermeni “soykırımı”nı kabul etmeyi, aradaki ilişkilerin düzelmesi açısından, Ani şehrini restore edip, turizme açtığı zaman yılda milyonlarca dolar gelir elde eder. Ermenistan’la ilişkilerin geliştirilmesinde olumlu adımlar atılır.Uluslararası planda, özellikle Amerika’da, size destek veren son derece güçlü bir Ermeni lobisine sahip olursunuz, bunların büyük kısmı orijin olarak, zaten Türkiye’den gelen insanlar. Örnekleri çoğaltmak mümkün, sonuçta kazancınız olur, başka bir kaybınız olmaz.

[Yazarın notu: Kars’ın 44 kilometre doğusundaki Ani Harabeleri’nin çevresindeki yasak bölge, Bakanlar Kurulu kararı ve Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı ile kaldırıldı. Harabeleri görmek isteyen yerli ve yabancı turistler artık izin almadan ve kimlik bildirimi yapmadan tarihi eserleri gezebilecek. Şimdiye kadar yasak olan fotoğraf ve kamera çekimi de yapılabilecek.5 kilometrelik bir alanı kapsayan Ani kentinde 10 kilise, 1 saray , 2 cami, 1 köprü ve bir de kervansaray bulunuyor. Kuruluşu millattan önce 130’ lu yıllara dayanan Ani kenti, uzun yıllar Ermenilere başkentlik yapmış. Kaynak: 31 Nisan 2004 tarihli http://www.ntvmsnbc.com/news/268125.asp ]

-Peki Ermeni Toplumu açısından ele alalım; bilinçli veya bilinçsiz “Ermeni soykırımı olmuştur” diyen Ermeniler ne kazanıyorlar?

-Herhangi bir şey kazanmak için söylemiyorlar ki…Çok basit bir sorunları var. Sonuçta bunlar, çoğunlukla amcasız, dayısız, teyzesiz büyümüşler.Annelerinin ve hayatta kalmış akrabalarının, gizli köşelerde belli tarihlerde ağladıklarını görerek büyümüşler. Dolayısıyla onların hikayelerini dinlerseniz, meseleyi daha rahat anlarsınız.Elbette, bir takım politik örgütler, bu meseleyi politika aracı olarak kullanıyor olabilirler; ama sonuçta hiç bir topluluk “vay bana tarihte böyle birşey yapılmış, ben bunu nasıl kullanırım” diye oturup kalkıp hesap yapmaz. Şu andaki en büyük problem, esas olarak kendilerine yapılmış olan bu tarihi haksızlığın kabul edilmiyor olmasıdır.Cinsel taciz ve ırza geçme konusunda yapılan çalışmalardan biliyoruz, bu tür saldırılara maruz kalan kadınlar da benzeri sorunlarla karşılaşırlar.Bu tür saldırıya uğrayan kadınlar açısından en büyük sorun, kendilerine yapılan kötülüğün, başkaları tarafından kabul edilmiyor olmasıdır. Kadını suçlamak çok yaygındır: “senin de kabahatin yok mu” diye. Toplum psikolojisi de bunun gibi…Dolayısıyla, en önemli adım: aynen bir saldırıya uğramış kadının iyileştirilmesinde olduğu gibi, ilk önce bu topluluğun böylesi bir haksızlığa uğradığını kabul etmemiz gerekir. Bu bağlamda, şu andaki Türk Ermeni ilişkileri açısından en önemli problem; Ermeni topluluklarının başına gelenlerin Türkler tarafından bilinmiyor olmasıdır.Bizim, onların bu hikayelerini ‘bilir’ hale gelmemiz ve kendilerini dinlemeye hazır olduğumuzu göstermemiz gerekiyor. Daha sonra, Ermeni intikam eylemleri vb. gibi diğer sorunları daha rahatlıkla konuşabiliriz.

-Tarihçileri okurken, soykırım için bazen 1915-1917, bazen de 1915-1923 tarihleri kullanıldığını görüyorum. Hangisinin doğru olduğunu öğrenebilir miyim?

-Öğrenemezsin.Çünkü bu konuda herkes sana değişik cevap verir.

-Size soruyorum

-Ben 1915-1917’yi kullanıyorum.1918-1922 yılları arası Kafkaslarda yaşananların “soykırım”ın devamı olarak tanımlanması, bana pek doğru gelmiyor.Genel olarak popüler düzeyde ve Ermeni örgütlerin propagandalarında daima 1915-1923 diye yazılır.İşin propaganda yönü beni pek ilgilendirmiyor. Bu konuda ciddi bir tartışma yapıldığı zaman soru şu olur: “ 1918-1922 döneminde Kafkaslarda yaşananlar, 1915-1917’nin devamı sayılabilir mi, sayılamaz mı?” Sovyet kayıtlarına göre, Kafkaslarda 2-3 yıl içinde öldürülen Ermeni sayısı 200 binin üzerindedir. O da inanılmaz derecedeki bir katliamdır. Ve 1915’de görev almış birçok Osmanlı subayı, bu katliamlara “yarım kalmış işin tamamlanması” olarak da bakmaktadırlar. Fakat aynı dönemde, oralarda Müslüman katliamları da vardır. Ben, onların sadece intikam eylemleri olarak açıklanması taraftarı değilim.Gerçi bu konu üzerinde çok ciddi bir çalışma yok ve insanlar soruna daha çok “tencere dibin kara, seninki benden kara” gibi yaklaşıyorlar.Yani hiç kimse, belli bir mesafeden durarak sakin ve rahat konuşma taraftarı değil. Onun için de, çok ciddi verilerimiz ve çok ciddi rakamlarımız yok elimizde. 1915-1923 tarihleri arasında olanları düzenlilik ve süreklilik olarak görüp, onun soykırımın 2. veya 3. aşaması olarak açıklayan tarihçiler var. Bunu,1918 sonrası bölgede görev yapan Türk subaylarının bile, 1915 temizliğini yapanlarla aynı olmasına da dayandırıyorlar.Gerçekten ortada böyle bir süreklilik var, ama bana göre 1918-1922 arası daha çok karşılıklı etnik temizlemeye uyuyor.Yani özellikle 1919 sonrası, Ermeni birliklerinin, yenilen Osmanlı ordularının yerini almaya başlaması ile birlikte, her iki taraf da, kendisi için devlet sınırı diye seçtiği alanın içerisindeki Ermeni ve Müslümanı karşılıklı olarak yok etmek ve sürmek istedi. Tabiki Türkler çok kuvvetli olduklarından, çok daha fazla Ermeniyi yok etti.

-Bir de soykırımın sayıları üzerinde çok tartışma var: 1,5 milyon deniyor, 800 bin deniyor, 1 milyon 100 bin deniyor ?!

-Bu da çok önemli değil.Çok anlamsız bir tartışmadır. Akademisyenlerin çok güldüğü konuların başında, rakamlar üzerine tartışma yapanlar gelir. Yani 1 milyon değil de, 800 bin olsa, soykırım olmamış mı olacak ?! 600 bin olsa yok mu sayılacak ?! 600 bin insan bu !…Havuçtan, salatadan, hıyardan bahsetmiyorsunuz. Ali Sami Yen stadyumu 20 bin kişi alıyor, bu stadı 30 defa doldur, boşalt. Doldur, boşalt ve her seferinde öldür bu adamları, öyle düşün.Yani sonuçta; kabak, kavun, patlıcan, salata kesmiyorsun, insanlar üzerine konuşuyorsun.1948’de Birleşmiş Milletler soykırımın tanımını yaparken “şu kadar olacak” diye bir sayı vermez ki! Yugoslavya’da bile 7 bin Boşnak Müslüman öldürüldü diye, bir Sırp generali soykırım suçundan ceza aldı. Dolayısıyla rakamlar çok önemli değil. Hangi rakam var?! Vallahi bir tane resmi rakam var ortada. O da Osmanlı resmi rakamıdır; 1919’da Osmanlı Dahiliye Nezareti’nin ( İçişleri Bakanlığı ) resmi açıklamasıdır. O dönem bir komisyon kurmuşlar ve komisyon 3 ay araştırma sonucunda karar vermiş : “ Bizim 1.Cihan Harbinde öldürülen Ermeni sayısı 800 bindir “ demiş. Bu Mustafa Kemal’in kullandığı sayı, bu Damat Ferit’in kullandığı sayı. Yine 1927 yılında Genel Kurmay Baskanlığı’nın çıkarmış olduğu “ 1.Cihan Harbinde Kayıplar “ adlı bir kitabı var, bu kitapta da 800 bin sayısı verilmiş.Ayrıca Türk Tarihçisi Yusuf Hikmet Bayur, kendi eserinde “bu sayılar doğrudur “ diye yazar ve bir de dip not düşer “elimizdeki bilgilere göre “ diye.

-Birleşmiş Milletlerin yaptığı “soykırım” tanımında, 1948’den sonraki olaylara mı “soykırım” deniyor, yoksa önceki olaylar da bu konunun kapsamına giriyor mu?

-Bu konunun 2 boyutu var.Tanım olarak kullanabilirsiniz.Nitekim, TARC (Türk Ermeni Barış Komisyonu) geçen aylarda uluslararası bir hukuk enstitüsüne başvurmuştu. Aslında başvuruyu Ermeni tarafı istemiyor, karşı çıkıyordu. Türk tarafının dayatması ile başvuru yapıldı.Gündüz Aktan, soykırımın hukuki bir tanım olduğu ve 1948 öncesine uygulanmayacağı argümanını kullanıyordu. Ona göre 1915 yılında olanlara, hukuken “soykırım” denemezdi. Çünkü “1948’de yapılmış bir kanunun, o tarihten önceki olaylara uygulanması hukuk kuralı olarak mümkün değildir. Sonuçta, Uluslararası Hukuk Enstitüsü’ne başvurdular.Aldıkları cevap çok net oldu: “Elbette ki, soykırım tanımını 1948 öncesi olayları tanımlamak için kullanabilirsiniz ve 1915’de yaşananlar da soykırım tanımına uygundur, kullanılabilir.” Buradaki mantık çok basit: kanser hastalığının adı bugün kondu diye, bu adın konulmasından önce, diyelim ki 5-10 yıl önce kanserden ölmüş adama “ kanser hastasıydı” diyemeyecek miyiz ? Diyeceğiz tabi ki… Hastalığın adı sonradan kondu diye, daha öncekine aynı ad verilmeyecek diye bir şey yok.

-Uluslararası hukuk ilkelerine göre ‘yasadan önceki suçlar geleceği bağlamaz’ gibi bir savunma söz konusu olamaz mı?

-Doğrudur.Bu önemli ve ciddi bir argümandır. Pozitif hukukun genel kuralı der ki: “yasa geçmişe dönük kullanılmaz.” Dolayısıyla, 1948’deki soykırım tanımının ve bunun getirdiği diğer yasal düzenlemelerin, 1915’e ilişkin olarak hukuken uygulanamayacağı, ciddi bir argüman olarak ileri sürülebilir. Fakat, bu da hukuken tartışmalı bir konu olarak ortada durur. Bu konuda, karşı argüman da kuvvetlidir. Örneğin, Nuremberg Yargılamalarında, Naziler mahkeme edildiği zamanki hukuki zemin,Yahudilerin öldürülmelerinden sonra inşa edilmişti.Yani, geriye dönük kullanıldı.

– Tartışma zeminlerinde; ‘soykırım’, ‘iç savaş’, ‘tehcir’, ‘isyan bastırma’ sözcükleri birbiriyle çok yer değiştiriyor.Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bu kavramlar birbirinden çok farklı.’iç savaş’ tezi yeni uyduruldu ve hemen bırakıldı. İç savaş, bildiğim kadarıyla, Justin Mc Carty’nin uydurduğu bir şeydi. İşe bilimsel bir kılıf bulmak, bilimsel bir hava vermek için yapıldı.Türk tarafı da, “bu işte bir hikmet var” deyip hemen bu tezin üstüne atladı ve bir çok kişi “iç savaş oldu” demeye başladı. Fakat şimdi ‘iç savaş’ tezinden resmi olarak Türk tarafı vazgeçti. Kişisel olarak kullananlar varsa bile, bu, resmi Türk tezi değil. Türk Tarih Kurumu’nun başkanı Yusuf Halacoğlu, son yazdığı kitaplarda, hiç bir biçimde iç savaş olmadığını söyler. Haklı da, ortada iç savaş yok ki “iç savaş” desin. İç savaş 2 karşıt tarafın, karşılıklı cenk etmesi demektir, değil mi?

-Evet, savaşın tanımı öyle…

-E, şimdi kardeşim1 milyon Ermeni’yi, Anadolu’nun her bir tarafindan alıp sürüyorsun Suriye’ye, ve ortada bir iç savaş var diyelim. E, be Allahın kulu, bu savaşan Ermeniler nerede yahu?! Bir tanesi de çıksın, sizin sürdüğünüz Ermeni konvoylarına saldırsın… Eğer iç savaş varsa, iç savaşın öteki tarafı olan Ermeniler: “ Ulan, bu Türkler bizim çocukları sürüyorlar “ diye, konvoylara saldırıp, en azından 1-2 yerde, Ermeni sürgünleri kurtarması veya çatışma olması gerekmez mi? Bu konuda koca Osmanlı arşivinde, “efendim, şu bölgeden geçerken, konvoyumuza,iç savaş yaptığımız Ermeniler saldırdı” diyen bir tek belge, tek bir kelime yok. Dönemin aktörlerinden hiç birisi, olayları aktarırken, “biz Ermenilerle iç savaş yaşıyorduk, zorluklarla sürdük adamları savaş bölgesinden” gibi tek bir kelime, bir tek şey söylemiyorlar. Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halacoğlu’ da, haklı olarak “konvoyların gittikleri hattın üzerinde herhangi bir vak’a-i hayriye yok. Son yüzyılın en sorunsuz, en başarılı göç olayı gerçekleşmiştir “ diye yazıyor. Hakikaten de öyle.Çünkü öldürmeler, bu konvoyların geçtiği özel yerlerde yerleştirilmiş Teskilat-ı Mahsusa birliklerince yapılmış.Dolayısıyla ‘iç savaş’ diye bir şey yok.

-Ermenilerin göçe zorlandıkları sırada, açlıktan ve susuzluktan öldüklerini ve buna “soykırım” denilemeyeceği, görüşünü ileri süren tarihçiler de var.

-Çok önemli ve teknik bir konuya değindiniz.Uluslararası ‘soykırım’ tanımı: “Soykırımın olabilmesi için, kasıt faktörü olmalıdır” der.Yani; “insanların başka bir yere sürülmesi halinde birileri ölüyorsa, ama bu işin içinde öldürme kastı yoksa, buna soykırım denilemez” diyor, tanım.

-Peki kasıtı nasıl anlayabileceğiz?

– “Benim kastım Ermenileri öldürmektir, aslında sürmek değildir” diye bir belge bulmak lazım.

-Var mı öyle bir belge?

-E, hangi geri zekalı böyle bir belge bırakır?! Hiç kimse bırakmaz…Hitler bile, “benim kastım yahudileri toptan imha etmektir” diye bir belge bırakmamış. Dolayısıyla, uluslararası hukuk; “eğer kasıtı ispat eden bir belge yoksa bile, eylem söz konusu gurubun imhasına yol açabilecek sonuçlar doğuruyorsa, kasıt unsuru tamamlanmıştır ve bu bir soykırım sayılır” der. Bizim örneğimizde öldürme amaçlı sürgünler,1915’in mayıs başında başlıyor ve varsayalim ki, Türk tarafının hiç bir öldürme kastı yok. Mayıs ayı geçiyor, haziran, temmuz geçiyor. Kasım, aralık, aylar geçiyor…Yahu, insanlar ölüyor! Durmadan telgraflar geliyor İstanbul’a…Sonuçta İstanbul Hükümeti, kasti olarak Ermenileri sistemli olarak öldürmeyi amaçlamıyor olsa bile, yaptığı işin sonucu olarak insanların düzenli olarak öldürüldüğünden, imha edildiğinden sürekli haberdar oluyor.Buna rağmen işi durdurmuyor ve devam ediyor, yani ölümleri bilerek işine 1917’ye kadar iki yıl boyunca devam ediyor. Dolayısıyla “benim hiç istemediğim bir şey oldu” diyecek durumda değil. En önemlisi: tek bir yerden değil, tüm Anadolu’dan sürüyorlar Ermenileri. Eskiden sadece, “savaş bölgesindeki Ermeniler sürüldü” diye uyduruyorlardı. Kendilerinin yayınladıkları Osmanlı belgelerinden ortaya çıktı ki Edirne’den Ardahan’a, Muğla’dan Trabzon’a, Bolu’dan Kastamonu’ya kadar, ne kadar Ermeni yaşıyorsa, hepsini bulunduklari yerden sümüşler.

Ayrıca, zaten İstanbul’da 1919-1922 arasında yapılan ‘İttihat ve Terakki yargılanmalarında, sürgünden kastedilen şeyin imha olduğuna dair çok sayıda bilgi ve belge ortaya çıktı. Bunlar ya bölgelere yollanan telgraflardı ya da şahit ifadeleriydi. Bu şahitler de, ordu komutanı genareller, bakanlar ve valilerdi.Yani Osmanlı bürokrasisinin elemanları…Bu konuda daha fazla bilgi isterseniz, benim ‘İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu’ adlı kitabıma bakabilirsiniz.

-Peki, suçlu kim? Bu soruyu hükümetler ve yönetimler çerçevesinde ele alır mısınız?

-Elimizdeki bilgilere göre, soykırım, tamamiyle İttihat ve Terakki Partisi’nin eseridir. Karar, Merkez Komitenin yaptığı bir dizi toplantılarda alınmış gözüküyor. Hükümetin bu işle hiç bir alakası yok. Ne olup bittiğini bile çok sonra öğreniyorlar.

-Sözünü ettiğiniz soykırımı gerçekleştiren toplumlar (halklar) kimler, cellat kim?

-Cellat, Teşkilat-ı Mahsusa birlikleridir. Cinayetleri, sayılarının 30.000 civarında olduğunu tahmin ettiğimiz, Kürt aşiretleri, cezaevlerinden boşaltılmış hükümlüler ve Balkan-Kafkas göçmenlerinden oluşmuş, Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri işlemiştir. Bunun dışında, Bitlis, Mardin, Siirt ve Van civarında doğrudan ordu birlikleri, Ermenileri sürmeden, köylerinde imha etmişlerdir. Sivil halkın konvoylara saldırıp cinayet işlediği durumlar da olmuştur ama yardımcı olup kurtardıkları durumlar da…Ölümlerin önemli bir kısmı, çölde, insanlara yiyecek ve su verilmeyerek gündeme gelmiştir.

-Toronto Türk toplumunca bir tartışma platformu düzenlense, ve soykırım karşıtı kişiler de yanınıza otursa; böylesi bir açık oturum içinde yer almak ister misiniz?

-Bir tek şartım olabilir: Konuşmasını ve dinlemesini bilen birileri olacaksa…Açık söyleyeyim; ben bizim millette -eğer üniversite öğrencileri değillerse- bu olgunluğu göremiyorum.Ellerindeki 3-5 fikir kırıntısıyla saldırmayı marifet sayan, tuhaf bir topluluk var maalesef…Benimle sorulu-cevaplı sohbet toplantısı düzenlerseniz daha verimli olabilir.Ama oraya da, dinlemek isteyenlerin gelmesi koşuluyla.Öncelikle, konuşma ve dinleme becerisine sahip bir topluluk önünde konuşmak önerisinde bulunuyorum yani.Tuhaf ama böyle…

Kaynak : Sansursuz.com

23 Haziran 2004 06:07

Yorumlar kapatıldı.