İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadilde yayınlar ve kültürel kimlikler

SAMİ EVLİ

Birçoğumuz TRT’de başlayan anadilde yayınlarla ilgili haber ve yorumları haftaiçinde yazılı ve görüntülü medyadan takip etme fırsatını bulduk. Bunların en ilginçlerinden biri şüphesiz pazartesi günü yapılan Boşnakça yayına Boşnak kökenli vatandaşlarımızdan gelen tepkilerdi. Boşnak kökenli vatandaşlarımızın İstanbul’da yoğun olarak yaşadıkları Bayrampaşa’daki Yıldırım Mahallesi’nin sokaklarında Boşnakça konuştuklarını, TRT’nin yarım saatlik yayınını teknik ve içerik yönünden yetersiz olarak değerlendirdiklerini, buna karşın yaşadığımız küresel köyde uydu aracılığıyla Bosna-Hersek, Sırp ve Karadağ TV’lerini izleyebilme olanağını bulmalarının trajikomikliğini öğrenmemiz bir yana olayı ilginçleştiren kendilerini azınlık statüsüne konmuş gibi hissettiklerini ifade etmeleriydi.

Birileri çıkıp da Boşnak kökenli vatandaşlarımıza “Siz azınlıksınız!” mı dedi bilemeyeceğim ama AB süreciyle gündeme gelen anadilde yayınlar, parmak hesabı yapar gibi yapılan ve buna dayanan bir azınlık-çoğunluk hesabından ziyade “kültürel kimlikler” kavramıyla açıklanabilecek bir olgudur. Bu anlamda büyük şehirlerdeki Egeli, Karadenizli, Orta Anadolulu, Doğulu hemşeri dernekleri ile Alevilik, Süryanilik, Çerkezlik, Lazlık, Kürtlük gibi kimlikler de birer kültürel kimliktir ve kültürel kimlikler olarak kaldıkları sürece de varlıklarını özgür bir ortamın sunduğu olanaklarla sürdürmelerinin hiçbir sakıncası yoktur.

Boşnak kökenli vatandaşlarımızın Bosna Sancak Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği gibi derneklerin çatısı altında toplanmaları ile 2. Lig B Kategorisi A Grubu’nda yer alan ve bu sezon ligi 7. sırada tamamlayan Yıldırım Bosnaspor gibi futbol takımlarını desteklemeleri kendi kültürel varlıklarını ifade etmelerini sağlayan ve Bosna’daki kültürel değerlerini artık birer vatandaşı oldukları ülkemizde de yaşatmaya çalıştıklarını gösteren birer kanıt niteliğindedir. Bu anlamda onlar da birer “kültürel kimlik” sahibidirler. Bununla birlikte kendilerini Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözüyle yerini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı birer Türk vatandaşı olarak tanımlamalarında da yadırganacak bir durum söz konusu değil. Ancak böylesi bir durum “kültürel kimlikler” ve “aidiyet” kavramları üzerinde çalışan akademisyenlerin ilgilenmesi gereken bir konu olarak değerlendirilmeli.

Aslında “kültürel kimlikler” konusu çok çetrefilli ve tartışmalı bir konu olarak duruyor. 11 Eylül olayından sonra bu konu ABD’de masaya yatırıldı ve akademik tartışma konularının bellibaşlılarından biri konumuna geldi. Britanya’da da “kültürel kimlikler”e “çok fazla” serbestiyet tanınmasının
“sosyal devlet” anlayışını zedelediği yönündeki tezler yoğun tartışmalara sebep oldu. Buna karşın AB’nin kültürel alandaki başlıca hedefi bir üst kimlik olarak “Avrupalılık” kimliğinin yaratılması; bunun yanında ulusal kimliklerin varlığını sürdürerek “Avrupalılık” anlayışı içinde harmanlanması; alt kimliklerin tanınması ve varlıklarını sürdürme olanağına kavuşturulması; bunların AB çatısı altında Avrupa kültürünü besleyici birer kültürel zenginlik ve çeşitlilik unsuru olarak güvence altına alınmasıdır.

AB’ye girmenin koşulları belli. Eğer AB’ye girmek istiyorsak anadilde yayınlar ve kültürel kimlikler konusunda bizim üzerimize düşenler ise bunlar arasında “tehlikeli, zararlı/ tehlikesiz, zararsız” gibi ayrımlar ve sınıflandırmalar yapan anlayışları aşmak, uluslararası hukuka dayanan ve bu anlamda idealize edilen, yasalarla güvence altına alınan ve demokratik hukuk devletinin bir gereği olan, tepeden inmeci ve tıkanmış cumhuriyet modernleşmesi anlayışını bu yolla başka bir yöne oturtarak devam ettiren düzenlemeleri yapmak ve uygulamaktır.

SAMİ EVLİ: Doğu Akdeniz Üni., öğrenci

Yorumlar kapatıldı.