İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sabetayistler kimin günah keçisi?

LEYLA İPEKÇİ

Bir süreden beri birtakım ailelerin isimleri tıpkı Nazizm dönemindeki gibi listeler halinde internet sitelerinde, saygın medya kuruluşlarında yayınlanan röportajlarda, ciddi akademisyenlerin dillerinde dolanıp duruyor. Sanırsınız ki bu listelerdeki isimler tek tek mimlenerek temerküz kamplarına götürülecek. Sanırsınız ki bu isimler fişlenerek tıpkı belli dönemlerde Güneydoğu’da yapıldığı gibi bir dizi faili meçhul cinayetle ortadan kaldırılacak. Yine sanırsınız ki bu isimler bu ülkeyi altına üstüne getiren hortumculardan, Bahçelievler katliamı gibi hâlâ yargıda takılan katliamları düzenleyenlerden, Abdi İpekçi cinayeti gibi hâlâ aydınlatılmamış cinayetleri işleyip Türkiye’nin kendileriyle gurur duymasını sağlayanlardan, dokunulmazlık zırhı altında mafyayı kendi karanlık işlerinde kullananlardan, rüşvet yiyen üst düzey bürokratlardan ve adı çeşitli yolsuzluklara karışan asker ve polis kesimindeki bazı isimlerden çok daha tehlikeli bu ülke için! Sanırsınız ki askeri dönemin en sıkı hapishanelerinden kaçırılan suikastçilerle, herkesin gözü önünde ülke dışına kaçırılan mafya babalarıyla işbirliği yapmayı sürdürenlerden, onları kendi çıkarları doğrultusunda kullananlardan bile daha tehlikeli bu ailelerin mensubu olan kişiler! Sanırsınız, Sabetayist denilerek bir kapta boğdurulmaya çalışılan bu ailelerde henüz doğmamış ve doğacak her birey, bu ülkenin en sakıncalı insanları arasına girecek.

Sol cenahtan infaz

“Türkiye’yi Sabetayist gerçeğiyle” yüzleştirme iddiasındaki bazı sol cenah araştırmacılarının ima ve infazla süslü konuşmalarından, yazdıkları sayfalarca kitaplardan öyle anlaşılıyor ki, kendileri “bağnaz” sağcılardan çok daha ciddi araştırmalara imza atmışlar. Fakat sözgelimi “İpekçiler gibi kendilerini saklamayan en ünlü Sabetayistler”den bahsederken nedense bu aileden hiç kimsenin tanıklıklığına başvurma ihtiyacı duymuyorlar.

İpekçilerin telefon konuşmalarından, evliliklerinden bahsederken düzeysiz alıntılarla, toptancı genellemelerle ne dini görüşlerini, ne politik yaklaşımlarını bildikleri sayısız kişinin “gizli gerçeğini tespit ederek” tarafsız gazeteciliklerini sergileyip duruyorlar! Kimilerinin deli kimilerinin dahi dediği, kendisi de yeterince ciddi eleştirilmemekten mustarip olduğunu söyleyen bir profesör bu kez işi sınıfsal bir olguya, solcuların hassas noktalarına sürüklemeyi seçiyor. Kabiliyetsiz olup çok para kazanan herkesten, bir işe yarasın yaramasın her rantiyeden tek bir “veri”nin sorumlu olabileceğini, onun da “köken” olduğunu ima edebiliyor şüpheci bir ton katarak sözlerine. Talihin, aşkın, kalbin, kaderin, dış etkenlerin, yaratıcılığın, insan biricikliğinin, “öteki”yle tutturulan simyanın, insanı asıl belirleyen “bilinmezlik ilkesi”nin denklemini çözmüş, neredeyse insanı insan yapan her isim ve sıfatın kaynağına inmiş ve defterine çiziktirmiş emektar bir bilimadamından daha farklı bir açılım beklenmez miydi acaba?

Özel bankaların içini boşaltanlardan, kamu bankalarındaki yolsuzluklardan, faili meçhul cinayetlerden ve tüm bunların tek kelimeyle de ifade bulabileceği Susurluk’tan çok daha tehlikeli olarak zihinlere nakşolunuyor, şimdi Sabetayist diye yaftalanan ailelere mensup herkes. Ne kabiliyetsizi kalıyor, ne rantiyesi, ne derin devletçisi, ne kendi dinini gizleyeni! Bu nasıl bir solculuktur? Nasıl bir insanlıktır? Daha da vahimi, bu söylemleri günlerce, sayfalarca yayınlayan editörlerin üstü kalın egosantrik desenlerle örtülü vicdanında yatıyor. Bir vakitler irticacı memurların isimleri alt alta yazılarak valiliklere gönderildiği zaman gammazlama yöntemiyle yargısız infazların yapılamayacağını, zira namazında niyazında herhangi bir dini bütün memurun irticacı olup olmadığına bazı yetkililerin kağıt üzerinde karar vermesinin çok büyük hatalara yol açacağını ve laikliği ilelebet korumaya yemin etmiş otoritelerin bu nüansları ayırt edebilmesinin neredeyse imkasız olduğunu haykırırdık birlikte. Bu konuda haber yaparken pür dikkat kesilenler neden bu temerküz kampı listelemeciliğiyle kendi sayfalarında kendi röportajcıları tarafından yargısız infaz yapılmasına hiç ses çıkarmıyorlar şimdi? Reyting derdinin tavana vurduğu nokta mıdır bu? Adalet ile vicdan arasındaki ince ipte ayakta durmayı boşuna mı başarmıştır yoksa bunca yıllık tecrübesiyle bu editörler?

İrticaya karşı Sabetayistler!

Kendisine ve ötekine yapılan her yargısız infazda sesini yükselten kardeşlik ve eşitlik yanlısı bu editörlerin insani reflekslerinin gitgide zayıfladığını ve sayfalarından yükselen ucuz toptancılığın ırkçılığa, faşizme dek gidebildiğini, kafatasçılığın böyle başladığını göremez olduklarını hadi varsayalım. Ama en azından altı-yedi senemi beraber geçirdiğim, benim kiminle seviştiğimi (çünkü kimin kiminle seviştiği de kökenle ilgiliymiş!) kiminle görüştüğümü bilen, iç dünyama kendi ufku oranında nüfuz etmeyi başarmış gazeteciler vardı bu editörlerin arasında. Dolayısıyla İpekçiler arasında tek bir kişinin de olsa, “gizli bir dönme” olmadan yaşadığını biliyorlardı. M. Ali Alabora’nın kendini tenzih ederken bütün İpekçilere hüküm giydirdirmek suretiyle söylediği gibi “Sabetayist eğitimi” almadığını da pekala biliyorlardı o kişinin. Artık ben onların Kürtlere, Ermenilere, Müslümanlara, eşcinsellere, savaş karşıtlarına, kendi hakikatini savunan ve haksızlığa uğrayan topluluklara verdikleri her desteğe gönülden inanabilir miyim?

Peki ya yakın dönemde Sabetayistleri “nasılsa bunlar gizli bir mezhebe inanır, nasılsa Müslüman değildir” diyerek birtakım irticayla savaş faaliyetlerinde kullananlar nerede? Komünistlerden sonraki en azılı düşman olarak bellenen İslamcıların üzerine kulaktan dolma bilgilerle donattıkları Sabetayistleri sürmeye kalkışanlar nerede? Ülkede şeriatçı bir tehdidin hortladığını en kolay inandıracakları kişiler olan “seçkinci ve laik” Sabetayistleri, irticacı diye mimledikleri veya terörist diye infaz ettikleri kişilerin üstüne salanlar nerede şimdi? Nereye gizliyorlar bugünlerde kendilerini? İşleri bittiği, işbirlikçileri gittiği, konjontür değiştiği zaman bazılarını susturdukları, bazılarını ortadan kaldırdıkları gibi, bazılarını da günah keçisi ilan ederek kendilerini daha da derinlere çapalayanlar nerede?

Nerede şimdi iddia edildiği gibi “28 Şubatçılara bizi çıkaracak yolda” önümüze mıcır diye serpiştirilen Sabetayistlerin arkasına gizlenenler? Onların minderlerine daha da gömülmesine sayfalarca “objektif araştırma” yapanlar hizmet vermiş olmuyor mu acaba? Daha da önemlisi, neden bazı kişilerin ipliğini pazara çıkarmak için çok eski bir taktiğe, bir gizli mesihe inanma hikayesine başvuruluyor? İşe bir de dini boyut, açığa çıkmamış bir sır perdesi eklenince daha da inandırıcı olsun diye nasıl bir gayretkeşliktir bu? 28 Şubatçıların, 12 Eylülcülerin “günahları” yeterince fazla değil midir ki, işin içine bir de “gizli dönme” boyutu katılıyor? İnsanın aklına o zaman şu soru geliyor ister istemez: Devletin derin ilişkilerinde konuşlandığı iddia edilen “gizli dönmeleri”, “Sabetayistler”i attığınızda, derin devlet tamamen aklanacak mıdır, dosdoğru temize mi çıkacaktır 28 Şubat’tan?

Saygın bilimadamları!?

“Keşke tezlerim daha fazla eleştirilse” diyen profesör beni bağışlasın. Müslüman avında da, komünist avında da birbirinden değerli akademisyenler vardı; beyin fırtınası estirenler, bilimsel tezlerine, tarafsız fikirlerine başvurulanlar… Nazi döneminde de çok saygın profesörler vardı. Filistin katliamlarına destek veren yazar çizerler arasında da çok değerli akademisyenler vardı. Irak ve Ortadoğu işgalini meşrulaştırmak için yıllar öncesinden medeniyetlerin birbiriyle çatışacağının haberini bize verenler de saygın bilimadamlarıydı. Ama ben konuşurken de yazarken de, dünyada “isim bilimi”yle ilgilenen bütün profesörlerin kafatasçı veya deli olduğunu, işgali savunan bütün akademisyenlerin katliamcı olduklarını söylemiyorum. Aynı özeni soyadı aynı olan iki kişiden bahsederken de göstermeye çalışıyorum. Varsa farkında olmadan bir hatam, özür dilemeye de hazırım. (Bu konuda yayımlanmış kitaplar üzerine daha kapsamlı bir yazım, kitap yazılarımın yayınlandığı aylık kitap ve eleştiri dergisi Virgül’ün Temmuz sayısında okunabilir.)

Şimdi “Sabetayist” denilen ailelerle ne ruh olarak ne beden olarak ismini taşımak dışında en ufak bir yakınlığım olmasına rağmen, sırf bir İpekçi olduğum için bana karşı -da ister istemez- yaptıkları yargısız infaz nedeniyle Mehmet Ali Alabora’dan Soner Yalçın’a her türlü solcuya sesleniyorum: İpekçiler ve Sabetayizm kelimesi hoyrat bir toptancılıkla (bir örnek daha: İpekçiler gibi asimile olmamış dönmeler) ağızlarda sakız edilirken kendi ismimin tenzih edildiğini duymazsam o kişileri de, o televizyon kanalını, o gazete editörünü, o köşe yazarını da mahkemeye vermek zorunda kalacağım.

Varsa çarşaf çarşaf listelenmiş “Sabetayist aileler” arasında kendini gerçekten “Sabetayist” diye tanımlayan, kendi gizli mezhebini yaşamak isteyen, -ki gizli tarikatlara bağlı olanlar gibi Sabetay’a inananlar da herhalde vardır- neden kimse çıkıp da onların neye isterlerse ona inanabileceklerini, isterlerse gözlerden uzak ibadet de edebileceklerini, laikliğin bu demek olduğunu söylemiyor? İşte bu konuda tam da şimdi ağzını açmayanlar, yeri geldiğinde “laikliğimiz elden gidiyor” diye halkın üzerine korku salmaya kalkışanlar (vatandaşını fişleyenler, orduyla hükümetin, yargıyla yürütmenin arasına çomak sokmaya kalkışanlar vs.) değil midir? Hadi genellemeyelim, en azından onlardan bazıları değil midir? Lütfen bazı araştırmacılar da çıkıp “objektif gazeteciliğini” bu konuda konuştursun ve bu gibi sorulara “tarafsız” cevaplar arasın artık. İşe meslektaşlarının yaptığı gibi “mütevazı aileleri” araştırmakla başlayabilirler.

Yorumlar kapatıldı.