İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AYDIN OLMAK ZOR İŞTİR

Türkiye’min “aynaya baktığında utanmak istemeyen” sevgili aydınları ; bu aşağıda okuyacağınız ibret verici “yazı” ve “yazar”a Türkiyem adina siz yanıt verin ! …

Bu mudur Türk veya Türkiye milliyetçiliği, bu mudur yedi düvele tanıtılmak istenen “Türk” veya “Türkiyeli insan” hele hele “Türk / Türkiyeli aydın” imajı ha ?! …

İstirham ediyorum, lütfen siz gereken yanıtı verin ! Türkiyem’i, yurtdışına, Avrupa’lılara, yabancılara değil, ondan da önce … kendi insanına, kendi milletine, rezil kepaze eden bu kafa, bu anlayış değil midir ? …

Hangileri, kimler bu güzel ülkemi önce içte, kendi insanına, aynaya baktıramayan, kompleks sahibi yapan, utancından yerin dibine geçirten, sonra da Avrupa basta olmak üzere, tüm dünyaya şerefini ayaklar altına aldırtan ?!

“Ya sev, ya terket !” ve “Türkiye’yi Ermeni mi temsil edecek ?” diyen anlayışa, sadece su yanıtı veriyoruz :

“Kimi, nasıl ve neden seveceğimizi sadece biz, bizler karar veririz, hele hele nereye gidip gitmeyeceğimizi de, gitmek zorunda kalsak bile, içimizdeki sevgi bahçesinin kime, kimlere karşı hâlâ … açık tutacağımızı da !”

Ve … Türkiye’mi, herhangi bir dalda, bir Hiristiyan – Ermeni’nin temsil etmesinin, çok çok Müslüman Türklere, övünç, kıvanç ve sedef kazandıracağını anlayamayana Allah’tan sifa diliyorum !

RAFFI A. HERMONN

Gazeteci – Arastirmaci – Yazar P a r i s

Değerli okurlar,

Yukarıya aldığım mektubu yayımlamak suretiyle Sayın R.A.Hermonn’un isteğini yerine getirmiş oluyorum . Aslında mektubunda yer alan satırlar yeterince yanıt niteliği taşıyor. Ancak o aynı zamanda gerek düşünce gerek eylem olarak verdiği yanıtı paylaşacağını düşündüğü yurttaşlara ulaşmak istiyor. Bence son derece haklı.

Tekil bir yanıt, çoğu kez bireysel bir tepki düzeyinde değerlendiriliyor. Kalanların susması, cahil cesaretiyle donanmış kafalar için, düşünce ve eylemlerine geçerlilik kazandırıcı onay gibi algılanıyor. Böylelikle kamusal planda “meşruiyet” kazandıkları izlenimi yaratıyorlar.

Gazeteci Yazar’ın mektubuna konu olan, Türkiye’de yayımlanan günlük bir gazetede yer alan haber-yorum(!)dan Haber Türk’ün ilettiği satırlar ise şöyle:

“Ermeni asilli Athena Grubu´nun eroinman tiplerden farkı yoktu !”

“Ne zamandan beri Ermeni asıllı kişiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eder oldu.” diye yazdı… Eurovision şarkı yarışması, bir Ermeni dayanışmasıydı. Ben bir Türk’üm ve Müslümanım. Bu toprakların gerçek sahibiyim, muhafazakarım, devletimi ve milletimi çok seviyorum. Bu sahiplenmelerimle Eurovision şarkı yarışmasını izledim. O dönen adamların yüzünden “semazenlere” olan saygımı ve sevgimi yitirdim.

Değerli okurlar, söz konusu yazıya hak ettiğinden çok daha fazla yer verdiğimi düşünüyorum. Egemen donundaki kimi fikirsizlerin meşruiyet taleplerine olumlu yanıt vermek anlamında olacağı için böyle davranıyorum. Birgün gazetesinin gerisindeki kafa ve kol emeğine saygı açısından hiç yer vermemek daha iyi olurdu.

Ancak, gazeteci okurumuzun, yanıt verme işini -çaresizce- başkalarına havale ettiği satırların yazarı da bir gazeteci.

Düşünce adamı tavrına soyunmuş gazetecilerin ilk örneği mezkur şahıs değil elbette. Kamuyu şekilsiz bir kütle gibi görüp ille de şekil vereceğim diyenleri bilirsiniz. Dert dökme seanslarında ortaya çıkabilecek bireysel “alaca”larını gazete sayfasında fikir yazısı diye yayımlayanlar da bunlar!

Apolitik, postmodern ancak kültürsüz medya entellejansiyası ile muhatap oluşumuz yeni değil. Besleme köşe(ci) yazarlardan yana derdimiz varsa, okuyacağımız gazeteye karar vermemiz yeterli. Ülkemizde aydın olmanın tek ölçütü, seküler reflekse dayalı davranışlar silsilesi olarak algılanıyor. Niteliksiz bir kavramlandırma olarak “reel politik”, böylesi çarpıklıklara zemin teşkil ediyor. Oysa yanlış!

Sözüm ona geniş katılımlı demokrasi tanımı içinde yapay bir iyimserlikle doğrultulmuş, fikirsel ve düşünsel eylemlilikten uzak kabullere siyasa değeri verirken bizlerin yanlışı yok mu? Sol karşıtı politikaların içinde liberal-demokrat aşırı uyumlu sessizliklere büründüğümüzde neyi bekliyorduk? Orduyu göreve çağıran aczimiz 12 Eylül anayasasına bir kez daha onay vermek değil midir? Kendimizi ifadenin tek yolu, zinde kuvvetler için tank yağlamak mı?

Aydın olmak zor iştir. İlkelerden görev üretirken ilkelerinizin doğduğu kabullerin yaşadığınız ülkedeki karşılıklarını tespit etmeden nasıl aydın olacaksınız? Sivil toplum örgütlerini siyasi parti işlevselliği ile donatıp örgütlü eylem ve ifade düzeyine çıkarırken siyasal yelpazesi temsil gücünü giderek yitiren bir ülkede hala sürpriz olan ne kaldı? Anti tezi üretirken, güdümlü ve süslü anlayışların doktrinize ettiği zihinlerimizin özgür olduğun u söyleyebilir miyiz? Neye karşı olduğumuza biz karar vermeden, hazırlıksız olduğumuz her karşılaşmayı mücadele gibi algılarken ne kadar aydınız? Düşünce gücümüze ne ölçüde baş vuruyoruz? Düşünce ve eylem olarak yanında ve karşısında olacağımız şeyi tanımlarken nitelikten ödün vermemek gerekir diye düşünüyorum.

Ses ve/veya yazı kodları aracılığıyla oluşturulmuş her ibare, ifade değeri taşımayacağı gibi düşünce diye tanımladığımız insan gelişmişliğine özgü simgesel tasavvur tanımı içinde yer almaz. Ateşten ürken bir vaşak (adı pek duyulmayan, ancak ilginç sessel çağrışımları nedeniyle adı akılda kalan vahşi hayvan)

“hay Allah, yanarım şimdi ben” diye düşündüğü için mi kaçar? Ben böyle düşünmüyorum. Ya siz/ler nasıl düşünüyorsunuz?

Derman Abi

Yorumlar kapatıldı.