İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

gazetevatan: `İddia üzerine´ Sabetaycılık… Yok yaa?

Ruhat Mengi

Kendilerinin desteklediği TV kanalı veya gazeteler dışında hepsini, en bağımsız, en güvenilir olanlar dahil Sabetaycı ilân ediyorlar. En başarılı ve güvenilir yazarları “Sabetaycı oldukları iddia edilen gazeteci ve yazarlar şunlar” diyerek onları da ilân ediyorlar. Kendi tuttuğu firmalara rakip olan en başarılı şirket ve iş adamlan, en önemli sivil toplum kuruluşları, eğitim görevlileri ve hatta sanatçı ya da ‘stand-up’çıların hepsini de…

Öyle ki listede adı olmayanlar neredeyse “Ben niye yokum, yoksa beni adam yerine koymuyorlar mı? Bunca yıl boşuna mı çalıştım, saçımı süpürge ettim bu vatan için” diye komplekse kapılacaklar. Belki de başlamışlardır bile kapılmaya…

Eh, buna olsa olsa “pes doğrusu” denir. Ama bu ülke üzerinde büyük ve küçük çapta oynanan oyunları öğrenmiş olanlar ne yazık ki artık “Pes” bile diyemiyorlar… Susup oturuyor, kabulleniyorlar. Veya önem vermiyor, gündeme getirirlerse konuşulacağını, gereksiz yere bu saçmalıklara fırsat verileceğini düşünüyorlar. Ahmet Hakan köşesinde bu konuya değinmiş, sonra da “Boşver, fazla kurcalamayalım, sonra üstüne bir yapıştırırlar Sabetaycılığı, nereden gelmiş olursan ol kurtulamazsın” gibi sözler söyleyerek bitirmişti.

Ben böyle demiyorum. Ben diyorum ki; Nereden geldiğimi, kim olduğumu, köklerimi, soyumun ve kendimin dinini, inancını, yaptığını, yapacağını ben biliyorum. Onlar madem ki ‘benden de iyi’ bildiklerini iddia ediyorlar buyursun kanıtlarını bize de açıklasınlar. Hepimiz öğrenelim.

Internet kimsenin babasının çiftliği değildir. Hiç kimse “nasılsa beni bulamazlar, uydur bir isim, karala gitsin” diyerek orada listeler yayınlayıp yüzlerce kişiyi bir kalemde aklınca “etkisiz hale” getirme eylemine girişemez. Hitler Almanya’sı gibi insan isimleri yayınlayıp onlara zarar vermeyi hedefleyemez.

“Oldukları iddia edilen” sözleri, hiçbir delili, kanıtı olmayan, gerçek dışı suçlamaları mazur gösteremez. “Suçlama” diyorum, çünkü bu “Sabetaycı” denenler “Yahudi” de değil.

Arada bir şey. Takiyyeci. Sözüm ona zorla Müslüman yapılmış ama Yahudiliğe sadık kalmış; “gizli propagandacı”… Misyoner gibi bir şey yani…

Tarif bu! Ve yazılanlar öyle haksız ve insafsız ki, örneğin İzmirli isen kafadan, anında Sabetaycısın. Hele bir de muhteris elitist Sabetaycı ilân etmişlerse seni, ne oraya, ne buraya yararsın. Kısacası, bir halta yaramazsın yani!

Şimdi… Gelelim finale. Aslına bakarsanız, toplumun çok sayıda etkin ve önemli ismine, kurum ve kuruluşuna yakıştırıldığı ve resmen adresi belli sitelerde yayınlandığına göre bu iddialara karşı bir kamu davası açılmalıydı. Ciddiye alınmıyor olmalı ki açılmadı.

Ben ise “konuyu yok farzetmeyecek”, bu “Nazi usulü parmakla işaret etme” karşısında onlara “daha açık ve dürüst” bir fırsat vereceğim.

Buyursun, iddialarını ispatlasınlar. Kanıtlarını, delillerini burada yayımlayacağım. Bu “Cemiyet’ten” yazarların gerçek dürüstlük ve cesaretlerini göstermelerini bekliyorum. Bakalım hangi kuşaktan, hangi dedem veya ninem tarafından Sabetaycı’ymışım, öğrenelim.

İpucu da vereyim, kolaylık olsun; baba tarafından Adanalı, anne tarafından Antakyalıyım. Annem Çerkez soyundan gelir. Her iki taraftan köklerim o şehirlerin kuşaklar boyu tanınan aileleridir. Bu nedenle bilgilere ulaşmak da çok kolaydır. Haydi, göndersinler iddialarının belgelerini…

Yazımızın Pazartesi günkü başlığına dönelim şimdi; Türküm, doğruyum, çalışkanım… Çok şükür yalancı değilim. On beş gün içinde göndermedikleri takdirde herkes onların ne olduğunu, yayınladıkları listelerin amacını ve doğruluk derecesini tahmin edecektir sanıyorum!

(Not: Kim 500 Milyar İster? Dur, dur, o kadar veremem, kim 10 milyar ister? İspatlayana para ödülü de veriyorum!)

WAN’a göre basın özgürlüğümüz yeterli mi acaba?

İstanbul’da yapılan Dünya Gazeteler Birliği Genel Kurulu’nda WAN Başkanı “Geçmişte bu toplantıyı yapmak için Türkiye’deki basın özgürlüğünü yeterli görmemiştik. Ancak artık Türkiye’de ifade özgürlüğünde büyük ilerleme görüyoruz. Onun için gönül rahatlığıyla geldik” demiş.

Başkan’ın söylediklerine bir Türk vatandaşı olarak karşı çıkıp ülkemde ifade özgürlüğünün demokratik düzeyle ilgisi olmadığını söylemek yanlış olur. Yanlış olmasaydı toplantıda kalkıp bunu yüksek sesle de dile getirmek isterdim doğrusu.

Bugün Türk basınında hangi yazar kullanacağı her kelimeyi on defa düşünmeden, “aman acaba buna da bir dava açarlar mı” endişesine düşmeden yazabiliyor?

WAN Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğüne emin olmadan önce bir yıl içinde yazarlar aleyhine açılmış olan davaların içeriğine ve sayısına mutlaka göz atmalıydı (sadece 2003 yılında ifade edilen görüşler için 774 dava açılmış). Böyle basın özgürlüğü görülmüş müdür?

Yorumlar kapatıldı.