İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

akşam: Nüfus cüzdanı ve laiklik

Coşkun Kırca

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, bu sıfatlarını resmen belgelemek amacıyla devlet birer nüfus cüzdanı verir. Bu cüzdanlarda vatandaşın tanınabilir bir fotoğrafının bulunması gerekir. Cüzdanda vatandaşın soyadı ve adı, doğum tarihi ve yeri, evli olup olmadığı belirtilir. Bu cüzdanda ayrıca vatandaşın dini de belirtiliyor. Bir zamanlar aynı cüzdanda vatandaşın diniyle birlikte mezhebi dahi belirtilmekteydi. Şimdi bu uygulama kaldırılmış görünüyor.

Vurgulamak gerekir ki hiçbir laik devlette böyle bir uygulama yoktur. Hatta tam anlamıyla laik olmamakla beraber vicdan ve din hürriyetine saygılı bir devlette de böyle bir işleme rastlanamaz. Çünkü, din ve mezheple ilgili inancın ve dinin el attığı konularda din dışındaki felsefi inancını vatandaş kendi özel hayatında yaşar ve bu inançlar kamusal hayata nakledilemez. Böyle olunca, devletin de, herhangi bir gerçek veya tüzel kişinin de vatandaşın bu konulardaki inancının ne olduğunu bilmesi ve bildirmesine ihtiyaç duyması söz konusu olamaz.

Bu uygulama bizde neden vardır? Bu sorunun cevabının tarihi Lozan Barış Andlaşması’na kadar geriye gider. Osmanlı döneminde imparatorluk, tebaanın -çağdaş anlamında- milli benliğiyle veya -böyle bir benlik resmi planda söz konusu olmadığına göre- etnik kimliğiyle değil, sırf dini kimliğiyle ilgileniyordu. O kadar ki o dönemde bazı dini topluluklara ‘millet’ dendiğine bile rastlanabiliyordu. Lozan Andlaşması, eski Osmanlı tebaasının bir kısmını azınlık statüsüne sokarken, bir kısmını da Yunanistan’dan Türkiye’ye ve Türkiye’den Yunanistan’a nakletmiştir. Yeni Türkiye’de kim bu azınlıklara mensuptur? Kim değildir? Kim mübadeleye tabidir? Kim değildir? Bu soruların cevabını ilgili devletler Osmanlı nüfus kayıtlarına göre saptamak zorundaydılar. Çünkü elde başka kayıt bulunmuyordu. Lozan Andlaşması da mevcut kayıtlardaki sıfatları kullanmaktan başka çare bulamamıştı. İşte, öyle anlaşılıyor ki cumhuriyetin nüfus cüzdanlarındaki bu uygulama eskinin bir kalıntısından ibarettir.

Türkiye Cumhuriyeti, laiklik sayesinde bir din devleti olmaktan çıkmakla kalmamış; devletin bir dini -ve hatta bir dinin belli bir mezhebini- kendi vasfına eklemek suretiyle değişik inançlara sahip vatandaşlarına bu planda eşit mesafede durmayışının büyük sakıncalarını ortadan kaldırmıştır.

Gerçekten, laiklik, vatandaşlar arasındaki eşitliğin vazgeçilmez bir gereğidir. Kaldı ki laikliğin getirdiği bu eşitlik ilkesi olmasa, Türk vatandaşlarının kendi kendilerini ‘Ne mutlu Türk’üm diyene! anlayışı içerisinde Türk Milleti’nin aynı değeri taşıyan vatandaşı olarak görmeleri de zorlaşır. Demek ki laiklik, Cumhuriyet’in milliyet ve milli birlik anlayışının ve ayrıca hukuk birliği anlayışının da kesin bir gereğidir.

O halde? O halde, hükümete düşen en önemli işlerden biri, Türk vatandaşlarının nüfus cüzdanlarında ve diğer kimlik gösteren belgelerde din ve mezhep kaydının -tıpkı kavimsel veya dilsel menşe için olduğu gibi- yer alması uygulamasına son verilmesini kanunla sağlamak ve bu düzeltme yapıldıktan sonra nüfus cüzdanlarını yenilemektir. Kopenhag ölçütleri ne diyor diye kafa yormadan!..

Yorumlar kapatıldı.