İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: 90. yıldönümüne doğru

Gündüz Aktan

Ermeniler 2005’te ‘1915 soykırımı’nın 90. yıldönümünü anacaklar. Bu konuda sadece Radikal’de son bir buçuk ay içinde altı yazı çıktı (Levent Yılmaz, 1 Mart; Ayşe Hür, 25 Nisan, Radikal İki; Tarık Işık’ın Prof. Halil Berktay’la söyleşisi, 27 Nisan; Pulat Tacar, 2 Mayıs, Radikal İki; Şükrü Elekdağ, 5 Mayıs; Taner Akçam, 18 Mayıs).

Bu yazıların dördü, bazen açık bazen de zımnen, Ermeni olaylarının soykırım olduğunu; ikisiyse olmadığını savunuyor.

Levent Yılmaz yazısında, Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu varsayıyor ve bir grubun çocuklarının diğerine aktarılmasını soykırım fiili sayan Soykırım Sözleşmesi 2. maddesindeki hükümden hareketle Atatürk’ün soykırıma iştirak ettiğini ima ediyor.

AB 2004 Aralık ayında bize müzakere tarihi verirse, müzakerelerin başlamasından önce Avrupa Parlamentosu’nun (AP) olurunun (assent) alınması gerekiyor. Yeni seçilecek AP’de Avrupa bütünleşmesine kuşkuyla bakanların sayısında bir artış olacağı tahmin ediliyor. Bunlar AB üyeliğimizi engellemek için, soykırımı kabul etmemizi şart koşan 1987 kararını kullanabilirler. AP siyasi nitelikte olan bu kararın kabulünü, müzakerelerin başlaması için Türkiye’ye dayatamaz. Ama olurunu vermemenin gerekçesi olarak bir sebep göstermek zorunda da değil.

Geçenlerde Fransız televizyonu TV 5’te Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan tartışmada, üyeliğimize karşı olanlar, Ermeni soykırımını kabul edecek ‘olgunluğa’ erişmemiş olduğumuzu vurguladılar.

Yakında, Kıbrıs konusunda olduğu gibi, yoğun bir psikolojik harekâtla karşılaşacağımız anlaşılıyor. Son zamanlarda soykırım tezi lehine çok sayıda Türkçe kitap çıktığı; daha da çıkacağı görülüyor. Her zamanki gibi, kendilerine liberal aydın diyen ve Türkiye hakkında her kötülemeyi, ‘aydın dürüstlüğü’ adına kabul eden, aslında, nihilist grubun bu teze yardımcı olacağına da kuşku yok.

Halil Berktay, Ermeni olayları için ‘proto’ yani ‘ön soykırım’ deyimini kullanmaya başladı bile. Ona göre soykırım hukuki bir terimmiş, başına ‘ön’ eki gelirse tarihçi için analitik bir alet olurmuş. Oysa soykırım konusunda hukuktan kaçış yok. Soykırım bir hukuk kategorisi olarak insanlığın en ağır suçunu tanımlamakta kullanılıyor. Yakın tarihte en çok katliama uğrayanlardan biri de Türkler. İnsan ölümlerinin hangisinin soykırım olduğunu, 1948 Soykırım Sözleşmesi ve ICC statüsüne göre kararlaştırmak yetkisi sadece yetkili yargı organına ait. Sözleşmenin giriş bölümünde, eskiden de, yani sözleşmenin kabulünden önce de soykırım suçu işlendiği belirtiliyor. Ön soykırım diye bir kavram yok. Böyle bir kavram Ermeni olaylarını tanımlamakta kullanılamaz.

Tarihçiler soykırımın hukuki yönünü bilmek zorunda değiller. Prof. Yusuf Halaçoğlu ve ekibinin Türk Tarih Kurumu yayını olarak çıkan ‘Ermeniler: Sürgün ve Göç’ adlı kitapta yaptığı gibi, demografik araştırmalar yapabilirler. Rakamlar soykırımın varlığını kabul veya reddetmek açısından nihai sözü söylemiyor. Ama Ermeni iddialarının aksine, tehcire tabi Ermeniler 500 bin civarındaysa ve tehcirde 1.5 milyon yerine çok daha az sayıda Ermeni ölmüşse, soykırım tezi çok zayıflar. Bu kitap bu bakımdan Ermeni tezlerine ölümcül darbe vuruyor.

Holokost’u vaka-ı adiye olarak göstermekte kullanılan yazarların, I. Dünya Savaşı sonunda yabancı işgali altındaki İstanbul’da İttihat ve Terakki düşmanı hükümetin gayretiyle, Meclis’te, basında ve mahkemelerde söylenenleri kanıt diye sundukları görülüyor. Bu ‘kanıtlara’ göre İngiliz mahkemelerinde dava bile açılamadığını gözlerden kaçırıyorlar.

Diğer bir sav ise arşivler temizlendiği ve Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığı için soykırımın kanıtlanamıyor olması. Eskiden arşivler kapalı olduğundan belgelere ulaşamadıklarını söylerlerdi. Asıl sıkıntıları iddialarını ne hukuka, ne istatistiğe, ne de belgelere dayandıramamalarından geliyor. Oysa bir çıkış yolu var: Benim gibi, iki ülkenin Lahey Daimi Hakemlik Mahkemesi’ne gitmesini savunsunlar. Gerçek o zaman ortaya çıkar.

Yorumlar kapatıldı.