İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal2: Hukuk terimi ve siyasal terim olarak soykırımı

PULAT TACAR

Soykırımı suçu kavramı, 9.12.1948 tarihli “Soykırımı Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi” tarafından tanımlandı. Anılan sözleşmenin 4. maddesine göre soykırımı suçu işledikleri takdirde cezalandırılacak olanlar hakiki şahıslardır, tüzel kişiler değil. Tüm suçlarda olduğu gibi soykırımı suçunun işlenip işlenmediği konusundaki kararı ancak yetkili mahkeme verebilir. Sözleşmenin 6. maddesine göre, yetkili yargı organı, soykırımı suçunun işlendiği ülkenin yargı organıdır; ayrıca taraflar yargı yetkisini kabul ettikleri takdirde, bir uluslararası ceza mahkemesi de yetkilendirilebilir. Bunun anlamı, ulusal parlamentoların (yani Avrupa Parlamentosu’nun, Fransız Meclisi’nin, Kanada Avam Kamarası’nın, İsviçre Kanton Meclisi’nin) ya da çeşitli yerel yönetim meclisleri gibi kurumların veya bireylerin, bir ülkede soykırımı işlenip işlenmediği konusunda karar verme yetkileri bulunmuyor. Ayrıca, bir suçu işlediği iddia edilen kişinin savunmasının alınması gerektiği de en temel hukuk kuralıdır.

Yetkili mahkeme ya da yargıç olmadan ve zanlının savunması alınmadan böyle bir karar alınırsa ne olur? Her şeyden önce böyle bir karar hukuki değildir, 1948 sözleşmesine aykırıdır.

Sözleşmeye aykırı hareket edilirse ne olabilir? Sözleşmenin yorumu, uygulanması ve hayata geçirilmesi konusunda sözleşmeye taraf devletler arasında bir uzlaşmazlık olursa, yani sözleşme ihlal edilirse, sözleşmenin 9. maddesine göre taraflardan birinin konuyu Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na götürmesi mümkün. Yetkili olmayan bir kurumun, üstelik hem savcı hem de yargıç olarak hareket ederek, zanlı bireyin savunmasını bile almadan soykırımı işlendiğine karar vermesi sözleşmenin açıkça ihlalidir. Fransa Cumhurbaşkanı’nın, Fransız Meclisi’nin kabul ettiği, Ermenilere 1915 yılında soykırımı işlendiği yolundaki tek maddelik yasayı, onaylayarak Resmi Gazete’de yayımlatmış bulunması hükümetini de bağlar; bence bu sözleşmenin ihlalidir. Sorun Lahey Adalet Divanı’na götürülebilirdi. Ancak o hükümet de, soykırımı sözcüğünü soyut olarak, suçluya işaret etmeden kullandığını söyleyerek sorumluluktan kurtulmayı deneyecek. Son olarak Kanada hükümeti Avam Kamarası’nın aldığı kararın kendini bağlamadığını bu nedenle beyan etti. ABD başkanları da her yıl yayımladıkları 24 Nisan mesajlarında “soykırımı” sözcüğünü muhtemelen bu sebeple kullanmıyorlar. Benzer şekilde İngiltere hükümeti, birkaç kez, -son olarak Erivan’daki büyükelçilerinin ağzından- “kendi değerlendirmelerine göre, 1915 olaylarında soykırımı unsurlarının oluşmadığını” açıkladı. Zira sözleşmenin uygulanabilmesi için zanlıların yetkili yargı önüne çıkarılması gerekirdi. İngilizler ise, insanlık suçu işlediklerini iddia edip Malta’ya götürdükleri Osmanlı yetkililerini, delil bulamadıkları için serbest bırakmışlardı. Nihayet, aradan bu kadar yıl geçtikten sonra mahkeme önüne çıkaracak zanlı da kalmadı.

Bu nedenle, çeşitli ülke parlamenterlerinin Ermeni kökenli yurttaşlarını tatmin etmek için -ve kabul etmeliyiz ki pek çoğu da 1915 olaylarının büyük çapta bir katliam olduğuna inanarak- aldıkları “soykırımı” kararları, siyasal ve etik açılardan anlam taşıyor. Bu siyasal kararlara, gene siyasal yönde cevap verilir; ayrıca soykırımı kavramının hukuki bir kavram olduğu ve sözleşmenin esasları bu kurumlara hatırlatılmalıdır. Son zamanlarda, bu alandaki hukuki dayanaksızlıklarını anlayan bazı Ermeni politikacılar ve yazarlar “kasıtlarının hukuki değil, siyasal anlamda soykırımı” olduğunu söylemeye başladılar.

Tuzağa düşmüş

25 Nisan 2004 tarihli Radikal İki’de Ayşe Hür imzasıyla yayımlanan yazı soykırımı sözcüğü etrafında bilinçli olarak yaratılan bu kavram kargaşası tuzağına düşmüş. Peki, l. Dünya Savaşı sırasında pek çok Osmanlı vatandaşının, bu arada Ermeni asıllı çok sayıda Osmanlı yurttaşının ölümü ile sonuçlanan olayları yok mu sayacağız? O dönemdeki olaylar konusunda, bakış açısına göre, toplu öldürme, katliam, facia, karşılıklı öldürme (Osmanlıca mukatele), bazı görevlilerin sebep oldukları müessif gelişmeler gibi sözcükler kullanılıyor. Soruna tek yanlı bakanlar, örneğin 1915 yılının ilkbahar aylarında, tehcir kararının alınmasından önce, başlarında Ermeni asıllı Osmanlı mebusları bulunan Ermeni birliklerinin, Rus ordusu ile işbirliği halinde Van’ı işgal edip, oradaki Müslüman Osmanlı yurttaşlarını kılıçtan geçirdiklerini ve bu olayların tehciri tetiklediğini
hatırlamak istemiyorlar; o tarihte Osmanlı’nın bir ölüm kalım savaşı içinde bulunduğunu unutuyorlar. Konunun tarihçilere havale edilmesini isteyenler, tarih yazımının sübjektif olduğunu biliyorlar; ancak, kimi tarihçilerin, -diğerlerinin okumayı reddettiği- farklı tarihsel veri ve sayfaların varlığına işaret edeceklerini; böylece sorunun çeşitli yönlerinin ortaya çıkacağını düşünüyorlar ve konuyu siyasilerden bilim adamlarına havaleyi yeğliyorlar. Ancak, bu önlem de kemikleşmiş önyargıları değiştirmeye yetmeyecek. Bu durumda ne yapılmalı?

Siyasetçiler çözebilir mi?

Sorunu siyasetçiler çözümleyebilir mi? Bu aşamada, o dönemdeki karşılıklı kıyım hakkında, Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticilerinin ve Türkiye halkının büyük çoğunluğunun, tek taraflı olarak özür dilemesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil. Son siyasal gelişmeler ve soykırımı etrafında geliştirilen tutumlar ile bazı Ermeni asıllı terörist gruplarının eylemleri, (karşılıklı da olsa) bu konuda özür/af mekanizmasının işlemesini olanaksız kıldı. Ayrıca, Türkiye’nin AB ve ABD baskısı ile 1915 yılında Osmanlı yurttaşı Ermenilere soykırımı uygulandığını kabul edeceğini ima etmek de -Avrupa’daki bazı Ermeni lobilerinin içine düştüğü- son derecede hatalı bir beklentiyi dile getirmek olur(1). Ermeni diasporası ve Ermenistan yöneticileri ırklarının soykırımına uğratıldığı savını, kimliklerinin çimentosu -adeta varlıklarının temel taşı- durumuna getirdiler; onların da bu tutumlarını değiştireceklerini sanıyorum. Gene de “Ermenistan Türkiye’nin dostluğuna ihtiyaç duyuyorsa”(2) Türkiye’nin doğu illerini Batı Ermenistan olarak adlandırmasının, ülkemizden toprak talebi ile eş anlama geldiğini ve bunun hiçbir şekilde hoşgörülemeyeceğini anlamalıdır. Öte yandan, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklar konusunda komşusu Azerbaycan ile uzlaşmaya varması sadece Türkiye tarafından değil uluslararası camia tarafından da isteniyor. Türkiye’nin Ermenistan ile resmi ilişki kurmasını bekleyenler, Ermenistan’ın da bunu kolaylaştırıcı adımlar atması gerektiğini akıldan çıkarmamalıdir.

Bu aşamada çözüme nasıl yaklaşılabilir? Türkiye, ülkedeki Ermeni yurttaşların hem azınlık mensubu hem de yurttaş olarak yararlandıkları tüm haklardan, en ufak bir ayırım yapılmadan yararlanmalarını sağlamalı, bu konuya özel bir önem ve ağırlık vermelidir. Bu çerçeveye cemaat vakıflarının mülk edinmesi de dahildir. Türk vatandaşı Ermeniler, Ermenistan ile Türkiye arasında bir dostluk köprüsü kurulmasına yardımcı olacaklardır. Kültürel benzerlikler, yakınlaşmayı sağlayacak en önemli öğedir; bu nedenle kültürel ilişkilerin ve ziyaretlerin artırılmasına gayret edilmeli ve bu alana yapılacak harcamalar artırılmalıdır. Ticari ilişkilerin önünün olanaklar ölçüsünde açılması da iki ülke halkının çıkarına ve birbirini daha iyi tanımasına yardımcı olacaktır. Ermenistan da Türkiye’nin doğu illerini Batı Ermenistan olarak adlandırmaktan vazgeçmeli, soykırımı sözcüğünün hukuki bir terim olduğunu, yetkili yargı karar vermeden, herhangi bir olaya hukuken soykırımı denemeyeceğini anlamalıdır. Yakınlaşma yolunda atılacak adımların psikolojik yanı büyük önem taşıyor. Ortak belleğin silineceğinin sanılması veya yok sayılması hata olur. Ancak, toplumsal belleğin sadece bir tarafın hafızası ile sınırlı olduğunu düşünmek de hatadır. Bu nedenle, neredeyse yüzyıl önce vuku bulan çok acı olayların küçümsenmesi yerine, ileride böyle olayların bir daha yaşanmaması için dayanışma içine girilmesi gereği sık sık vurgulanmalıdır. Bu alanda en büyük görev sivil toplum girişimlerine ve örgütlerine düşüyor. Dostluğu, yakınlaşmayı sağlamak isteyenler birbirlerine koşulsuz biçimde yaklaşmalıdır; insan olarak, komşu olarak bizi daha ileri götürebilecek adımları atmaktan çekinmeyelim.

PULAT TACAR: Emekli Büyükelçi, UNESCO Türkiye Milli Kom. Bşk. Vek.

1. Ayşe Hür,25 Nisan 2004, Radikal 2,”Sadece tarihçilere bırakmayalım”

2. Ayşe Hür, a.g.y.

Yorumlar kapatıldı.