İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: Azınlık duygusu

Gündüz Vassaf

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ‘azınlık’ sözcüğünün itici, aşağılayıcı bir anlamı var. Onlar, Lozan’da yabancıların dayatmasıyla koruma altına alınıp, bu topraklarda Türklerden uzun geçmişi olmalarına rağmen, şüpheyle baktığımız ‘buralı’ olmayan insanlar. Avrupa’ya işçi olarak gitmeye mecbur kalan milyonlarca Türk-Almanya gibi ülkelerde ‘ikinci sınıf vatandaş’ muamelesi görmeye başlayınca azınlık olmanın ibret verici yüzüyle kısmen tanışabildik. Geçenlerde İstanbul’da bir ‘fitness’ kulübünde, boynundaki haç başkalarını tedirgin ediyor diye, bir kadının üyeliğine son verilmesi, Türkiye’de azınlıkların günlük yaşamlarında karşılaştığı sıradan ve genellikle üstünde durulmayan örneklerden biri.

İnsan seyahat ettikçe azınlık olmanın ince boyutlarıyla karşılaşıyor.

– Almanya’nın Bremen şehrinde çöp olarak atılan ev eşyalarının toplandığı gün, mahalleden mahalleye değişiyor. Evlerini, komşularının attıkları eşyalarla, yavaş yavaş kuran dört Türk öğrenci, işi bedavaya mal ettiklerinden memnun ama komşuların ‘İşte, çöpçü Türkler’ demelerinden de tedirgin. Bir akşam Bremen’in başka bir mahallesinde atılan televizyon, bilgisayar, yatak gibi eşyaları toplayıp karanlıkta sessizce evlerine taşıyorlar. Çöp atma günü mahallelerine gelince, komşuların dikkatini çekebilmek için bolca gürültü çıkararak, bir gün önce topladıklarını evlerinin önünde kaldırıma atıyorlar.

– Stockholm’da bir uluslararası psikoloji toplantısı sonrası beş-altı kişi sokakta yürüyoruz. Önümüzdeki kaldırımda, kıyafetlerinden Afrikalı oldukları anlaşılan iki zenci bize doğru geliyor. Grubumuzdaki ABD’li zenci psikolog onları görür görmez uzaktan merhaba diyor, birbirlerini hiç tanımayan bu insanlar geçerken karşılıklı selamlaşıyorlar.

– Birkaç ay sonra Tokyo Metrosu’nda gidiyorum. Her ne kadar Türk kökenimden ötürü burada kendimi Asyalı hissetsem de vagonda tek çekik gözlü olmayan benim. İki durak sonra metroya bir sarışın beyazın binmesiyle göz göze gelip başımızı eğerek,birbirimizin halinden anlarcasına selamlaşıyoruz. Sokakta, metroda, Japonlar kesinlikle kimseyle göz teması kurmazken, beyazlar sürekli selamlaşıyor. Tokyo’dan Hindistan’da Mumbai’a gittim. Burada beyazlar birbirlerinin yüzüne bile bakmıyor.

– Çin’de Nushu adında üçüncü yüzyıldan beri konuşulan bir dil var. Çin alfabesinden farklı olarak ideogramlar, düşünce yerine sesleri temsil ediyor. 20 yıl öncesine kadar ‘bilinmeyen’ bu gizli dili erkekler tarafından evlerine ve cehalete mahkûm edilen köylü kadınlar yaratmış. Asırlar boyu içlerini günlüklerine dökmüş, erkeklerin anlamadığı bu dil aracılığıyla birbirleriye gizlice dertleşmişler.

– Martha’s Vineyard adası Boston yakınlarında. ABD’nin özellikle doğu yakasında yaşayan ‘elit’ tabakanın yazlık evlerinin bulunduğu yer. 16. yüzyılda buraya İngiltere’nin Kent bölgesinden yerleşen 12 aile arasında yapılan akraba evlilikleri sonucu adada çok sayıda sağır ve dilsiz bir nüfus oluşmuş. Ama gündelik yaşamlarında ne dışlanmışlar ne de ‘özürlü vatandaş’ olmuşlar. Geçtiğimiz yüzyılda buraya dışarıdan zenginler yerleşene kadar adada nerdeyse herkes çift dilli. Sağır olan ya da olmayan birbirleriyle kâh İngilizce konuşuyor, kâh parmakların işaret diliyle.

İnsanlar ‘Bir’ olunca azınlık kalmamış.

Tarihte kimin azınlık olup olmadığı son derece göreceli. Nüfusun yarısını oluşturan kadın bile, düzenin yapısına göre, azınlık konumunda olabiliyor. Marksizm gibi, ezilenleri birleştiren ideolojilerin çekiciliğini yitirdiği günümüzde, insanlar, ancak azınlık olabilirse seslerini duyurup haklarını elde edebilirlermiş gibi garip bir anlayış türedi. Bunu binbir çeşit sivil toplum kuruluşundan postmodern sanata kadar görmek mümkün. Yüzyıllar boyunca emperyalizm psikolojik gücünü insanları ‘böl yönet’ politikasından almıştı. Günümüzün egemen düzeninde insanlar kendi kendilerini bölmekle meşgul.

Yorumlar kapatıldı.