İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: 1915´i yeniden düşünmek

TARIK IŞIK

ANKARA – Osmanlı, 19. yüzyıl boyunca, dönemin tüm imparatorlukları gibi milliyetçilik hareketleriyle karşı karşıya kaldı. Milliyetçi gruplarla imparatorluk yönetiminin mücadelesi yüzyılın ikinci yarısı boyunca şiddetlenerek sürdü. Önemli hareketlerden biri de Ermeni milliyetçiliğiydi.

Çatışma, 1. Dünya Savaşı yıllarında, 1915’teki ‘tehcir’le doruk noktasına çıktı.

Tehcir için ilk adım 24 Nisan 1915’te atıldı. ‘Devlet aleyhinde faaliyette bulundukları’ gerekçesiyle 2 bin 345 Ermeni komiteci tutuklandı. 27 Mayıs 1915’te verilen resmi karar 1 Haziran 1915’te Takvim-i Vekayi’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yaşananların izi, üzerinden geçen 89 yıla rağmen uluslararası yankılara yol açacak kadar etkili.

Nitekim, Fransa ve İsviçre parlamentoları, Ermenilere 1915’te ‘soykırım uygulandığı’nı kabul eden kararlar aldı; ABD başta olmak üzere birçok ülkede benzer kararlara yol açabilecek tartışmalar sürekli gündemde. Ankara, her 24 Nisan öncesi ve sonrasında ‘soykırım’ suçlamasına karşı savunma için yoğun enerji harcıyor.

Konu hakkında, uzmanlık alanı 20. yüzyıl Türk milliyetçiliği ve milliyetçi historiyografisi olan Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Halil Berktay’la konuştuk.

Türkiye’de ‘Ermeni sorunu’nu tarihçilere bırakalım’ deniyor. Ancak tarihçilerin, resmi tarihten farklı konuşmalarına hoş bakılmıyor. Bu sizce bir çelişki mi?

Konunun tarihçilere bırakılması bence de doğru bir karar. Bilimin gerçeği arayışına politik makamlar müdahale etmemelidir.

Türkiye’deki devlet örgütlerinin ‘Şu söylenir, bu söylenemez’ diye kurallar oluşturmasına tamamen karşıyım. Aynı şekilde üçüncü ülkelerin meclislerinin, üstelik başka bir ülkenin tarihinde olmuş şeyler hakkında ‘Şu doğrudur, bu yanlıştır’ diye kararlar almasını da son derece abes buluyorum. Türk resmi pozisyonu uluslararası platformlarda sıkışınca bir kaçınma manevrası olarak ‘Konuyu tarihçilere bırakalım’ dedi. Ama bu lafları söyleyen insanların pek çoğu aslında konuyu tarihçilerin özgür düşünsel tartışmasına bırakmak istemiyorlar. Kastedilen, konuyu ‘devletin avukatı bürokrat tarihçilere’ bırakmak.

1915 faciasının sorumlusu kim?

Resmi ideoloji kendisini Osmanlı’yla ve İttihatçılarla devamlılık içinde görerek ‘topyekûn Türk geçmişi’ne sahip çıkıyor. Bunu Türk milliyetçiliğinin özel bir problemi ve yanlışı olarak görüyorum. Bu toplumun Susurlukçuları, Hizbullahçıları, cinayetler işleyenleri var. Ben Türküm. Bu insanlar da Türk. Ama sırf Türktürler diye kendimi Susurlukçuların yaptıklarıyla özdeşleştirmiyorum. Milliyetçilik öyle bir ideoloji ki biri sırf Türktürler diye ‘Türkler adına’ işlenen korkunç cinayetlerle de özdeşleştirmeye götürebiliriyor. 1915 felaketine, bir benzetme yapacak olursam, o dönemin Susurlukçuları ve Hizbullahçıları neden oldu.

Ermeni tehciri ‘soykırım’ mıdır?

‘Soykırımdır’ ya da ‘soykırım değildir’ demeyeceğim. ‘Soykırım’ desem Ermeniler alkışlayacak, Türkler kızacak. ‘Değildir’ desem Türkler alkışlayacak, Ermeniler kızacak. Bir taraf aşırı sevincinden, diğer taraf da kızgınlığından geri kalanını dinlemeyecek. ‘Soykırım’ sözcüğü bir tarihçinin analiz enstrümanı olmaktan çok hukuki bir kategori haline geldi. ‘Soykırımdır’ denilirse uluslararası suç kategorisi olarak faturası çıkacak, ‘Soykırım değildir’ denilirse bu ceza kesme işleminden Türkiye sıyırmış olacak. Dolayısıyla tarihçi mantığı değil, avukat mantığı hâkim olacak. 1915 Ermeni faciası 19. yüzyılın vahşi milliyetçilikleri ile 1940’ların Yahudi soykırımı arasında önemli bir halkadır. Bu anlamda bir ‘proto soykırım’ olarak görülebilir. Ama bunu hukuki bir kategori olarak söylemiyorum. Bir tarihçinin analiz kategorisi olarak, bir süreci kavramaya çalışarak söylüyorum.

Ermenilerin kayıpları ne kadar? Devlet söylemi 50 bin kayıptan söz ediyor.

Son iki-üç yılda resmi pozisyon aşırı milliyetçilerin eline geçerek tamamen çığırından çıktı. Emekli büyükelçi Kamuran Gürün, ‘Ermeni Dosyası’ isimli kitabında 400-450 bin kayıptan söz eder. Pek çok Dışişleri yetkilisi ile de konuştum. Özel konuşmalar sırasında herkes 400-450 bin diyor. Kimse daha düşük bir sayı vermiyor. Ancak Ermeni kayıpları küçültüle küçültüle 450 binden son derece komik bir şekilde 20-25 bin dolaylarına çekilmeye çalışıldı. Britannica 600 bin ölü rakamına yer vermiştir. Türk resmi tezleri de yakın geçmişe kadar kayıpları 400-450 bin olarak gösteriyordu.

Ölümler nasıl meydana geldi?

400-600 bin insan kazara ölmez, hastalıktan ölmez. Bu kadar insan ancak sistematik bir öldürme politikası varsa ölür.

Şimdi şuna mı inanmamız isteniyor:

Bir tabur asker Ermeni konvoyunu götürürken Ermenilere nefret besleyen silahlı aşiretler üzerlerine akın etti. Dirayetli, namuslu tabur komutanı diyor ki, “Bu insanların canı bana emanet edilmiştir, dokundurtmam. Konvoyu canım pahasına koruyacağım. Devletten aldığım emir böyledir. Ancak beni ve askerleri öldürürsünüz ondan son-ra ne yaparsanız yaparsınız.” Bütün konvoy komutanları böyle davranmış, onların direni-şine rağmen kötü niyetli unsurlar askerin oto-ritesini çiğneyerek ve devlete rağmen bu insanları kesmişler.

Bu yüzden üç-beş kişi değil, birkaç yüz bin kişi ölmüş. Benim buna inanmam imkânsız.

Olayların böyle gelişmesi baştan planlandı mı?

Evet planlandı. O dönemde devlet, Meclis’e hesap vermeyen Enver, Talat ve Cemal Paşa’dan oluşan üç kişilik yüksek askeri diktatörlük tarafından yönetiliyordu. İstisnasız bütün Ermenilerin -sırf Ermeni oldukları için-zorla göçürülmesini emrettiler. Bu soykırım değildir ama etnik temizliktir. Çünkü bütün bir etnik-dini grubu başka herhangi bir nedenle değil sadece Ermeni oldukları için yurtlarından, mülkiyetlerinden edip zorla göçürtüyorsunuz. Tehcir emirleri resmi kanallarla iletilmiş, fakat aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin hukuk dışı teşkilatı olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın önde gelenlerin -belki yazılı versiyonunu hiçbir zaman bulamayacağız- talimatlar verilmiştir. Ölüm mangaları organize etmeleri ve Ermeni konvoylarına saldırarak sistematik olarak katletmeleri yolunda gizli emirler verilmiştir.

Tehcir edilenlerin malları ne oldu?

Ermeniler malları müsadere edilerek çöle, ölüme gönderildiler. Bazı yerlerde nispeten namuslu Osmanlı bürokratları Ermenilerin mallarını satıp onlara ulaştırmış olabilir. Tabii mallar gerçek değerine mi satıldı yoksa kapanın elinde mi kaldı o da ayrı.

Sorunu görmemezlikten gelerek biz de ortak olmuyor muyuz?

Tabii ki. Problem Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuran önderliğin doğrudan sorumlu olmasından gelmiyor. İnkâr ettikçe duygusal olanak suça bulaşıyoruz. Ve işte o noktada bir ahlaki sorumluluğumuz doğmaya başlıyor. Mustafa Kemal’in 1915 faciasıyla hiçbir ilişkisi yok.

1920’lerdeki bir demecinde bunu yapan insanlardan ne kadar nefret ettiğini ve bunu ne kadar ağır bir suç olarak gördüğünü ortaya koyuyor. 1915’te olanları kabul etmenin hukuki sonuçlarının ne derece kötü olabileceğinden dem vurulması aslında gerçeğin ne olduğunu bilindiğine işaret eder.

Türkiye’deki Devlet arşivlerinde dönemle ilgili bütün bilgilere
ulaşılabilir mi?

Türk arşivlerinde en az iki defa çok sistematik temizlik yapıldı.
Birincisi İttihatçılar 1918’de artık savaşın kaybedildiği aşikâr hale geldiği zaman çok kapsamlı bir temizlik yaptılar. 1980’lerde rahmetli Turgut Özal çok ileri görüşlü bir adımla arşivlerin kullanımı üzerindeki engellerin kaldırılmasına ve arşivlerin geniş ölçüde açılmasına karar verdi.

Fakat bu açılma kararı hayata geçirilmeden önce emekli general ve yüksek diplomatlardan oluşan bir heyet arşivlere girdi ve en azından ikinci büyük temizliği yaptı.

Toplum olarak Ermenilere özür borcumuz var mı?

Özür borcu değil, konunun konuşulması üzerindeki baskıları kaldırmaya ihtiyacımız var. Resmi çevrelerden özgür tartışma ortamına saygı gösterilmesi dışında hiçbir şey talep etmiyorum. Voltaire’in ünlü sözü vardır: “Düşüncelerinizin tamamına karşıyım. Ama bu karşı olduğum düşüncelerinizi savunma hakkınızı da sonuna kadar savunacağım.”

Maalesef Türkiye toplumu bu basit demokrasi düsturunu içine sindirebilmiş değil.

Yorumlar kapatıldı.