İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

d.b.tercüman: HZ. İSA´NIN ISTIRABI

Bekir Karlığa

Çile veya tutku diye Türkçeleştirildiği anlaşılan Hz. İsa’nın son anlarını aktaran film, gerçekten dünyada olduğu kadar ülkemizde de tartışmalara neden oldu. Bu tartışmaların bir kısmı dil bilim ile ilgili, bir kısmı da Teolojiktir. Zaten Hıristiyanlığın başlangıcından beri karşı karşıya bulunduğu ve modern dönemlerde gittikçe artmış olan, aydınlanma ile daha da katmerleşen entelektüel krizin temelinde de bu iki önemli unsur yer almaktadır. Biz konunun Teolojik boyutunu bir başka yazıya bırakarak bu gün kavramsal yönü üzerinde durmak istiyoruz.

***

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki İngilizce ve Fransızca’da kullanılan “Passion” kelimesi, çile, acı ve tutku gibi anlamlara gelirse de Hıristiyan literatüründe bu kelime Hz. İsa’ya izafe edildiğinde, farklı ve daha geniş bir anlam taşır. Arka planında, Hz. Adem’in Cennet’ten kovuluşu ve yer yüzüne düşüşü ile başlayan ilk günah fikri ve buna bağlı olarak onun soyundan gelenlerin ezelden beri suçlu oldukları ve insanoğlunun bu günahtan kurtulması için Tanrı’nın kendinden bir parça olan oğlunu feda etmesi anlayışı yatmaktadır.

Dolayısıyla dilimizde bu kavramı tam olarak ancak “Istırap” kelimesi karşılar. Bu nedenle de filmin adını, “Tutku” ya da “Çile” şeklinde değil “ıstırap”, ya da “Hz. İsa’nın ıstırabı” şeklinde tercüme etmek daha uygun olacaktır. Zira ıstırapta maddi türden acı ve çile söz konusu olduğu gibi bunun ötesinde manevi ve tarihi nedenlerden dolayı kişinin kendisinin de acıyı kabulü, hatta arzulaması söz konusudur. Dolayısıyla iradi olarak kaderin sürüklediği kaçınılması imkansız bir son beklentisi bahis mevzuudur. Zaten eski Türkçe Kitab-ı Mukaddes çevirilerinde de bu husus ıstırap olarak tercüme edilmektedir.

***

Filmin konusuna baktığımızda, olayın aynen İncillerde anlatıldığı gibi sahneye uygulandığını görmekteyiz. Buna göre, “Fısıh (Pesah) denilen Paskalya bayramı yaklaşıyordu. Baş kâhinler ve yazıcılar İsa’yı nasıl öldüreceklerini araştırıyorlardı. Çünkü halktan korkuyorlardı. Ve Şeytan On ikilerden (Havariler) sayılan İskariyot denilen Yahuda’ya girdi. Ve gidip baş kâhinler ve kumandanlarla İsa’yı onların eline nasıl verebileceğini konuştu. Sevindiler ve ona para vermek üzere anlaştılar. O da razı oldu ve halk yokken İsa’yı onların eline vermek fırsatını arıyordu.” (Luka, İncil, XII, 3-7)

Fısıh kurbanı kesilmesi gereken Hamursuz günü Hz. İsa, Havarilerden Petrus ile Yuhanna’yı yemek hazırlamak üzere gönderir. Yemek hazırlanır, hep birlikte sofraya otururlar. Hz. İsa yaptığı konuşmada aralarından birisinin kendisini ele vereceğini bildirir. Daha sonra Zeytin Dağı’na doğru gideri Havariler de onun peşinden gelirler. Onlardan bir taş atımı uzaklaşan Hz. İsa başına gelecek olaydan haberdar olarak Baba’ya yalvarır: “Ey Baba, istiyorsan bu kâseyi benden al. Yalnız benim iradem değil seninki olsun” diye yakarır.

Luka’nın anlattığına göre: “Şiddetli ıstırapta olarak ziyade hararetle dua etti. Teri toprağın üzerine düşen büyük kan damlaları gibi idi.” (Luka, İncil, XII, 44-45)

***

Buradan da anlaşılıyor ki Hz. İsa bir acı veya çile çekmekten çok ıstırap çekiyordu. İşte bu ıstıraptır ki daha sonra bir çok şaire ve yazara ilham kaynağı olmuştur.

Bu durum, Hz. İsa’daki sorumluluk duygusunu, ilahî iradeye teslimiyeti ve başına gelecek olayları önceden tahmin etmenin de ötesinde bildiği halde bunu önlemeye teşebbüs etmeyerek kendini feda etme arzusu içinde kıvrandığını göstermektedir.

Bu başlığın ihtiras anlamına “tutku” şeklinde tercüme edilmesi ise doğru değildir. Zaten acılar içinde kıvranan insanın o anda tutkularından söz etmek mümkün olmadığı gibi, büyük insanların tutkularının esiri olduklarını söylemek de doğru değildir. Peygamberler, veliler, filozoflar, şairler ve dahiler böyledirler.

Yorumlar kapatıldı.