İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ETYEN MAHÇUPYAN: Yaratıcı istihbarat: Ku Klux Klan – ZAMAN

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın yönergesinde, “ulusal değerlerin dışında”
olmanın istihbaratın gerekçesi olarak sunulması işin püf noktasıydı.

 

Yönerge böyle sabit bir ‘değer’ olduğunu varsaymakla kalmıyor, söz konusu
değerlerin ne olduğunu bilme ve dolayısıyla saptama yetkisini de zımnen
kendisinde görüyordu. Totaliter yönetim anlayışının temeli olan böyle bir
kabulün kaymakamlara yönelik alt düzey bir metinde bile böylesine müdanasızca
yer bulması ise farklı bir noktaya işaret etmekte: Kendini toplumun asli
yöneticisi olarak gören bürokratik mekanizmalar, bir süre sonra kendilerine
objektif bakma yeteneğini de yitiriyorlar. Bu durum, kurumun giderek daha içe
kapanan bir dil geliştirmesine neden olmakta. Sonuçta bürokratik mekanizmanın
tüm yazışmalarının ‘gizli’ olduğu, bürokrasinin kendisini toplumdan ayrıştırdığı
ve bu ayrışmanın ürettiği yabancılaşma nedeniyle toplumu bir tehdit olarak
algıladığı bir dünyayla karşılaşıyoruz.

Yönergede ‘ku klux klan’ taraftarlarının bir potansiyel tehdit unsuru olarak
sayılmasının ‘mantığı’ da burada… Çünkü bürokrasinin topluma olan uzaklığı,
toplumu anlamayı zorlaştırdığı ölçüde; istihbarat birimleri toplumun kendi
denetimlerinden ‘kaçma’ eğilimine karşı, toplumun muhtemel kaçış kanallarını
kapatmayı hedefliyorlar. Herhalde yönergeyi yazan veya okuyan hiçbir askeri
yetkili, Türkiye’de kafalarına kukuleta geçirmiş ‘zenci’ düşmanı bir ırkçı
grubun var olduğunu düşünmemekte. Ama muhakkak ki aynı askeri yetkililer, kendi
uyguladıkları baskı karşısında toplumun muhtemel tepkisi hakkında belirli bir
kanaate sahipler… Devlet toplumu fişledikçe, bazı insanlar henüz fişlenmeyen
yeni bir grup kurma eğilimine geçerek devlet denetiminin dışına çıkabilirler.
Dolayısıyla istihbarat söz konusu olduğunda, sadece var olan münafık grupların
veya var olmakla birlikte henüz münafık olmayan grupların değil; henüz var
olmayan grupların bile takip edilmesi gerekebilir… Hatta bir adım daha
giderek, devletin bu henüz var olmayan grupların kurulmasını dolaylı yollardan
bizzat desteklemesi gerektiğini de söyleyenler çıkacaktır. Çünkü böylece
denetimden kaçacak muhtemel münafıklar, ağa gelen balıklar gibi ayrı bir sepette
toplanabilir…

Kara Kuvvetleri’nin yönergesi, devletle toplum arasında hiyerarşik bir
tahakküm ilişkisinin olduğu ülkelerde, kendisini devletin asli temsilcisi haline
getiren kurumların içinde nasıl patolojik eğilimler gösterebilecek kişiler
çıkabileceğine de ışık tutmakta. Bu durum demokrasiyi kökünden baltalayan bir
durum yaratmakla kalmayıp; söz konusu kurumlar için de büyük bir tuzak
oluşturuyor: Çünkü kurumsal siyasetin ‘devletin siyaseti’ haline gelmesiyle,
kurumsal çıkar da ‘devlet çıkarı’ sanılıyor; ve o andan itibaren alt kadroların
yetkilerini aşma eğilimini durdurmak son derece zorlaşabiliyor. Böylece en alt
kadrolarda bile, kendisini kurumun ve dolayısıyla devletin yerine koyan
‘genç’ler türeyebiliyor… Bu eğilim, kurumun toplum karşısında yabancılaşmasına
paralel gittiği için de, kurum içi disiplin şeffaf bir biçimde hayata geçemiyor.

Kısacası devletin toplum karşısındaki genel güvensizliği, bürokrasinin de bu
güvensizlikten beslenen kurumsal pozisyonlar ve eylem planları üretmesine neden
olmakta. Dolayısıyla tüm toplumun potansiyel münafık sayıldığı bir tehdit
algılaması ortaya çıkarken, kurumun tüm enerjisini bu münafıklara yöneltmesi ve
bu alanda bir miktar ‘yaratıcı’ olması hiç de şaşırtıcı değil. Kendi ‘ulusal
değerlerini’ saptama yetkisi bile olmayan bir toplumun ku klux klan bile
olabileceğini düşünebilenler belki de haksız değiller!
 

Yorumlar kapatıldı.