İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

yeni şafak: Sabiha Gökçen tartışması (2)

Kürşat Bümin

Dünkü yazıda başlamış ama bitirememiştik; Sabiha Gökçen hakkında Hürriyet gazetesinin Agos gazetesinden naklen ortaya attığı iddiayı tartışıyorduk. “Atatürk’ün manevi kızı” Sabiha Gökçen, iddia edildiği gibi Ermeni asıllı mıydı?

Hürriyet ilk gün (21 Şubat) iddiayı ortaya attıktan sonra (âdet olduğu üzere) ikinci gün “taraflara” söz hakkı tanıdı… Gökçen’in akrabası olduğunu ileri süren eski bir bakan eşi, iddiayı temelsiz buluyor ve “Hayır, Boşnak’tı” diyordu. Yaptığı açıklamada, küçük Gökçen’in Bursa’da üvey ağabeyi Hafız Bey’in yanındayken Atatürk tarafından farkedilip evlat edinildiği bilgisini veriyordu.

Ermeni tarihçi Pars Tuğlacı’nın açıklaması ise çok farklıydı. Tuğlacı, “Bu doğru, Sabiha da Ermeni olduğunu biliyordu” diyor ama bir gün önceki Hürriyet’te yer alan hikayeyi doğru bulmuyordu. Tuğlacı’ya göre, Gökçen’in ailesi Ermeni’ydi ama Antep’de değil Bursa’da yaşıyordu.

Nitekim 1915’de Bursa’yı terketmek zorunda bırakılan aile, “uzun yürüyüş”e dayanamayacağı için 2 yaşındaki Sabiha’yı yetimhaneye bırakmıştı. Atatürk de, 1922 yılında geldiği Bursa’da artık 9 yaşına gelmiş olan Sabiha’yı Ankara’ya götürerek evlat edinmişti. Tuğlacı, yakından tanıdığı anlaşılan Gökçen’in Ermeni asıllı olması hakkında tamamlayıcı bilgiler de veriyor: “Ankara’da Atatürk’ün manevi kızı olarak yaşarken, Beyrut’taki akrabalarının kendisine ulaşmasıyla Ermeni olduğunu öğrenir.” Hatta, Gökçen, Beyrut’a gidip akrabalarını da bulur.

Evet, bu ciddi tanıklıklardan da anlaşıldığı gibi, Sabiha Gökçen, büyük ihtimalle Ermeni bir ailenin 1915 tehcirinde “uzun yürüyüş”e dayanamaz diye Bursa’da bırakılmış küçük kızıdır. Zaten hatırlayın, Hrant Dink de bu bilgiye “cemaat”in epeydir sahip olduğunu söylemiyor muydu?

Hürriyet böyle bir iddia bulur da bunun tadını çıkarmaz mı?! Gazete tutmuş ve konuyu bu kez de Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon’a açmış… Komutanın “iddia”ya yaklaşımı bayağı dikkat çekici. “Gökçen’in Ermeni olması bizi üzmez, bilakis sevindirir” diyerek böyle bir durumun “Atatürk’ün ve Türk milletinin büyüklüğünü gösteren en önemli bir kanıt” olduğunu belirtmiş. Tolon, yine Atatürk’e atıfta bulunarak “Globalleşen dünyada etnik kökenlerin hiçbir öneminin olmadığını” da vurguluyor… (Komutanın bu yorumu gerçekten dikkat çekici değil mi? “Dünyada etnik kökenlerin hiçbir önemi yok, kim olursa olsun yeter ki sonunda Türk olsun!” mu demek istiyor acaba?!)

Hürriyet gazetesinde “iddia”yla ilgili bir de köşe yazısı yer alıyor. Emin Çölaşan, Kıbrıs meselesini gözden geçirmeye bir gün ara vererek ortaya atılan iddiaları “ipe sapa gelmez, belgeden yoksun” olarak yerden yere vuruyor… Çölaşan’ın yeri gelmişken okurlarına kısa bir “tehcir tarihçiliği” örneği verdiğini de belirtelim: “Savaş süresince Osmanlı vatandaşı Ermeniler, Rusya ile savaşan ordularımızı arkadan vurdu. 1915 yılında zorla başka yerlere göç ettirildiler. Başka çaresi yoktu. Bunun adına tehcir-zorunlu göç diyoruz.”(!)

Ne diyelim… Yukarıda Pars Tuğlacı da bu “çaresizliği”anlatmıyor muydu: Bursa’dan yola çıkmaya mecbur edilen aile “yola dayanamaz” diyerek küçük kızlarını yetimhaneye yerleştirirken son derece “çaresiz” değil miydi?

Evet, bu kadar malumat yeter sanırım; şimdi de gelelim meselenin esasına: Sabiha Gökçen’in aslında kimin kızı olduğuna dair ortaya atılan iddia doğru ya da yanlış, çok mu önemli? Bu ülkede, araştırma yapılmadığı, araştırmadan kaçıldığı için kimsenin sayısını tam olarak bilmediği “Ermeni asıllı” pek çok insan yaşamıyor mu zaten? Her birimiz etrafımızda aniden kökenini “keşfeden” insanlarla karşılaşmıyor muyuz zaten? Zorunlu göçe zorlanan yüzbinlerce Ermeni’nin geride bırakmak zorunda kaldıkları çocukları buhar olup ortadan kalkmadı ya… Tabii ki pek çoğu, Hrant Dink’in hatırlattığı gibi, Müslüman aileler içinde birer Müslüman gibi yetiştirildiler. Bunların sayıları kimbilir kaç tane? Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde bugün yaşayan kimbilir kaç vatandaşımızın dedesi ya da nenesi “uzun yürüyüş”e çıkamayan bu çocuklardan oluşuyor…

Aslına bakacak olursanız, “Ermeni meselesi” tarihinin bu cephesi, vakit geçirmeden araştırılıp ortaya konması bu topluma sanıldığı gibi zarar değil, büyük yarar sağlayacaktır. Hiç değilse, “uzun yürüyüş”e başlayan Ermeni ailelere bu ülkenin geride kalan insanlarının bir biçimde ellerini uzattıklarını, bin yıllık komşularının çocuk çocuk yola koyulması karşısında tamamen kayıtsız kalmadıklarını öğreneceğiz. Az şey midir? Kendi gözümüzde değerimiz artmayacak mı? Bir zamanlar birlikte yiyip içtiğimiz komşularımızın uğradığı bir felaket karşısında hiç de “taş yürekli” olmadığımızı öğrenip, rahatlamayacak mıyız? Kimin aslının ne olduğunu sadece MİT ya da benzeri teşkilatlar mı bilecek yalnızca…

“Hafızalarımızı” tazelemekten niçin bu kadar çekiniriz? Görüyorsunuz ki olup biteni tamamen “unutmak” ve “unutturmak” imkansız. Hiç mi hiç yararı olmayan, ancak bir toplumun yetişkinliğe erişebilmesi yönünde çok zararlı bir yöntem değil mi bu?

Yorumlar kapatıldı.