İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Haluk Şahin: Ararat ve milliyetçilik

Haluk Şahin

İleride Türkiye’nin kültür tarihini yazanlar 2004 yılının ocak ayını ilginç bir dönüm noktası olarak görebilirler. Çünkü bu ayda, ülkemizde alışılagelmiş kalıplara taban tabana ters düşen bir olay yaşandı: Yasakçı olarak bilinen devletin gösterilmesine izin verdiği bir film bazı çevrelerden gelen tehditler üzerine gösterilemedi, yani fiilen yasaklanmış oldu.

‘Ararat’ filminden söz ettiğimi anladınız.

Bizim geleneksel yasakçılık kültürümüzde bu işler genellikle şöyle yürürdü: Vatandaşının aklına ve fikrine hiç itimat etmeyen devlet, bazı filmlerin gösterilmesini yasaklar, yargı organlarına yapılan itirazlar üzerine bu yasaklar kaldırılır ve film gösterime girerdi. Derken, birtakım militan gruplar sinema salonlarını basar, olay çıkarır, böylece devleti koruduklarını öne sürerlerdi.

Bu kez tam tersi oldu: Devlet, daha doğrusu Kültür Bakanı Erkan Mumcu, Ermeni ‘soykırımı’nı anlatan ‘Ararat’ filminin gösterilmesine izin verdi. Bakan, ‘Ararat’ı yapanların filmin Türkiye’de yasaklanmasından reklam olarak yararlanmak istediklerini, ama kendilerinin bu tuzağa düşmediklerini söyledi. Mumcu, Türkiye aleyhtarı da olsa, bu ‘kaba saba’ filmin gösteriminden kaygı duymuyordu.

Ancak, MHP ve bazı milliyetçi örgütler Türkiye’ye ve Türklere kendi topraklarında hakaret ettirmeyeceklerini söyleyerek ‘Ararat’ın gösterimine engel olacakları tehdidinde bulundular, hatta ‘Cesaretiniz varsa gösterin!’ diyerek meydan okudular.

Bunun üzerine Bakan Mumcu filmi gösterecek sinemalara devlet güvencesi vaat etti, ama ithalatçı şirket ürküp filmi göstermekten vazgeçti.

Sonuç: Türkiye’de ilk kez bir film devletin ısrarına rağmen gösterilemedi!

Gösterilemedi de, Türkiye’yi çok sevdiklerini her fırsatta haykıran milliyetçi çevreler böylece Türkiye’yi yüceltmiş mi oldular? Yoksa, zarar mı verdiler? İletişim ve bilginin bu kadar önem taşıdığı bir dönemde asıl tartışılması gereken sorular bunlar…

Bir defa, artık kimsenin adını anmadığı o filmin yeniden reklamına olanak sağladıklarına ve bu durumun filmin yapımcılarını çok memnun ettiğine şüphe yok. Belki filmin yeni afişlerine bunu eklerler: ‘Türkiye’de gösterilmesine izin verilmeyen film!’ (Bu kötü filmi Boston’da gördükten sonra neler yazdığımı hatırlamak isteyenler 20 Aralık 2002 tarihli Radikal’e bakabilirler.)

İkincisi, dünya basınında bu konuda yayımlanan haber ve yorumlarda ‘milliyetsiz’ olmakla suçladıkları AKP’ye puan verilmesine fırsat sağladılar. Olay ‘değişim yanlısı, özgürlükçü AKP-yasakçı Bozkurtlar’a karşı’ çerçevesi içinde verildi.

Üçüncüsü, filmin savlarının aydınlarımızca görülememesi, onlara karşı geliştirilebilecek savlar açısından, başta milliyetçiler olmak üzere, soykırım iddiasına karşı çıkan herkesi zayıf düşürdü. Nitekim, milliyetçi çevrelere yakın bir yazar olan Ömer Lütfü Mete, “Bu filmi her Türk görmeli ki, oradaki suçlamalara cevap verebilsin,” diyordu.

Bilginin en önemli silah haline geldiği ikna çağında, her ne nedenle olursa olsun cahil kalmanın ve toplumu cahil bırakmanın en vahim zafiyet olduğunu Devlet Bahçeli bilmiyor mu? Çağdaş milliyetçilik bu mu?

Yorumlar kapatıldı.