İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

R.H.Araks: `Neden´ ve `Sonuç´ların Yerleri Şaşılınca

Raffi A. HERMONN

BİA (Paris) – “Yakın zamanda Almanya, çoğunluk Türkler olmak üzere, Doğudan gelenlerin; Fransa ise, çoğunluk Cezayirliler olmak üzere, Magreb’den gelenlerin, egemenliği altına girecek!” demişti, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılışıyla, dünyanın tanıdığı “Rus türü” ırkçılığa varan milliyetçi söylemin temsilcisi Vladimir Jirinovski.

Jirinovski’nin Avrupa hakkında, sözlerinde mutlaka bazı gerçekleri bulabiliriz.

Sorunum “nasyonalizm” ekseninde politika üreten politikacılara hak vermek değil kuşkusuz, tersine onların bir değerlendirmenin, sürecin “sonuç”unu sanki “neden”miş gibi sunuyor olmasını göstermek.

Tarihte de böyle olmamış mıdır ?

“Mein Kampf”ı (Kavgam) okurken, orda Musevi kapitalinin, nasıl Alman kapitali karşısında devasa adımlarla büyüdüğünü pek âlâ görmek mümkün, doğrudur.

Ama bunu görmek “Alman kapitalinin neden ve nasıl zorda kalmış olduğunu, Alman ülke yöneticilerinin sübjektif hatalarını görmeden” bu durumdan Musevileri sorumlu tutmak: Sorumsuzluk, cehalet, kolaycılık ve dolayısıyla da “antisemitizm” gibi bir yüz kızartıcı duyguyu beslemeye götürmemelidir, ki bu olmuş ve Nazi faşizmi doğmuştur.

Dolayısıyla bir değerlendirmede salt “doğruları” söylemek yeterli değildir, o “doğrular”ın hangi konjonktürde, neyi açıklayabilmek, neyi anlatmak amacıyla ifade edilmiş olmasına da bakmak gerekir.

Bu bağlamda; “yakında, Almanya’nın Türklerin, Fransa’da ise Cezayirlilerin, egemenliği altına gireceklerini(!)” söylemek, hiç de yanlış bir öngörü olmayabilir.

Olmayabilir de, burada söylenmek istenen nedir ?

Eğer; bu durumdan Cezayirliler ve Türkler suçlanmak isteniyorsa, işte yanlış buradadır. Çünkü olası böyle bir durumun sorumluları ne Cezayirliler ne de Türklerdir, onlar çok çok, Fransa ve Almanya’nın geçmişte uyguladıkları (tek taraflı çıkarcı) emperyalist politikaların sonuçlarıdırlar.

Politik değerlendirmelerde; “sonuçlar”ı sanki birer “neden”mişler gibi göstermek, eninde sonunda faşizan uygulamaları doğurur.

Koskoca Avrupa’nın geçmişinde yaptığı bu yanlışlarından, Türkiye de payını almamış mıdır ?

Hem de nasıl?

Osmanlı döneminde; gayrimüslimlere, 19. yüzyıla dek, askerlik yapma, devlet memuru olma hakkı verilmediğini, onlara güvenilmeyip, vergilerle, baskılarla “adam olmak istiyorsan eğer, ille Müslümanlığı tercih edeceksin!” dayatmasına mâruz edildiklerini unutarak, onların ister istemez, zanaat sahibi olup, kapital birikimi yaptıkları hatırlanmak istenmeden, birdenbire “yahu şu gayrimüslimlere bakın, adalar-modalarda ülkenin kaymağını yiyor, çok para kazanıyorlar !” diye tahlilde bulunmak, bir örnektir.

İlginçtir, bugün de Avrupa’da, “Türklerin kısa zamanda büyük paralar kazanması(!)” aynı duygularla, bazılarınca dile getiriliyor, ancak o “bazıları” yıllar önce hoş olmayan işlerde Avrupalıların çalışmak istemediklerini, buna karşın Türklerin yemeyip içmeyip bu kötü işlerde çalışıp sermaye biriktirdiklerini unutuyorlar.

“Gayrimüslimlerin” tabiî ki genel “Müslümanlardan (Cumhuriyetin ilk yıllarında) çok daha fazla para kazandıkları” sonucunun gerçek olması yetmiyor, asıl “neden böyle bir durum?” diye soru sormak ve kafa patlatmak gerekiyordu o zamanlar, ama nerde?

Zaten durumları “analitik” değil de “idealize” ederek veya “kompleks duyarak” değerlendirme yapmanın ayrımı bu değil midir?

Bugün; mâsum ve aslında teşekkür edilmesi gereken Fransa’nın Cezayirlileri ve Almanya’nın Türklerine karşı, bazılarınca haksızlık yapılmak istenmesi; tıpkı zamanın Türkiye’sinde, mâsum ve aslında teşekkür edilmesi gereken, gayrimüslimlere “kolay analizler(!)” sonucu, yapılan gayri insânî uygulamalara benzemektedir.

Kısaca; Osmanlı’nın düşüş döneminden (aslında taa dünümüze kadar uzanan) 60’lı yıllara kadar, gayrimüslimlere karşı uygulananların “benzeri”, bugün yurtdışında çalışan Türk işçilerimizin başına geliyor!

Ancak dikkat! … Avrupa geçmişinde bir sürü insanlık ayıbı etmiş ama bunların cezasını, biletini, bedelini ağır ödemiş ve “aman, bir daha asla yaşamayalım!” refleksine sahip olmuştur. Dolayısıyla Avrupa’da, Türk işçiler veya başka “öteki”lerin başına, benzeri belalar, kontrol elden çıkmayınca, artık kolay kolay gelmez.

Zaten Türkiye ile Avrupa arasındaki en büyük fark işte burada !

Türkiye’de hâlâ, en ufak bir “tarih sorgulaması”, işlenmiş ayıplar vesilesiyle “üzüntü duyma”, “acı paylaşma” gibi, sadece ve sadece özeleştiri kavramının yerleştiği kültürlerde görülen, reflekslerden yoksunuz.

O da yetmiyormuş gibi, herhangi bir Avrupalının (isterse içten olmayıp, ikiyüzlülükle yapsın, var mı dahası ?) gösterdiği bir “pişmanlık” ya da “özür” eylemini, “günah çıkarmak(!)” şeklinde yorumlamıyor muyuz ?

Yani; eğer Almanya’nın Solingen kentinde, ırkçılar (dikkat AlmanLAR değil!) bazı mâsum Türklerin evini yakmışsa, ve akabinde suçlular bulunup, yakalanmış, ve mâhkûm edilmeleri yetmiyormuş gibi, Belediyesi ve Hükümetiyle Alman Devleti “özür dilediğinde” bunun yerine, Alman yönetiminin Türklerden özür dilemeyip, aynı bizlerin yaptığı gibi, “hiç oralı olmamasını”, “işlenmiş suçu inkâr etmesini”, “ama Türkler de kaşınmışlardı, ne yapalım, bazı münferit olaylar olmuş bir kere!” v.s. gibi, (eylemden sonra ikinci kez) utanılası sözler sarf etmesi ve davranışlarda bulunmasını, tercih edeceğiz herhalde öyle mi?!

Velhasıl; Rusya’da basın toplantısında, ülkelerinde terörist eylemlere katılmış, Türk teröristlerinin pasaportlarını, sinirli sinirli sallamaları sonucu, basınımızda: “Rus Bakanını sinirlendiren pasaportlar!” gibi, en ufak bir “çuvaldızını kendimize batırma” hissini vermekten uzak manşetlerin atıldığı bu günlerde, lütfen (!) ülkemizdeki “çifte standart”larından söz etmeye başlar olmuşken …

Fransa’daki “başörtüsü yasağı”ndan sonra, başını kaldırmaya yüz tutmuş gibi olan “yabancı düşmanlığı” hakkında konuşurken, realitemize de bir ayna tutmaya çalıştık.

Hele “neden” ve “sonuç”ların yerleri şaşılınca, Türkiye’de veya Avrupa’da da, hep aynı olduğunu; hiç fark etmediğini, de anımsatmak istedik! (BB)

Yorumlar kapatıldı.