İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal2: Neden böyleyiz?

FAHRETTİN ÇİLOĞLU

Son dönemlerde “q”, “w” ve “x” harfleriyle ilgili epey tartışma oldu ve değişik yazılar yazıldı. Bu üç harf, Türk alfabesinde olmayan, ama Kürtçe’nin yazımında kullanılan harfler. Buradaki “x”, bildiğim kadarıyla bizim “ks” olarak algıladığımız “x” değil, gırtlaksıl “h” harfi. Yani bir adı, Ehmedà Hani biçiminde değil de Ehmedà Xani biçiminde yazmak için gerekiyor bu harf. Ehmedà Xani, bildiğiniz gibi ünlü Mem û Zin destanının yazarı Kürt şair. Tartışmaya yol açan konu, Türk alfabesine bu üç harfin eklenmesi meselesi değil, sanırım başka. Bu harfler Kürt alfabesinin harfleri ve zaten kullanılıyor, “bizim entelektüel coğrafyamız” dışında. Aslında Türkiye coğrafyasında “x” harfini aynı sesin karşılığı sayan başka alfabe de kullanılıyor, ama şimdi buna girecek değilim. Benim anlamadığım nokta şu: Eğer biz Kürtçeyi yazılı dil olarak kabul ediyorsak, bu aynı zamanda o dilin alfabesini de kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor mu? Neden her yeni durum karşısında bu kadar sert tepki veriyoruz? Hollanda’da, Türk alfabesine özgü harflerin tanınması önerisi de böyle mi karşılandı? Her yeni durum karşısında, Çetin Altan gibi söylersek, neden ensemizi karartıyoruz?

Bütün bu tartışmaların yapıldığı günlerde, bir ozanın adı aklımda dolanıp durdu. Bu ozan Sayat Nova. Biz henüz tanımıyoruz bu adı, Türkçeye çevrilmiş değil. Ama Sayat Nova, üç dilde şiirler yazmış Ermeni ozan. Azerice, Ermenice ve Gürcüce. Bu 18. yüzyıl ozanı, Tiflis’te doğup yetişmiş ve ömrünü orada tamamlamış. Onun yaşadığı dönemde Güney Kafkasya henüz Rusya’nın bir parçası değil. 18. yüzyılı hayal edin, Azeri, Ermeni ve Gürcü halklarının birbirleriyle ilişkilerini düşünün. Daha “uygar” bir dünya mıydı dünyamız, daha gelişmiş bir hoşgörü mü vardı? Kafkasya gibi tarihi boyunca çatışmaların yaşandığı bir coğrafya, üstelik 18. yüzyılda, üç dilde şiirler yazan bir ozan yetiştiriyor da, biz neden hâlâ coğrafyamızdaki başka dillerin varlığını kabul etmekte bile zorlanıyoruz? Türk alfabesinin değiştirilmesini öneren olmadığı için, böyle bir tartışmaya girmeyeceğim. Ama burada altını çizmek istediğim bir noktayı da belirtmeden geçemeyeceğim. Bu üç harfin kullanılmasını istemenin, aslında Türk alfabesinin değiştirilmesini istemekle eşdeğer olduğunu sananlar, Türkiye Türkçesine en yakın dil olan Azerice’nin günümüzde nasıl bir alfabeyle yazıldığını biliyorlar mı?

Sahi, biz neden böyleyiz? Neden Türkiye’de bir Ermeni, Gürcü, Kürt, Laz dilbilimcisi yoktur? Bu etnik kökenden gelen insanların çabalarını unutmuş değilim, ama bizim üniversitelerimiz neden bu konuda eğitim vermezler? Bizim gerçekten bu dillerin uzmanı akademisyenlere hiç mi ihtiyacımız yok?

Bu üç harfin tartışıldığı günlerde Laurent Mignon’un iki kitabını okuyordum. “Elifbâlar Sevdası” (2003, Hece Yay.) ile “Gezginin Günlüğü” (2002, Hece Yay.). Mignon, Belçika doğumlu ve Lüksemburg vatandaşı. Bilkent Üniverseti’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Mignon, bir elin parmaklarından daha çok dili iyi biliyor ve pek çok dille de ilgileniyor. Fransızca, İngilizce, Arapça, İspanyolca ve Gürcüce’den Türkçe’ye çeviriler yapıyor. Bu çevirileri sözünü ettiğim kitaplarda bulabilirsiniz. Daha az bilindiği için bu örneği seçiyorum, başkalarının yorumuna açık olsa da. Gürcü edebiyatını, bir yabancının Türkçe çevirisiyle

okumak size de biraz tuhaf gelmiyor mu? Mignon, bizim topraklarımızda yakın tarihlerde “ölü dil” haline gelen Ubıhça ile de ilgili bir araştırmacı. Pek çoğumuzun henüz adını bile duymadığı Ubıhça ve bir zamanlar bu dili konuşan insanlar bizim ilgimizi neden çekmiyor?

Sahi, biz neden böyleyiz?

Yorumlar kapatıldı.