İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

R.Hermon Araks: Aslında Tüm Adalarda ”Yangın” Vaaaar!

Marmara’daki beş "Prens Adaları"ndan "Antigoni"de, yani Burgazada’daki 13 ev
ve 40 dönüm ormanın yanması vesilesiyle, belleğim bazı çağrışımlar doğuruyor.

Yangının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna başta,
birçokların iddia ettiği gibi "bu bir kasıt mıdır" ya da "değildir"
tartışmalarına girmek yerine, bunları, sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bozcaada / Tenedos

14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti, "Milli Şef Yılları"na
duyulan tepkinin rüzgârını alarak, ülkede göreceli bir özgürlük havası estirmeye
soyunmuştu.

İşte bu; sözde özgürlük havasında, kuşkusuz (samimi dindar insanların da
tasvip etmediği) din kisvesi altında istişâre eden, sağlıksız cereyanlar hayat
bulmuştu.

Bunlardan Ticâni tarikâtının mensupları, Atatürk’ün heykellerini kırmaya dek
vardırmıştı faaliyetlerini. Liderleri, Kemal Pilavoğlu Bozcaada’da "mecburi
ikâmet"e mahkûm edildi.

Çoğunluk Rumlardan oluşan, Türkiye’nin belki ilerde turizm, balıkçılık,
zeytincilik, zeytinyağcılık ve şarapçılığın güler yüzlerinden olacak
Bozcaada’nın; "mahkûmların ikâmet edeceği yer" diye seçilmesi anlaşılır
değil(mi)dir ?!

Bu üstât Bozcaada’da yaşadığı yıllar boyunca, müritlerini çağırır, onları
sebze bahçelerinde ucuz ucuz çalıştırıp, biriktirdiği sermaye ile, bağları ve
bahçeleri satın alır.

Bağ ve bahçelerde "şarap günahtır!" diye buyurduğu emirleri gereği, güzelim
üzüm ağaçları sökülür.

Böylece; Homeros’un "İliada" ve "Odissea" destanlarında (dünyaca bilinen)
dile getirdiği, meşhur "Tenedos şarapları" tarihe mal olur.

Bu az buz bir başarı değildir !!!

Gökçeada / İmroz

1960’ların ortalarında, bu kez "Gökçeada’yı (Gökçeadalılardan) temizlemek!"
amacıyla geleneksel "kuzuları, kurtlara emanet etme" yöntemiyle, yine bir yol
bulunur.

Bu kez de, Gökçeada’ya bir "Açıkhava Hapishanesi" kurulur, iyi mi ?…

Bunun sonucu olarak Rum kızlara, kadınlara sarkıntılık, tecavüz, hayvanları
çalma, ağaçları kesme gibi "münferit" olaylar zinciri uzar da uzar.

Kuşkusuz bu gibi olayların, kolluk kuvvet veya Belediye zabıt kayıtlarında,
en ufak izlerinin bile olmamasına şaşılmamalıdır.

Rumlar, bu kez de, Gökçeada’dan "temizlenir!"

Böylece, Ege’nin, diğerlerine kıyasla, bu iki adasında turizm faaliyeti ölür.
Balık yuvaları, bu "temizliği" yapanlarca dinamitlenmiş olduğundan, balık cinsi
ve sayısı yok olma noktasına gelir.

Şarapçılığın esamesi görülmezdir artık. Meşhur zeytinlikler tahrip edilmiş ve
hele hele en önemlisi, bir zamanlar 300 bin koyun / keçi bulunduran bu adaya et
artık Çanakkale’den gelmektedir.

Bu bilgiler; 1992’ten beri Hürriyet gazetesinin (sadece) Avrupa Baskısı’nda
yayınlanmış, değişik nüshalarından alınmıştır.

Kınalıada/Proti ve Burgazada/Antigoni

1950’li yıllarda Bozcaada, 1960’lı yıllarda ise Gökçeada, "ötekilerimiz"den,
yani ne kadar "öteki" görmek istesek da, aslında bal gibi de bu topraklara ait
olan güzel insanlardan "temizlendi" de, 2003’te çok mu farklı yani ?…

Cumhuriyet haftalık ekinin, 17/08/03 ve Hürriyet gazetesinin 15/08/03 tarihli
nüshalarında da belirtildiği gibi "Nüfusun yüzde 90’ının Ermeni kökenli Türkiye
Cumhuriyeti vatandaş yurttaşımızın yaşadığı Kınalıada’da" görüntü pisliği
yaratan ve tüm ada halkının sağlığıyla oynanılan (adada kansere yakalananların
sayısında 95’ten beri bir patlama olmuş) bir uygulama söz konusudur.

İstanbul’un neredeyse tüm televizyon kanallarının, sağlığa zararlı radyasyon
üreten, 15 kuleden 32 adet aktarıcı antenleri, İstanbul’da başka yer yokmuş gibi,
hatta bizatihi Marmara Denizi’nde bir çok ıssız ada bulunmasına karşın, on
binleri aşkın insanımızın yaşadığı Kınalıada’ya, üstelik "izinsiz"
yerleştirilmiştir.

"Gavur" olmasın da

Ve… Şimdi de; Adalar Belediyesi "çöp sorununu halledemediğinden dolayı"
güzelim Burgazada çatır çatır yanıyor, ne acı değil mi?…

Yazıklar olsun bize !

Türkiyemizin; orasını burasını, "farklı ve bir o kadar da bu ülkenin insanı"
olan vatandaşlarımızdan "temizleyelim" derken, farkında olmadan, ruhlarımızı mı
kirletmişiz acaba, ne dersiniz ?…

Hem, "tek gâvur’un olmasın da, istese çöl olsun" zihniyetinin doğmasına neden
olan, "gâvur"dan bu kadar nefret edilmesi söz konusu olduğuna göre, temelleri
tamamen bir Greko-Romen zihniyet ve gayrimüslüm inancına dayanan Avrupa
uygarlığına, nasıl ayak uyduracağız acaba ?

Böyle bir Avrupai zihniyetin hüküm sürdüğü bir ortama nasıl dayanırız? Bize
yazık değil mi, bu ıstırap… Sakın bir "gâvur eziyeti!" olmasın?

Batıdan Güneye baksak

Şaka bir yana, eleştirilen, söz konusu olan, tabiî ki sağlıksız zihniyettir.
Sağlıksız bir zihniyete ise, her dinden, her dilden ve her ülkeden insanlar
sahip olabilir.

Gözlerimizi üretimiyle değil de, tüketimiyle örnek aldığımız Batıdan, biraz
olsun Güneydeki Doğulu komşularımıza döndürdüğümüzde, sözlerimiz iyi
anlaşılacaktır.

Zirâ, belki bizdeki kadar "çok partili" demokrasiye bile geçilmemiş, ancak
buradaki tüm Müslüman ülkelerde "gayrimüslim vatandaşlar"ı değil kaçırtmak,
onlara, Türkiye için algılanması zor, devlet sektörlerinde, yer verilmiş yani
güvenilmiştir. (RH/NM)

Yorumlar kapatıldı.