İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

TÜRKİYE «BARIŞ, İSTİKRÂR VE DEMOKRASİ GETİRMEK İÇİN» ŞİMDİ DE AZERBEYCAN’A MI ?…

Üstât Çetin Altan’ın : «Kel’in satacak ilacı olsaydı, önce kendi kafasına sürerdi» sözünü anarcasına, şimdi de «Türkiyenin Azerbeycan’a gitmesi mi gerek ?» diye yüksek sesle düşünmek istiyoruz !

Raffi A. Hermonn

P a r i s

Gerek 1 Mart, gerekse 7 Ekim’deki tezkere ve genel olarak «ABD’nin Irak işgâline, Türkiye’nin katılması»na gerekçe konuşmalarında : «komşudaki istikrarsızlığa sessiz kalınamayacağı», «komşu yangının yayılmasına izin verilemeyeceği», «demokrasi ve insan haklarında, çağın gerisinde kalmış bir ülkeye ‘dur’denilmesi gerektiği», nihayet «Iraklıları, çağdışı antidemokratik yönetimden kurtarmak gerektiği» ifade ediliyordu.

Brüksel’de, Başbakanımızın «AB amaç değildir, reformlar Türkiye istediği için yapılmakta!» ifadesi gibi, bitabii «ulusal çıkarları gereği, Irak’a asker yollayıp yollamayacağı», çok doğal olarak, bizzat Türkiye’nin kendisi karar verecekti.

Ama o ne ?…

Türkiye’ye «asker gönder !» diye bastıran ABD, (Kürt otoritesinin, ciddi şekilde karşı çıkması üzerine), birdenbire «asker göndermesen de olur !» tavrına girince, Türkiyemize de «Pekiyi, biz de asker göndermeyiz !» diye tavır değiştirmek düştü.

Eeeee … yine şu meşhur «perhiz tutma» ile «lahana turşusu yeme» arasındaki tutarsızlığı vurgulayan, deyişi mi hatırlayacağız acaba ?

Madem böyle olacaktı … O zaman ; hükümet («iktidar» demiyorum, zirâ «Bu ülkede hükümete gelebilirsiniz, ama iktidar olamayabilirsiniz !» ifadesi Başbakanımıza aittir) partisinin çatlamasına ramak kalması, kamuoyunun tepkilerine hedef edilmesi, orduyla sıkıntı çıkması ve AB, Arap ve dünya kamuoyunda «işgâlci işbirlikçisi» etiketine lâyık olunması nedendi ?

Madem böyle olacaktı … O zaman ; bu risklerin alınmasına neden olan «olmazsa olmaz» aciliyetteki «âli çıkarlar», yani «komşunun çağdışı bir şekilde antidemokratik bir rejimle yönetilmesi» v.s. gibi gerekçeler, hiç de öyle ciddi ve samimi gerekçeler değildi demek !

Madem böyle olacaktı …O zaman ; içte ve dışta olumsuz duruma düşme pahasına, göze aldığımız «ülkenin âli çıkarları» hangi ülkenin çıkarlarıydı ? Bir başka ülkenin âli çıkarlarıyla, Türkiyeninkileri birbirine mi karıştırılmıştı acaba ?

Madem böyle olacaktı … O zaman ; dünkü «âli çıkarlar» bugün birdenbire «sıradan çıkarlar»a mı dönüştü nedir ?

Matematiksel denklem çözer gibi, durumu tahlil edersek «Türkiyemizin ; bunu ne kadar paradoks görse de (bu konuda) âli çıkarlarını, Kuzey Irak’ta «defacto» kurulan Kürdistan’ı oluşturan, bir zamanlar «şalvarlı göçebe Kürt kabileleri !» dediğimiz grupların, Reisleri : Barzani ve Talabani beliriyor !» sonucu çıkmaktadır.

Siyasetin, uluslararası ilişkilerin ya da hepsinden vaz geçtik o … «bir şey olmayan» ama aynı zamanda da «hiç bir şeyin de kendisi gibi olmadığı» (André Malraux’nun meşhur «yaşam hiç bir şeydir, ama hiç bir şey de yaşam gibi değildir !» sözü) evet o … doğanın canlılara armağan ettiği «parantez»in cilvelerini kabullenmek gerekiyor.

Biraz «züğürt tesellisi» olacak ama, fareciğin ocağına düşmüş fili hatırlayalım, üstelik fare bir de file «acıttın mi cicim ?» diye dalgasını da geçmiştir, iyi mi ?

Demek ki, bu «yaşam» denen parantezde, oluyor böyle şeyler.

Yoksa ; «komşuların iç istikrârı, yönetimlerinin çağdaşlık ve demokratiklik ölçüsü veya orda çıkan toplumsal ve siyasal yangınlar v.s., kendi halkınla, ordunla, partinle, tüm dünyayla ters düşmeyi göze alacak kadar seni ilgilendiriyorsa eğer, o zaman neden her komşularımıza örneğin … Azerbeycana gitmiyoruz ?» diye sorarlar adama …

Üstelik ; petrolü de var, (gerçi Cumhurbaşkanı sayın Turgut Özal, 1998 Şubat’ında : «Azerilerle, dil bağlamında bazı benzerliklerden başka, pek ortak yönlerimiz yoktur !» demişti) soydaşlık var, dindaşlık var, kültürdaşlık var, varoğlu var !

Hem Türkiyemiz ; (Cumhurbaşkanı sayın Süleyman Demirel’in defâten ifadeleriyle) «büyük ağabeyi» değil miydi Azerbeycan’ın, ona çağdaşlık, demokrasi, batı uygarlığı konularında öğretmesi ve vermesi gereken dersleri yok mu, bunlar bir ağabeyin kardeşine yapması gereken ödevler, yükümlülükler değil midir ?

O zaman, Türkiye Dost Azerbeycan’a, salt dostluk, kardeşlik ve barış amacıyla, (sakın başka artniyetlerle değil ha !!!), neden asker göndermesin mesela ?

Niye Türkiye, Azerbeycan’da istikrarı sağlamasın, demokrasi ve çağdaşlığın «öyle» değil, asıl «böyle» olduğunu, ülkeyi «çifte standart»lık yerine, «tek yurttaşlık standartı » ile yönetileceğini öğretmesin ha, niye ?…

Azeri halkını, niye Türkiyemizin çağdaş ve demokratik ölçütleriyle ( !!!) yönetme konusunda sahip olduğu engin ( !!!) tecrübelerinden mahrum edelim ?

Hem ; Azeri yönetimi de, (herhalde ki, ağabeyine karşı nankörlük edecek hali yok ya ?!) mutlaka bunun altında kalmaz ve Türkiye’ye olan / olacak minnet borcunu da, petrolle öder, fena mı olur ?

Şaka bir yana ;Anadolu’da bilinen «(Kendine rağmen) Kahraman Nazar» öyküsünde olduğu gibi, galiba hükümetimiz de, sayın Turgut Özal’ın başaramadığı «bir koyup üç alma»yı, kendine rağmen, başarmış oldu … sonuçta …

Evet «son tahlilde» böyle gözüküyor :

1) ABD ile, 1 Mart’ta «Tezkere çık(ara)mama» nedeniyle doğan güven bunalımı aşılmış oldu, Türkiye’nin eli kuvvetlendi.

2) ABD’nin ayak sürdüğü 8,5 milyon Dolar’lık kredi işlemleri hemen hızlandı ve … nihayet (18 ayda 4 eşit taksitlerle) ödeme ayrıntısına kadar, kesinleşip imzalandı.

3) Kendi iç, Arap, Avrupa ve Dünya kamuoyuna «Irak’a asker gitme» macerasını anlatamayan Türkiye, bu kez ABD’nin «sayesinde» bu sıkıntıdan kurtuluyor.

Bunlar ; Türkiyemiz’in, Üstât Çetin Altan’ın : «Kel’in satacak ilacı olsaydı, önce kendi kafasına sürerdi !» deyişini çağrıştıran bir durumda olduğunu gösteriyor insana.

Ancak aynı Türkiye’nin, ister kendisine rağmen (bunu zaman gösterecek), ister bile bile, Irak macerasında geldiği noktanın, şimdilik hem kendi hem de dünya kamuoyu açısından, hayli kazasız belasız, taktir edilesi bir nokta olduğunu, teslim etmek gerek.

Yorumlar kapatıldı.