İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: Amerika´nın en yaratıcı göçmeniydi

NEW YORK – Hollywood, tarihini yazan outeur’lerden birini, Elia Kazan’ı kaybetti. Kazan 50’li ve 60’lı yıllarda sinema tarihine geçen ‘Rıhtımlar Üzerinde’, ‘Arzu Tramvayı’, ‘Cennet Yolu’ gibi filmler çekmiş, Marlon Brando, James Dean, Warren Beaty gibi oyuncuların çıkış yapmasını sağlamıştı.

Kendini her zaman bir ‘Anadolulu’ olarak niteleyen Kazan, gelip gitmekten büyük keyif aldığı, entelektüelleriyle uzun soluklu dostluklar kurduğu Türkiye’de de iyi tanınan ve sevilen bir sinemacıydı. Ama yarım yüzyıl boyunca peşini bırakmayacak kötü bir şöhretin de sahibi oldu. Sinema ve sanat çevrelerinde pek çok kişi, arkadaşlarını ihbar eden bir hain
olarak damgaladığı bu büyük sinemacıyı asla affetmedi.

Kökleri Kayseri’de

Elia Kazan, Kayseri kökenli bir Rum ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı yıllarda, Amerika’ya göçtüler. İlk aşkı tiyatroydu. Yale’in Sahne Sanatları Bölümü’nde iki sene okuduktan sonra 1935’te ilk oyununu yönetti. 40’larda Broadway’in en iyi yönetmenlerinden biri olarak şöhret kazanmıştı bile. Tabii ki Hollywood onu kucaklamakta gecikmedi. 1948’de ilk filmlerinden biri olan ‘Centilmenlik Anlaşması’yla da ilk Oscar’ını kazandı.

Amerikan yaşamının çatışmalarına, Amerikalıların problemlerine eğilen ilk yönetmenlerden biriydi Elia Kazan. 1948 yılında açtığı Actors’ Studio adlı okul, Hollywood’a unutulmaz bir oyuncu kuşağı kazandırdı. En gözde öğrencilerinden biri unutulmaz filmlerinde başroller verip bir ikon haline getireceği Marlon Brando’ydu. ‘Rıhtımlar Üzerinde’ ve Tennessee Williams’ın oyunundan uyarladığı ‘Arzu Tramvayı’yla Brando’yu yaratırken, en iyi filmlerinden biri sayılan ‘Cennet Yolu’yla James Dean efsanesini ortaya çıkarttı. Kazan, tanınmamış oyuncularla çalışmayı severdi. Rod Steiger, Natalie Wood, Lee Remick, Warren Beaty gibi isimlerin onunla çalıştıktan sonra yıldız oldular.

1952 yılında Senatör Mc-Carthy’nin Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi’ne ifade veren Kazan, sinema sanayiinden komünist eğilimli sekiz arkadaşını ele vererek onların kariyerlerinin sona ermesine yol açmıştı. Bunlardan birisi olan senarist Abraham Polonsky, Elia Kazan’ın 1999 yılında onur Oscar’ı alacağını duyunca “Umarım ödülünü alırken birisi onu vurur” demişti.

‘Özür dilemiyorum’

Kendisi de Komünist Parti üyesi olan Kazan, McCarthy’yle işbirliği konusunda hiç geri adım atmadı. Ömrü boyunca peşini bırakmayan bir lanete dönüşen bu hareketinden pişmanlık duymadığını söylüyordu. 1997’de İstanbul Film Festivali’nden Onur Ödülü almaya geldiği sırada Cumhuriyet gazetesinden Ahu Antmen’e verdiği röportajda konuyla ilgili şunları söylemişti: “Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Özür dilemiyorum. Utanmıyorum. Ve beni mutsuz etmiyor.”

1960’larda yazarlığa merak saran Elia Kazan altı roman yayımlamış, sinemadan elini eteğini çektiği 90’larda tamamen yazı faaliyetleriyle uğraşmıştı.

Çektiği filmler bir düzine Oscar alan yönetmen, biri Onur Ödülü olmak üzere üç Oscar sahibiydi. Kazandığı onlarca ödül arasında Berlin’deki Altın Ayı Onur Ödülü, Cannes’daki Altın Palmiye, Venedik’teki bir Gümüş Arslan ve Jüri Özel Ödülü ile dört Altın Küre sayılabilir.


Birlikte Kayseri’ye gitmiştik

Zülfü Livaneli (Müzisyen, yazar): Anadolu en büyük evlatlarından birisini yitirdi. Bunu özellikle belirtiyorum. Çünkü Elia Kazan ısrarla kendisinin ‘Anadolulu’ olduğunu söylerdi. “Ben ne Rumum ne Türk ne de Amerikalı. Ben Anadoluluyum” derdi. 20 yıla yakın süren yakın dostluğun birçok anısı canlanıyor gözümde ama bunların içinde belki en tuhafı, onu annesinin doğduğu köy olan Germir’e götürmemdi. Yağmurlu bir günde Kayseri’nin Germir Köyü’nde, kubbesi ikiye ayrılmış, içinde hayvanların barındığı kiliseyi ve annesinin yıkılmış evini gördüğü zaman bana demişti ki; “Bende bazı resimler var. Annem tuvalet ve şapkayla davet veriyor bu köyde. Anlayamıyorum”. Daha sonra Kayseri’de babasının halıcı dükkânının olduğu Kapalı Çarşı’ya gittik. Babasının dükkânının yan tarafı sakatatçı olmuştu, her taraftan ciğerler sarkıyordu. Onların arasında küçük bir iskemleye oturdu. “Beni iki saat yalnız bırak, sonra buradan gel al” dedi. Güvenlik nedeniyle biraz kaygılandığımı fark edince de “Üzülme babamla konuşucağım” dedi. Babası ile büyük problemler yaşamıştı. Sert bir adamdı ve onun özgüvenini yıkmıştı. Anneyi ve çocuğu döven bir adamdı babası. O gün akşam konuştuğumuzda kendisine ‘Babasını bağışlaması gerektiğini çünkü Amerika’ya gitme kararı almasaydı Elia Kazan’ın da o Kapalı Çarşı’da hayatını sürdüreceğini’ söyledim. Güldü ve “Doğru” dedi.

Sinemamıza büyük katkı yaptı

Hülya Uçansu (İstanbul Film Festivali Yöneticisi): Elia Kazan, Amerikan sinema ve tiyatro dünyasının 20. yüzyılda sahip olduğu en önde gelen yaratıcılardan biriydi. Her ne kadar McCarthy dönemindeki tutumuyla Amerikan sanat çevrelerinde yıllarca lanetli bir isim olarak anıldıysa da, bence kendisi de McCarthysmin başka bir kurbanıydı.

Elia Kazan, İstanbul Film Festivali’ne iki defa geldi. İlkinde Altın Lale jüri başkanlığı yaptı. Onun başkanlığında yapılan sansüre tepki yürüyüşü sonucunda dönemin Kültür Bakanı Tinaz Titiz’in kararıyla ülkemizde uluslararası düzeyde düzenlenen tüm film festivalleri sansürden muaf tutuldu. Bu karar daha sonraları da sinemamızda uygulanan sansürün görece olarak gevşemesine yol açtı. Bu, sinemamıza yapılabilecek en değerli katkılardan biriydi. İkinci defa ise, İstanbul Festivali’nin kendisine verdiği Yaşam Boyu Onur Ödülü’nü almaya gelmişti. Daha önceleri ülkemizde gösterimi yasaklanmış olan ‘America, America’ adlı filminin Türk izleyicisiyle buluşmasına tanık oldu.

Brando’nun arkasındaki adam

Atilla Dorsay (Sinema yazarı): Artık etkin değildi. Uzunca bir süre film çekmiyordu. Ama Hollywood’a ve sinema sanatına getirdiği önemli yenilikler oldu. Tiyatro ile sinemayı çok iyi sentezliyordu. Başta Tennessee Williams olmak üzere pek çok tiyatro yazarının sinemadaki en iyi karşılıklarını verebilmişti. Marlon Brando, Frank Sinatra’nın arkasındaki adam olan Ellia Kazan hem tiyatroda hem de sinemada Amerikan sanatının geçen yüzyıldaki en büyük temsilcilerinden biriydi.


Halının üzerinde yatmak istemişti

Elia Kazan’ı 1960 başlarında tanımıştım. Birkaç gün, Cihangir’deki apartmanımda kalmıştı. Kazan’ı ilk tanıdığımda bende bıraktığı izlenim alçak gönüllülüğüydü. Evde onun için özel bir düzen değişikliği yapılmasını istemediğinden, ille de halının üstünde yatmak istemişti. O sıralarda ‘Amerika Amerika’yı çekiyordu. Yazık ki bu güzel film bizim geleneksel tutumumuzdan ötürü ülkemizde yasaklanmış, Kazan 1988’de
İstanbul Festivali’ne jüri başkanı olarak katılmasına kadar gösterilememişti. O festivalde ‘Amerika Amerika’nın da içinde bulunduğu bir toplu gösterisi büyük ilgi görmüştü.

Kazan, yaşamı boyunca Türkiye’ye, özellikle İstanbul’a büyük bir nostalji duymuştu. Bu duygularını birçok filminde yansıtmış, ‘Viva Zapata’,
‘Rıhtımlar Üstünde/On the Waterfront’, ‘Cennet Yolu/East of Eden’ gibi ünlü filmlerinin ötesinde, özellikle benim en sevdiğim ama Amerika’da pek tutulmamış ‘Kader Değişmez/The Arrengement’ Türkiye’den göç etmiş bir çocuğun aile ilişkilerini çok duyarlı bir biçimde aktarmıştı. Bir İstanbul ailesinin gelenek ve ilişkilerini içten biçimde yansıtan bu film, belki de bu nedenle ABD’de öteki filmleri kadar ilgi görmemişti.

Bana göre Eli Kazan 20. yüzyılın ikinci yarısında, sadece sinemanın değil tiyatronun da büyük yönetmenlerinden biriydi. Daha 1930’ların ortalarında tiyatro alanında çalışmaya başlamış Thornton Wilder, Tennessee Williams ve Arthur Miller gibi en yaratıcı tiyatro yazarlarının yapıtlarını sahneye taşımıştı. Lee Strasberg’le birlikte kurduğu Group Theatre’da aktörlerini yepyeni bir oyunculuk tekniğiyle oynatmak istemişti. Gerçekte bu teknik Stanislawski’nin önerdiği yöntemin uygulanmasıydı. Elia Kazan, daha sonraları yine Lee Strasberg’le birlikte kurduğu Actors’ Studio (Oyuncular Stüdyosu) okulundan, Stanislawski metodunu kullanarak Marlon Brando ve James Dean’in başını çektiği genç kuşak oyuncuları yetiştirmişti.

Livaneli’nin ‘Sis’inde oynamıştı

Kazan’ın Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne de büyük bir katkısı olmuştu: 1988 yılında Seçici Kurul Başkanı olarak İstanbul’a geldiğinde bana ‘Sizin için ne yapabilirim?’ demişti. Ben de Festival filmlerinin sansürden kurtarılması için yardım etmesini istemiştim. Sonra onunla bir plan kurmuş, festivale katılan tüm sanatçılar ve Yeşilçam’ın önde gelen kişileriyle Taksim’e yürünmesini ve orada ‘Uluslararası sanatsal etkinliklerde Sansür olamaz!’ diye bağırılmasını sağlamıştık. Bu olay, dönemin çok anlayışlı Kültür Bakanı Sayın Tınaz Titiz’i etkilemiş ve çıkardığı bir yönetmelikle uluslararası festivallerden sansürü kaldırmıştı. Kazan, Zülfü Livaneli’nin ‘Sis’ filminde de küçük bir rol almıştı.

Kazan çok uzun yıllar yaşadı ve 94 yaşında öldü. Yaşamı boyunca sinema ve tiyatroda yeni akımlar geliştirmek bir yana, her iki alanda da sayısız başyapıt ortaya koydu. Romanı ‘Uzlaşma’ ve yaşamöyküsü ‘Bir Yaşam’ kendi alanlarının güzel örnekleri olarak anılacaktır. Bana göre Türkiye, Elia Kazan’ın ölümüyle, büyük bir yaratıcı dostunu yitirmiştir.


Filmografi

The Last Tycoon/ Son Patron (1976)
The Visitors/Ziyaretçiler (1972)
The Arrangement/Kader Değişmez (1969) America, America (1963) Splendor in the Grass/Aşk Bahçesi (1961) Wild River/ Vahşi Nehir (1960) A Face in the Crowd/Kalabalıkta Bir Yüz (1957)
Baby Doll/Taş Bebek (1956) Cennet Yolu (1955) Rıhtımlar Üzerinde (1954) Man on a Tightrope (1953) Viva Zapata! (1952) Arzu Tramvayı (1951) Panic in the Streets/ Sokaklarda Panik (1950) Pinky /Kara Damga (1949) Boomerang! /Geriye Tepen Silah (1947) Gentleman’s Agreement/ Centilmenlik Anlaşması (1947) The Sea of Grass /Yeşil Çayırlar (1947) A Tree Grows in Brooklyn/Bir Genç Kız Yetişiyor (1945)

Yorumlar kapatıldı.