İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

hürriyet: Makriköy´den Bakırköy´e geçişin romanı

Doğan Hızlan

SEMTLERİN insan haritası beni meraklandırır.

Çünkü İstanbul semtlerindeki değişim, sadece insanların, cemaatlerin değil, siyasetin de dalgalanmalarını yansıtır.

Selçuk Erez’in Makriköy’e Dönüş’ünün daha ilk satırında bu gerçeği, özelliği fark ettim.

Makriköy’e Dönüş, hem bir aile büyüğünün tuttuğu anı defterinden aktarılmış notlarla hem de semtin monografisi verilerek oluşturulmuş bir roman.

Bireysel hayatların temposunu bozan siyasal çalkantılar da bütün bu haritanın üzerinde, sonuçsuz yolları ve çıkmaz sokakları ile gözüküyor.

Makriköy olduğu zamanlar, burada epeyce Ermeni, Rum nüfusu da vardı. Evler de kayıkhaneleriyle denizin üzerindeydiler. Bir sahil banliyösüydü.

Şimdi Eminönü’nden Yeşilyurt’a kadar yapılan yoldan önceki semti ve insanları anlatıyor bu anı romanda Erez.

Romanın kahramanlarından birini, günlüklerinden yararlanılan büyükbabası İsmail Hakkkı Paşa’yı fiziksel, siyasal çerçevesi içinde tanıtıyor:

‘‘Büyükbabam İsmail Hakkı Paşa, göğsünde bir Plevne Madalyası’yla muayenehanemin duvarındaki fotoğrafında vakur bakar. İlerlemiş yaşına ve gözlerinin altındaki torbacıklara rağmen yakışıklıdır: İtinayla burularak şekillendirilmiş Kayser Wilhelm bıyıkları etkileyicidir; babaannemin vaktiyle bana dediğine, ‘Paşa, ata binip gittiğinde, bıyıklarının çehresinden iki yana taştığına, arkasından bakanlarca -uzaktan bile- görüldüğüne’ inanmaktayım.’’

Ne var ki Selçuk Erez’in babasının anlattığına göre, bu poz ona pek yaramamış, Sultan Abdülhamid, Mısır’daki, İskenderiye’deki karışıklıkları bastırmaya fotoğrafta dik dik bakan İsmail Hakkı Paşa yerine, başı eğik görünen birini göndermiş.

İsmail, asker oluyor ve gönüllü olarak da Plevne Savaşı’na katılıyor.

Savaş günlükleri, o kuşağın hem vatan, hem insan sevgisini yansıtması açısından gerçekten ilgi çekici belgeler.

Paşa’nın çocukluğunun geçtiği Makriköy’ü okuduğunuzda; Türk, Ermeni, Rum vatandaşların arkadaşlıklarını, dayanışmalarını görür, ayrıca kozmopolit, renkli İstanbul’un tarihinden bir kesit daha öğrenmiş olursunuz:

‘‘İsmail Paşa’nın Harbiye’de öğrenciyken gönüllü katıldığı savaşta olup bitenleri cebe sığacak boyutta dört deftere kurşunkalemle yazdığı günlüklerinden öğrendik.’’

Denize çakılan kazıklar üstündeki gazinolar dönemine ben de yetiştim, Yenikapı’daki içkili gazinoda, dönemin ünlü şarkıcıları söylerdi.

Bir ülkenin yönetiminin, hele bir İmparatorluğun çöküşü, bireysel hayatlara bir akşam güneşi gibi yansır.

Olağan yaşamınızdaki değişiklikleri, üzüntüleri, korkuları yavaş yavaş hissedersiniz, belki de umursamazlığınıza sığınırsınız.

İsmail Hakkı Paşa ile Hatice İhsan Hanım’ın Makriköy’e Dönüş’le başlayan serüvenleri, gerçekten tipik bir imparatorluk öyküsünden sayfalardır.

İsmail Hakkı Paşa’nın bir cümlesi çöküş günlerinin habercisi:

‘‘Dün Midhat Paşa’nın Yıldız Mahkemesi’nde -güya Sultan Abdülaziz’i öldürttüğü iddiasıyla- yargılanıp idama mahkûm edildiğini öğrendik. Devlete iyi hizmet etmenin sonu bu olmamalı!’’

Paşa, ilerki yıllarında devlete hizmet etmenin bu acı karşılıklarını arkadaşlarına ve kendine karşı gösterilen tavırlarda görecektir.

Öylesine ki, ona da mahkemeden celp gelecek, okuyamadan bir kalp kriziyle ölecektir.

Çocukluktan kalma arkadaşlıklar, eski mahalle adabı…

Andrikos, Paşa’nın çocukluk arkadaşı, biri balıkçılık yapıyor, diğeri paşa.

Andrikos, balıkları, midyeleri dükkánından alıp Paşa’ya getiriyor, o da hepsini satın alıyor.

Hatice İhsan Hanım, evdeki yemek düzeninin bozulmasından, balık kokusunun her yeri kaplamasından yakınıyor ama çare yok.

İsmail Hakkı Paşa, memleketin durumunu izliyor, üzülüyor ve son gördüğü olay onu çıldırtıyor.

Heybeli’deki Bahriye Okulu’na diploma dağıtmak için gelen Sultan Reşad tören için yerinden kalkarken, yaverine soruyor:

‘‘Biz buraya ne için gelmiştik?’’

Kurtarıcıyı ille de dışarda aradığımız günlerin, halk arasında rağbet bulan şiiri:

‘‘İngiliz mahvolacak,

Fransız kahrolacak

Ve inşallah sonunda

Alaman Müslüman olacak.’’

Eski İstanbul’a ve İstanbullu’ya dair anı romandan bir öyküyü yazıma mutlaka almalıyım.

Selçuk Erez, mevlitlerde duahanın eline verilen listede bazı adlar okurmuş. Fakat bazılarının aile fertleri olmadığını fark etmiş. Araştırmış, soruşturmuş, onların ailede çalışan emektarlar olduğunu öğrenmiş.

Ve bir anı.

Aşçı Reşid Ağa, memleketine gitmek üzere İsmail Paşa ile helálleşip köyüne dönmek istemiş. Ağlaşırlarken, Reşid Ağa ipek mendilini çıkarıp gözyaşını silermiş.

Paşa bakmış ki, kullandığı onun işlemeli mendilleri. O zaman kayıp mendillerin esrarı çözülmüş ama bir şey dememiş.

Soyluluk denilen kavram bu galiba değil mi?

Hem Osmanlı’nın, hem bir semtin, hem bir ailenin İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e uzayan öyküsü.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Saray ve Ötesi Halid Ziya Uşaklıgil Özgür

Ayçiçeği Özlemi Turgay Fişekçi Adam

Rüyalarımı Ver Bana Haşmet Babaoğlu İthaki

Kristal Bahçe Gürsel Korat İletişim

Yürüyen Kelimeler Eduardo Galeano Çitlembik

Yorumlar kapatıldı.