İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çocuklarımızın dünyası bizimki gibi olmasın

Anadolu’nun orta yerinde şirin, yeşil bir kasabada ilkokula başladım. Okulumuzun etrafı yüksek taş duvarlarla çevriliydi. Okul binası ise ahşap ve iki katlı bir konaktı. Diğer okula hiç benzemiyordu. Okulumuzun bir köşesinde, çerçeveli bir yazı vardı. Tarihçesiymiş. Okumayı çözdükten sonra okuduğumda, yüksek duvarların ve okul binamızın sırrını öğrenmiştim. Orası eski bir Ermeni kilisesi ve okuluydu. Kilise (1920’lerde) yıkılmış, duvarları kalmıştı. Okulumuz da, o duvarlar içerisinde bulunan eski Ermeni okuluydu. Eve gelip sorduğumda, büyük annemin o Ermeni okulunda okuduğunu, yıkılan kilisede vaftiz olduğunu, dedemlerin götürülüp bir daha gelmeyişinden bir yıl önce orada evlendiklerini, babamın da iki üç yıl orada okuduğunu öğrenmiştim. Bunları bizden hep saklamışlardı. Korku ve düşmanlık aşılamak istemezlerdi.

O yıllarda da din dersi uygulaması vardı. Bizler din dersine girmezdik. Üç Ermeni öğrenciydik. Yüksek taş duvarların dibine saklanırcasına sinip, sanki bir suçlu gibi, ders saatinin bitmesini beklerdik. Gavur olduğumuz için din dersinden çıkartıldığımızı söylerlerdi. Gavur olmayanlar bize hep bir ağızdan böyle bağırırdı. Din dersinin olduğu günler okula gitmek istemeyişimi hatırlarım.

Bu nasıl bir şeydi? Oradaki kilise ve okulun halkına ne olmuştu? Öyle ya, bu okul ve kilise üç öğrencisi olan bir halk için yapılmamıştı. “Gavur” neydi, gavur olmayanlar kimlerdi? Bizler o duvarları, o okulu yapanların soyundandık ama, artık orada yerimizin olmadığını anlıyorduk.

Bunların bir yanıtı olmalıydı. Biraz, biraz öğrenmeye başlamıştık. Büyüklerimizin nüfus cüzdanlarındaki dinlerinin ve isimlerinin “tashih” edilişinin nedenlerini öğrenmiştik. 1915 de götürülenlerin başlarına neler geldiğini biliyorduk. 1915 ten kurtulanlara Topal Osman ve adamlarının (1921’de) yaptıklarını biliyorduk. Babalarımızın (1941’de) 20 tertip birden, gayrimüslimlerden oluşan, amele taburları ayırımcılığını biliyorduk. Varlık Vergisi faciasını biliyorduk. Çocuk dünyamız karma karışıktı. Yarınlarımızı sisler içerisinde görüyorduk. Sonra, İstanbul’un yolunu tuttuk. “Artık çok partili rejimdeyiz, NATO’ya girdik bir daha böyle şeyler ve ayırım olamaz.” Diyerek, daha önce gelen akrabalarımızın yanına gönderdiler.

İstanbul’a geldiğim yıl, yakın tarihimizde 6/7 Eylül Olayları olarak bilinen, bir başka ayıplı ayırımcılığın yaşandığı yıldı. Azınlıklara yönelik yağma, talan, sindirme hareketiydi ve toplumsal belleğimizde iz bırakan bir provokasyondu.

Yıllar yılları izledi ama, resmi politikaların ve şahin çevrelerin ‘sakıncalı unsur’u olarak hep kaldık. Gün oldu “Türkiye’yi parçalamak isteyen dış mihrakların uzantısı” olduk. Gün oldu, her kötü olayın ardındaki unsur biz olduk…

Büyüdük, çoluk, çocuk sahibi olduk. Bari, çocuklarımız yarınlarını sisli görmesin diyoruz. Ama, demekle olmuyor. Bazı şeylerin kolay kolay değişmeyeceğini, değişime karşı reflekslerin daima var olduğunu görüyoruz. Üzülmediğimiz, gündemde olmadığımız gün yok gibi. “Bıkmak” sözcüğü işte burada tam anlamını buluyor. Geride bıraktığımız bir kaç aya şöyle bir bakalım.

AB paketi içerisinde bir yasa çıktı, sevindik. Yetimhanelerimiz, huzur evlerimiz artık mülk edinebilecek, mevcutları üzerinde tasarruf hakkımız olacaktı. Ama, uygulamayla ilgili henüz olumlu yanıt veremiyoruz.

50. kuruluş yıldönümünde, bir lisemizin okul binası dahil mülklerinin hazineye geçmesi için açılan dava devam ediyor. Sebep; 50 yıl önce okul açılırken bir eksiklik yapılmış.

Geçtiğimiz hafta ise sıra Ermeni Yetimhanesi Vakfına geldi. Yöneticilerinin tamamı azledildi. Sebep mi? 27 yıldır otopark olarak kirada olan yetimhaneye ait arsa, meğerse kiraya verilemezmiş. İşletici, oraya bir de tuvalet/dükkan yapmış. Ne diyebiliriz. Dileğimiz, olay yargıya intikal etmez, idarece iyi niyet kuralları içerisinde çözümlenir.

Çocuklarımızı ayırımcılık duygularından uzak tutmak istesek de olmuyor. Bu uygulamaların yeni bir versiyonu, okul müfredat programlarına kadar uzandı. Derslere girdi. “Ermeniler Türklere soykırım uyguladı” konulu kompozisyon yarışmasına dönüştü. Bu ülkenin çocuklarını, bu ülkenin bir avuç başka çocuğuna düşman etmek istiyorlar.

Çocuğu devlet okuluna giden bir Ermeni arkadaşım, bu yeni uygulamadan sonra, çocuğunu okuldan almak istediğini söylüyordu. Sınıftaki diğer tüm çocukların kendi çocuğunu düşman olarak göreceklerinden, çocuğunun bu duyguya kapılacağından endişe ediyordu. Bir bakıma haklıydı. Kendi çocukluğumun din derslerindeki sinmişliğimizi hatırladım. Anlaşılan o ki, değişen yalnızca zamandı. Birçok Türk dostumuzun da bu uygulamadan rahatsız olduklarını iyi biliyorum. Bir dostum, “Bizi bir birimize düşman edemediler ama, yan yana oynayan şu çocuklarımızı bir birbirlerine düşman ederlerse işte o zaman üzülürüm, işte o zaman bu ülkeye yazık olur” diyordu. Haklıydı dostum.

Bazı olayları ve o olayların karmaşık duygularını, sözcüklerle anlatamazsınız. Onları yaşamak gerekir. Okul binasının elinden alınacağını ve okulunun kapanacağını bekleyen bir lise öğrencisinin, gelirlerinin elinden alınmasıyla zor durumda kalacaklarını bilen yetimhane öğrencilerinin, kendilerine yöneltilen kin ve düşmanlığı ilköğretim çağında tanıyan, genç dimağların düşüncelerini anlayabilir misiniz? Çocukluğumdan itibaren bellediğimde iz bırakan olayları ve bende yoğunlaştırdığı duyguları hangi sözcüklerle ifade edersem edeyim, duygularımı tam olarak ifade etmiş olamam. Şöyle geriye doğru baktığımda gönlümde buruk bir köşe var, ‘öteki’ oluşumdan kaynaklanan, üzüntüler, kırgınlıklar var, endişeler belki korkular var, ama hiç kimseye ve bu ülkeye, bu ülke insanlarına karşı kin ve düşmanlık duygularım yok. Sanırım bunda ailelerimizin de payı var, Türk komşularımızın, dostlarımızın da payı var. Tabii, resmi Azınlık politikalarının aksine, ülkemiz insanlarıyla çok şeyi paylaşmamızın da payı var.

Bizleri kin ve düşmanlıktan hep uzak tuttular. İyi de ettiler. Ah bir de, değişmeyen şeyler değişse. Türkiye, işte o zaman değişecek. Hem de her şey.

Mesela, “Mısır, Türklere vize uygulamasına geçti” haberini okumayacağız. Vize kuyruklarını izleyemeyeceğiz. Hurda gemilerle batı ülkelerine kaçan, garibanları görmeyeceğiz, kitap yakılan ülke olmayacağız… Yanılıyor muyum?

Yorumlar kapatıldı.