İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sema Öğünlü: Soru sormak üzerine – radikal

SEMA ÖĞÜNLÜ

Kilis Eğitim Fakültesi’nin bir öğretim üyesi, zorunlu katılımlı “Asılsız Ermeni Soykırım İddiası” konulu toplantıda soru sormak gafletinde bulunan öğretmen Hülya Akpınar’ı adeta doğduğuna pişman ediyor. Birdenbire, “Sen kim oluyorsun?”, “Kim adına konuşuyorsun?” diye üzerine saldırıyor. Bundan sonra başına gelmedik kalmıyor Hülya öğretmenin.

“Ermeniler güçlü lobileri sayesinde soykırımı kabul ettirdikleri takdirde Türkiye’nin buna karşı bütünlüklü politikaları var mı?” diye soran Akpınar, önce bir gün boyunca cezaevinde tutuluyor, daha sonra da görevden uzaklaştırılıyor ve üç yıl hapis istemiyle hakkında dava açılıyor. Öğretim üyesinin bu davranışını protesto ederek salonu terk eden yedi öğretmen hakkında ise soruşturma açılıyor.

Bu arada saldırgan bir tutum sergileyerek kendisine soru sorulmasına bile tahammülü olmadığını gösteren öğretim üyesine hiçbir şeycikler olmuyor. Davranışıyla tüm üniversite öğretim üyelerini töhmet altında bırakan, soru soran, soru sormayı yaşamlarının ilkesi kabul eden aydınlar için utanç kaynağı olan bu öğretim üyesi, “Olanlar orada kalmalıydı” diyor ve üzüldüğünü belirtiyor. Yani, ben canımın istediğini istediğim gibi benzetirim ama başkasına ne oluyor hesabı. Yoksa es kaza yaptıklarından pişman değil. Aslında, “Farklı olsa da düşünce özgürlüğü olmalı” buyurmuş. O sadece “Ermeni katliamı” terminolojisine karşı çıkmış! Yani düşünce özgürlüğünü bizlere bağışlayan akademisyen, terminoloji özgürlüğüne minik bir kısıtlama getirmiş! Böylece, düşünce ile terminoloji arasında bir ilgi göremediğini de eklemiş olmuş!

Peki, insan merak ediyor; ilim, bilim, tarih, coğrafya… hak hukuk… ve benzeri hiçbir şeyle bağdaşmayan bu tutumu denetleyebilecek hiçbir akademik kurul, konsey, STK, TTK, YÖK, YEK, RTÜK, hiçbir üst ya da alt kurul, yan kuruluş ve benzeri yok mudur? Hani hık deyince karşımıza çıkıveren?

Soru sormak yasaklandıkça aksi gibi insanın soru sorası geliyor! Eğer, ancak ve ancak soru sormakla yarının bilimi yaratılabiliyorsa, bu tutumun bilimle uzaktan ya da yakından ilişkisi var mıdır? Böyle bir tutum sergileyen bir kişinin herhangi bir üniversitede işi olabilir mi? Olursa, karşısındaki insanın soru sormasına bile tahammül edemeyen bir zihniyete sahip bir kişi, bilime ne gibi bir katkıda bulunabilir? Ya öğrenciler? Bütün bu olanlardan sonra, bu tür yaklaşımları olan bir öğretmene soru yöneltebilecekler midir? Ne biçim bir öğretmen-öğrenci ilişkisi söz konusu olacaktır?

Kilis Eğitim Fakültesi öğretim üyesi, daha sonra olanlardan ne kadar üzüntü duyduğunu ispatlamak üzere mahkemede tanıklık yapmaya hazır olduğunu da belirtmiş. Ancak, kullandığı sözcüklerin ne anlamlara gelebileceğini ya da nelere mal olabileceğini görmeyen/göremeyen insanların lehte tanıklıklarının, her an aleyhte tanıklığa dönüşebileceğini göz önünde bulundurmak gerekir.

İlk andaki kızgınlık ve isyan bir kenara bırakıldığında, bu öğretim üyesinin hangi koşullarda yetiştiğini sorgulamak geliyor akla. Bir akademisyen ki, kendisine son derece basit bir soru soran insana, ‘sen kimin adına konuşuyorsun?’ diyor. Bu davranışın bir adım sonrası da, bilimsel tutumdan son derece uzak olan ‘hangi örgüte mensupsun?’ sorusu. Yani polisiye bir sorgulama şekli. Eh, bu da bize o kadar yabancı bir yöntem olmasa gerek!

Ancak, Avrupa standartlarına vurulduğunda akademik çevrelerde hiçbir şekilde kabul görmeyen, Amerikan standartlarına göre ise öğretim üyesine hakaret ve tazminat davası açılma olasılığını ortaya çıkaran bu tutum, sonuç olarak nedense bizim toplumumuzda sıradan bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Üstüne üstlük soru soranların da sonları meçhule kadar uzanıyor.

Oysa soru sormayan, tartışmaya katılmayan, bir köşede sesini çıkarmadan oturan öğrenci/dinleyici kitlesi kadar can sıkıcı bir insan topluluğu olamaz. Soru sormak, insanları tek düzelikten kurtarır, renk katar sohbetlere.

Çünkü soru sormakla başlar her şey.

Yorumlar kapatıldı.