İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özdemir İnce: Yalanın Süryanicesi (16) – hürriyet

“Atatürk’ün diğer ırk ve dinleri dışlayan Türk milliyetçiliği” ifadesini ele alarak Atatürk’ün millet tarifinde din ve ırkın yer almadığını, Anayasamıza “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesinin konulduğunu, dolayısıyla dışlayıcı değil kuşatıcı ve birleştirici bir milliyetçilik anlayışının benimsendiğini belirttim.

Göran konuşmasının bir yerinde Ermeni soykırımının 1894-1896 yılları arasında başladığını, bir başka yerinde de II. Abdülhamid’in Osmanlıcılık politikası güttüğünü ve Ermenileri yok etmek istemediğini söylemişti. Bu iki bilginin birbiriyle çeliştiğini, 1894-1896 yıllarında II. Abdülhamid’in Osmanlı hükümdarı olduğunu, dolayısıyla ikisinden birini seçmesi gerektiğini belirttim. David Gaunt’un, Türk subaylarının yönetimindeki Kürt aşiretlerinin Ermeni ve Asurilere soykırımı uyguladığı iddiasının doğru olmadığını, Türk subaylarının hiç bir zaman Kürt aşiretlerini yönetmediklerini; yine Gaunt’un tehcir esnasında Ermeni ve Asurilerin doğumlarının engellendiği iddiasının gülünç olduğunu söyledim. ”

“Benden önceki konuşmalar üzerine yaptığım bu değerlendirmelerden sonra İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’un eski büyükelçi Morgenthau’yu yalanladığını, Toynbee’nin kitabını İngiliz propaganda servisinde emir karşılığında parayla yazdığını anlatarak 1000 yıl boyunca Türklerle birlikte yaşayan Ermenilerin ve Süryanilerin, emperyalist devletlerin emellerine alet olmaları sonucunda bir sürü sıkıntı yaşadıklarını ve yaşattıklarını, yeterince vakit verilmediği için bu noktaya nasıl gelindiğini anlatamayacağımı söyleyerek kalan vaktimde ekteki bildirimin son üç sayfasını okudum. Süremin dolmasından sonra sorulara cevap verdim. Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeniler ve Asurilere yapılan soykırımı tanıması halinde Avrupa Topluluğu’na alınma şansının artabileceği ve niye böyle yapmadığı soruldu. Bir diplomat değil bir tarihçi olduğumu, akademik bir toplantıya geldiğimi, konumuzun Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Topluluğu’na alınması meselesi olmadığını, olmadığını bildiğim bir soykırımın kabul edilmesinin niçin istendiğini anlayamadığımı söyledim. Diğer konuşmacıların da katıldığı son değerlendirme kısmında, Ove Brink Ermeni soykırımı konusunda bilgilerinin tam olmadığını ama Ermeni soykırımına inandığını söyledi. Ben de konunun bir inanç değil bir bilim meselesi olduğunu söyledim.

Seminer boyunca toplantı salonunda bulunan Ermeniler, Asuriler ve İsveç’te bulunan Türk insan hakları derneği mensupları bana, benim söylediklerime, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türk Elçiliği mensuplarına saldırgan bir üslupla ağır eleştirilerde bulundular. Soykırımın tarihî bir hakikatmiş gibi takdim edilmek istendiği bir toplantıya katılmam ve bu konudaki iddiaları bilimsel bir şekilde reddetmem, Türkiye’ye düşman ve bölücü çevreleri rahatsız etti. Aslında onlara sempati ile bakan organizatörler, bu çevreleri tatmin için önümüzdeki günlerde İsveç Parlamentosu’nda benzer bir toplantı yapacaklarını duyurdular. Nitekim, daha sonra, Süryani Soykırımı konulu bir toplantıyı İsveç Parlamentosu’nda yapmışlar. Baş tarafta da belirttiğim gibi bu tür toplantılarla kamuoyu oluşturarak Ermeni ve Asuri soykırımı iddialarını ders kitaplarına geçirmeye ve hatta Parlamento’dan bununla ilgili bir karar çıkarmaya çalışıyorlar. Bu bakımdan İsveç’teki elçiliğimizin ve Türk derneklerinin bu konuyu çok iyi takip etmeleri gerekiyor.”

***

Doç.Dr.Ömer Turan’ın bana gönderdiği açıklama burada bitiyor. Bu açıklamada yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeniler ve Süryanilere yapılan soykırımı tanıması halinde Avrupa Birliği’ne alınma şansının artabileceği, böyle bir şeyi neden yapmadığı” sorusu ilgimi çok çekti. Çünkü bunca şamatanın arkasında yatan gerçek bu: İki yüz yıldır oynanan oyun!

Yorumlar kapatıldı.