İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ntv: ‘Ermeni sorununda tutarlı bir politikamız yok’

Defne Sarısoy

NTV-MSNBC

21 Nisan— ABD Kongresi, Dünya Bankası ve IMF’deki gelişmeleri de izleyen Tuna Köprülü, dört ABD başkanı ile dünyanın pek çok yerini dolaştı. İki ülke arasinda bir bilgi ve dostluk köprüsü oluşturan Köprülü, dünden bugüne Amerika-Türkiye ilişkileri ve yaşamının farklı görevlerde geçen iki ayrı kesiti üzerine sorularımızı yanıtladı.

Defne Sarısoy: Beyaz Saray’da 15 yıl muhabirlik yapmış tek Türk gazeteci olarak bir dönem Türkiye-Amerika ilişkilerine yakından tanıklık ettiniz. Öncelikle, gazetecilik serüveni nasıl başladı ve Washington kapısı size nasıl açıldı?

Tuna Köprülü: Türkiye’nin dış dünyada biliyorsunuz sorunları hiç eksik olmaz. Benim gazeteciliğe başladığım dönemde de, bizim başımızda çok büyük bir sorun vardı. Kıbrıs’a çıkartma yaptığımız için Amerikan Kongresi, 28 Şubat 1975’te Türkiye’ye bir silah ambargosu uygulamaya karar vermişti. Ben bunu duyduğum zaman çok üzüldüm. Eşim de Amerika’ya bir diplomat olarak gittiği halde, sonra işinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Dolayısıyla hiç bir şekilde yapabileceğimiz bir şey yok zannederken, bir gün kalktım ve Amerika’nın dört yılda bir başkan adayını seçtiği kongrelerden birine gitmeye karar verdim. Ve bir arkadaşıma telefon ederek, bana bir kart bulmasını rica ettim. Amacım şuydu: Oradaki kongre üyeleri ve en üst düzeyde Amerikalı yöneticilerle konuşursam, belki Türkiye ile ilgili biraz daha bilgi alma ve bu işi araştırma imkanı bulurum diye düşünüyordum. Öyle bir iç güdüyle başladım. Fakat umduğum gibi olmadı, arkadaşım bana davetiye bulamadı ama bir ipucu verdi: ” Kendine bir basın kartı elde et, her kapıyı açarsın” dedi ve öylece başladık.

Defne Sarısoy: Sizin Washington’da görev yaptığınız 1976-1991 yılları arasındaki süreçle 2000’li yılları karşılaştırdığımızda, Türk-Amerikan ilişkilerinde ne gibi değişiklikler var? Olumlu yönde geliştiğini söyleyebilir miyiz?

Tuna Köprülü: Kesin olarak buna olumlu ya da olumsuz demek zor. İki ülkenin de her zaman ilişkileri kendi çıkarları doğrultusunda şekillenir. Amerika, Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu müddetçe, Türkiye’yi kendisine yakın hissetmek isteyecektir. Dolayısıyla Türkiye de öyle. Biliyorsunuz, son 50 yılda ihtiyacımız olan ekonomik durumlarda, yine Amerika’nın kapısını çalıyoruz. Her ne kadar Kemal Derviş, “IMF’de Amerika’nın etkisi çok azdır, Avrupa daha çok hakim” diyorsa da, IMF’nin ipleri Amerika’nın elindedir.

O nedenle biz birbirimize muhtacız. Birbirimize muhtaç olduğumuz sürece de iyi ilişkiler içinde olmak zorundayız. 2000’li yıllarda, Amerika, Türkiye’ye daha iyi bir gözle bakıyordu. Özellikle Irak savaşında Türkiye’den büyük menfaatler bekliyordu. Yetki tezkeresi konusu tartışıldığı sırada , ben William Safire’e bir açık mektup yolladım. O mektupta kendisine Amerika’da hiç kimsenin birine söz vererek birşey elde edemeyeceğini hatırlattım. Nasıl Amerikan Başkanı her istediği şeyi, Kongre’den çıkartamıyorsa, bizde de bir demokratik süreç işledi. Sonucu iyi veya kötü oldu, onu herkes tartışıyor hala. Bence, kimse kimsenin ne düşman listesine, ne de sevgili listesine girer. Milletlerin aralarındaki ilişkilerde devamlı karşılıklı menfaat olur. Yarın öbürgün Kuzey Irak ile başa çıkamazlarsa, muhakkak ki müracaat edecekleri tek kuvvet yine Türk askeri olacaktır. .

Defne Sarısoy: Ermeni tasarısının Amerikan kongresine gelişi ve 24 Nisan tarihinin bir anma günü olarak kabul ettirilmesi yönündeki çabalarda da, geçmişten bu yana Türkiye adına olumlu bir gelişme yaşanmıyor. Amerikan Kongresi’nin ve dolayısıyla Türkiye’nin neredeyse her yıl gündemine gelen bir konu halini aldı. Sizce, Türkiye, Ermeni soykırımı suçlamalarına karşılık kendini doğru ifade edebildi mi? Geçmişten bugüne bu konuda yapılan savunmalar olumlu bir etki yaratabilecek güçte miydi?

Tuna Köprülü: Bir kelime ile söylemek lazım gelirse, hayır. . Türkiye, kendisini iyi anlatamadı. Daha doğrusu Türkiye’nin bence tutarlı bir politikası yok bu konuda. Neyi reddediyoruz? Soykırımı. Evet, biz soykırım yapmadık ve bu tarihçiler tarafından tescilli. Ama Amerika gibi bir yerde hiç kimseyi öldürmedik diye ortaya çıkarsanız gülünç oluyorsunuz. Amerika öyle bir ülke ki, bundan 100 küsur yıl önce kendi iç savaşında birbirini öldürmüş. Biz, 1915’de geçen olayları iç savaşın eşiğinde bulunan bir imparatorluğun çöküntüsünde ortaya çıkan bir karmaşa olarak göstermeliydik. Bu soykırım lafı Amerika’da çok geçerli bir laf. Hala Yahudilere yapılan zulümle ilgili filmler Oscar kazanıyor. Bizim onu yoketmemiz lazımdı. Ve birkaç defa Amerikan yönetimi tasarıdan bu soykırımı sözcüğünü çıkarttı. Biz onunla da yetinmedik. Soykırım sözcüğü tasarıdan çıktıktan sonra tasarının tümü de yok olsun dedik. Bir kargaşada, bir iç savaşın eşiğinde olan olaylarda kimin kimi öldürdüğü ortaya çıkabilir mi? Bu mümkün değil. Ama soykırım sözcüğü kalktığı takdirde anılması doğaldır, bunu da engelleyemezsiniz.

Defne Sarısoy: Ermeni tasarılarını bertaraf edebilmek yönünde Türk lobi faaliyetleri ne şekilde yürütülüyor? Bu tasarıların sık sık gündeme gelmesi lobi faaliyetlerinin yetersizliği ile ilişkilendirilebilir mi?

Tuna Köprülü: Aslında biz yanlış yerden yola çıktık. 1981-1982 yılında Ermeni tasarısı karşımıza geldiği zaman karşılıklı bir para alışverişi haline dönüştü. Yani Ermeniler, kendilerini tutan kişilere para yedirdiler. Türk hükümeti de para vererek iddiaları durdurmaya çalıştı. Bu yönde çok büyük paralar harcandı. Hatta bir keresinde, Türkiye’nin sorunlarına çözüm arayan, eski New York milletvekili Steven Solarz bana “Bu kadar parayı Ermeni tasarısına yatıracağınıza, Amerika’da kendinize iyi bir mevki bulun. Örneğin bir NATO ülkesi olarak, üçüncü dünya ülkelerinin kotalarından kendinizi kurtarın, o zaman göreceksiniz ki, büyük bir aşama yapacaksınız. Amerika’daki marketi elde edeceksiniz. O parayla herşeyi yaparsınız” demişti. Artık hükümetin tüm bunları masaya döküp, tartışması ve her yıl aynı şeylerin tekrarlanmaması için; doğruları, yanlışları görüp tedbirini almak lazım.

Defne Sarısoy: Meslek yaşamınızda gazete haberlerine yansıttığınız birçok gelişmeye bizzat tanıklık ettiniz. Ama perde arkasında kalan bazı olaylar da vardır kuşkusuz. Haber haline getirip getirmemekte tereddüt ettiğiniz şeyler oldu mu?

Tuna Köprülü: Olmaz olur mu? Benim sansasyonel haber yaparak bir gazetenin manşetine çıkmak diye bir arzum yoktu. Daha doğrusu böyle bir sorunum yoktu. Zaten haberlerim hep manşetten girerdi. Fakat örneğin Turgut Özal, 1983 yılında Washington’dan geçerken, bir gün beraber oğlunun evinde oturduk, sohbet ettik. O gün bana ANAP’ı kuracağını anlattı. Ve her şeyin hazır olduğunu söyledi. Hatta ben kendisine “Askerler size bunu kurdurmazlar, ANAP’ı kurmak üzere yanınıza bir emekli asker alırsınız”, dediğim zaman, “hayır, almayacağım, fakat bütün bunları ancak seçim kanunu çıktığı zaman göreceğiz. Onun için o zamana kadar beklemedeyiz” dedi. Ve de ilave etti, ‘Aman Tuna, bunu yazmazsın değil mi?’ diye. . Ben de Turgut Bey’e dedim ki, ben dostlarımdan duyduğum ve dostlarım hakkındaki konularda haber yapacak olsam, bu işi bırakırım.

Ona benzer mesela Coşkun Kırca’nın bir olayı oldu. Kırca, 12 Eylül darbesinin hemen ardından New York Times gazetesine bir röportaj verdi. Ecevit hakkında sayıp sövdüğü bu röportaj üzerine felaket bir haber çıktı. Aynı haber Newsweek dergisinde de yayınlandı. Bunun üzerine Hürriyet, röportajı yapan muhabirle konuşmam için beni New York’a gönderdi. New York Times’ın bayan muhabiri ile konuştuğum zaman anladım ki, Coşkun Kırca, büyük bir tepki göstermiş. Fakat Coşkun Kırca’yı tanıyanlar, onun karakterini bilirler.

Fevkalade akıllı, bilgili, kültürlüdür. Her işin üstünden gelir fakat şahsi olarak çok fevri bir insandır. Onun kızgınlıkla söylediği şeyi haber yapıp da onu kariyerine nasıl mani olabilirdim?

Defne Sarısoy: Halen Türkiye’de Monaco Fahri Başkonsolosu olarak görev yapıyorsunuz. Monaco’yu temsil etme görevi nasıl verildi? Yaşamınızdaki bu süreçten bahseder misiniz?

Tuna Köprülü: Çok enteresandır, o süreç hala kalbimde bir yara. Ben, Monaco’ya Türkiye’nin başkonsolosu olarak atandım. Ve bu olay şöyle gelişti: 1989’da Monaco-Galatasaray maçı yapıldı. Ve bana ailemden miras kalan Monaco’daki evimde bir davet verdim. Saraydan bazı kimseler ve Paris’ten gelen büyükelçi de bu davetteydi. Davet sırasında Prens’in başdanışmanı Raymond Bianchieri, Paris Büyükelçisi İlter Türkmen’e neden benim orada bir başkonsolosluğa atanmadığımı sormuş. Zira babam, 11 yıl boyunca Monaco’da başkonsolosluk yapmıştı ve Prens ailesiyle çok yakın dostluğu vardı. Dolayısıyla ailenin geleneklerini devam ettiren bir kişi olarak, Türkiye ile ilişkileri benim kanalımla sürdürmek istediler. Turgut Özal, bunu duyunca, çok münasip gördü ve atamayı yaptı. Ben de Washington’dan ayrılarak, Monaco’ya geldim. Yine Türkiye’yi tanıtma kampanyasına gireceğim için çok mutluydum. 70 ve 75. yıldönümlerinde iki defa Cumhuriyet bayramı kutlamaları düzenledim. İkincisine Prens Rainier III, başbakan, bakanlar ve bütün üst düzey yöneticiler geldi. İki defa Atatürk’ü anma günü yaptım. Sayısız kermesler gerçekleştirdim. Hüseyin Sermet, Fazıl Say, Pekinel Kardeşler gibi Türk sanatçılarını evimde ağırladım, Monaco’lularla tanıştırdım. Bütün bunları yaptıktan sonra, bir gün bana Paris büyükelçiliğimizden bir mektup geldi. Mektupta, “Sizin göreviniz, başkonsolosluktan, konsolosluk derecesine düşürülmüştür” deniyordu. Bunun dünyada emsali yok. Tabii bu beni çok hırpaladı. Sonra yakın dostum olan İsmail Cem, “Biz düzelteceğiz, merak etme, biraz dişini sık”dedi. İki yıl da böyle geçti. Bir defasında katedralde, bir dua töreninde en sonda, en son iskemleye oturdum. Önümde Güney Kıbrıs, Yunan, bütün Orta Amerika’nın başkonsolosları oturuyor, ben en arkada. Ve bunun üzerine dayanamayarak Ankara’ya gittim ve istifamı verdim. Bu arada benim istifamı vermek üzere Türkiye’ye gittiğimi Prens’e duyurmuşlar. Prens de bunun üzerine kendilerini temsil etmemi istedi. Monaco’da görev yaptığım sure içinde bana diplomatik pasaport verildi ve Monaco’nun en büyük nişanı olan
“Chevalier de St. Charles” ile ödüllendirildim.

Defne Sarısoy: Pek çok olay, pek çok insan. Sürekli gündemi takip etme telaşı ve tabii ardından gelen temsilcilik görevlerinin sorumluluğu. Kuşkusuz tüm bunlar, büyük bir bilgi ve anılar dağarcığı oluşturdu sizde. “Beyaz Saray Anıları”nı başka kitaplar da takip edecek mi?

Tuna Köprülü: Edecek gibi görünüyor. Çünkü gösterilen ilgiye ben de şaşırdım. Anlaşılıyor ki, Türkiye’de çok ihtiyaç varmış. Bana imza günlerinde gelenlerin ilk sorusu bu oluyor, bunun arkası ne zaman gelecek diye soruyor herkes. Belki konuları daha derinlemesine yazmak gerekir. Geniş bir yelpazenin her tarafında dolaştım diyebilirim. Bunlardan bir ya da bir kaç konuyu ele alıp, daha detaylı yazmak imkanını yaratırsam yine ilgi çeker diye düşünüyorum.

Yorumlar kapatıldı.