İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

yeniden özgür gündem: Bir Ermeni daha öldü…

Ölüm haberleri arka arkaya geliyor… Coğrafyamızın üzerine çöken korkunç karabasana dayanmaya çalışırken geldi haberin. Katliamların haberleriyle kahrolurken… Savaşın dumanıyla boğulurken… Tecridin düşündürdüğü tüm varsayımlarla boğuşurken, bir arkadaş elini omuzuma dayadı ve “birşey söyleyeceğim, dayanacaksın…” Baktım yüzüne. “Dayanılmadık ne kaldı ki” dedim. Ama içimden sözümü yalanladım… Dayanmak mümkün değil artık… Sonra arkadaşım kısık bir sesle “Nişan amca” dedi…

Kelimeler boş. Bir uzun hava, bir Ermeni ezgisi, bir havar anlatır belki o atmosferi. Hiç hazır değildim onu kaybetmeye… Kime hazırdım ki? İnsan sevdiklerini kaybetmeye ne zaman hazır olmuş?

Kiliseye koştum… Ağlayan kadınlar… Suskun bakışlar… “Yapılacak birşey var mı?” Yok yok. Nişan yok.

Yaşarken, köşe yazılarımda senden bahsetmemi istemezdin… “Ne olur ne olmaz, bilmesinler bizim arkadaş olduğumuzu, acımasızdır onlar, çok acımasızdır, gözlerinden ırak olalım, akıllarına gelmeyelim…” Şimdi birşey yapamazlar sana Nişan amca. Ne benimle arkadaşsın, ne de Ermenisin diye… Bu yüzden yazıyorum.

Ben cezaevindeyken isimsiz mektupların gelirdi. İncil’den ayetler gönderirdin. Sabır üstüneydi çoğu. Büyük acı çekenlerin, mutlaka ödüllendirileceği anlatılırdı. Çıkınca senin dostluğun en büyük ödülüm oldu.

Sık sık kiliseye gelirdim. Ellerin birbirine dolaşır, kahve yapar, ne bulursan ikram ederdin. Sonra birden dalgınlaşıverirdi gözlerin “buraya geliyorsun diye adın kötüye çıkmasın.” Günlerce konuşmak isterdin, hiç susmamak… “Sen söyle, ben yazayım Nişan amca” deyince gözlerini kapardın “Hayır, ele geçirirlerse vay halimize…” Uzakta da olsam hergün arardın. “İyiyim de, kapatayım” derdin. Ama yolda birlikte yürümek istemezdin. “Şimdi sana bir suç atsalar, beni kullanırlar. Ben Ermeniyim, bunu unutma. Kendime de, sana da zarar veririm.” “Biz kötü birşey yapmıyoruz ki Nişan amca. Arkadaş olmak suç mu?” dediğimde “Sen bilmiyorsun yaşadıklarımızı, bu nedenle anlamıyorsun” demiştin.

Kimdik biz? Kimdin sen Nişan amca? Suçlu muyduk? Bize bunca acı çektirenler, bizde bu suçluluk duygusunu yaratmayı nasıl beceriyorlar? Niye yan yana gelince tedirgin oluyoruz? Senin gibi açık yürekli bir adamın, senin gibi hayatını başkalarının küçücük mutluluklarına adayan bir insanın suçu ne olabilir? Ermeni olmak. Küfür haline getirilen bir kimliği taşımak. Ama senin asıl büyük suçun, çocukluğunun ve gençliğinin tanıklıklarını unutmamaktı. Dersim isyanından kaçıp Kayseri’ye gelenleri anlatırdın. Haklarında ölüm fermanı çıkanları. Kitapçı dükkanları varmış. Sen de çocukken oraya gidermişsin. Sonra birgün onlar apar topar kaçmışlar. Sen ve ailen, tüm Kayseri halkı yerine sorguya çekilmişsiniz. Aylarca topuklarının üstüne basamamışsın. Benimle yürümek o yüzden zor gelirdi sana.

Nerede bir Çerkes bulsan yanıma getirirdin… Sanki kardeşleri kavuşturmuş gibi heyecanlanırdın. Belki böyle yaparak kendi acını dindirmeye çalışırdın. Kaybettiğin tüm dostlarının, soyunun sopunun acısını. Uzaklarda bir yerlerde kızın vardı. Hep onun için endişelenirdin. “Loto oynar, büyük paralar çıksa, yarısıyla kızımı buraya getiririm, yarısını da sizin çalışmalarınıza bağışlarım, çünkü benim annem çok ezildi, onu ancak şimdi anlıyorum, anneme olan borcumu size ödeyeceğim” derdin… Tam da seni fahri üye yapacaktık… Nişan Amca… Yoksun…

Bütün paranı kimsesiz kalmış yaşlı insanlara harcardın. Kimine ilaç, kimine ekmek, kimine peynir, kimine meyve götürürdün. Hepsi cenazene gelmişlerdi.

Cenazeni görmeliydin. Kilise tıklım tıklımdı. Birbirini değil, sadece seni tanıyan yüzlerce insan kendi kendine ağlıyordu. Tabutun, çiçek tepesi oldu. Ünlü biri değildin üstelik. Altı üstü bir kilise bekçisiydin. Ne çok sevenin varmış. Beyoğlu’nun delileri, çevre esnafı, civardaki Ermeni cemaati, Kürt seyyar satıcılar, yaşlı ve kimsesiz kadınlar, ihtiyarlar… Amargili kadınlar… Herkes senin için ağladı. İçlerinden en yaşlısının tabutuna eğilip söylediklerini duydun mu? “Beyoğlu, Beyoğlu olalı böyle cenaze görmedi. Milyon dolar yatırsan bu cenazeyi yapamazsın. Sadece sana nasip oldu Nişan.”

Annenin, babanın, amcalarının ölümü geldi aklıma. Dedenin katledilişi. “Her birimiz ayrı yere gömüleceğiz. Oysa bir köyümüz vardı bizim. Şimdi yok. Mezarlarımızı bile yağmalamışlar” derdin. Bu cenaze hepsi içindi. Sanki toplu bir uğurlamadaydık.

Ben de sadece senin için ağlamadım Nişan amca… Sen de öyleydin, bazen gözlerin dolardı, sonra yavaş yavaş yanağına bir damla yaş akardı, ben ise onda, tüm dünyayı okurdum… Gözlerinden dünya akan adam… Sen artık yoksun…

Hatırlıyor musun, bir hafta önceydi, gözlerin kan çanağı, yüzün bembeyaz gelmiştin yanıma, “artık yeter” demiştin… “Sen ne yapacaksan, yanında olacağım…” “Bu savaşı durdurmamız lazım, bizim yaşadıklarımızı Araplar ve Kürtler yaşasın istemiyorum. Biz hepsinin kurbanıyız. Biz kesilirken hepsi suç ortağıydı, ben suç ortağı olmak istemiyorum.” Sana sarılmış, beyaz sakallarını okşamıştım.

Gittin işte. Oysa anlatacağın çok şey vardı. Hesaplaşmadığımız, yok sayıp inkar ettiğimiz tarihin acılarıyla büyümüştü bakışların. Kocaman açtığın gözlerinle anlatırdın hepsini. Çoktuk biz, derdin. Ülkenin her yerinde yaşardık. Ama artık yokuz.

Keşke olsaydınız Nişan amca.
Keşke olsaydın.

pselek@hotmail.com

PINAR SELEK

Yorumlar kapatıldı.