İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Radikal: Gayrimüslim hayatlar…(4)

Yahya KOÇOĞLU

Tek dileğim AB’ye girmek

1928 yılında doğdum. İlkokulu Büyükada’da okudum. Sonra Fener Rum Erkek Lisesi’nde ortaokul ve liseyi bitirdim. Bilahare de Atina Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ne gittim. 1954’te de mezun oldum. Türkiye’ye dönünce Fener Erkek Lisesi’nde öğretmen oldum. Sonra askere gittim, kura çektim, şanslıydım Sarıkamış’a düştüm…

Beni arkadaşım korudu

1955’te 6-7 Eylül hadiselerinin olduğu gün İzmir’de Ulaştırma Okulu’ndaydım. İzmir Fuarı’nda Yunan pavyonunu kırıp döktüler. Çok samimi bir arkadaşım olan Süleyman Güvenir, Afyonludur kendisi, 42. dönemdi. İlk günden beri onunla arkadaşlık kurdum. Birbirimize o kadar sevgi ve saygıyla sarıldık ki inanılmaz bir şey. Hadise günü benim gölgem oldu inanmazsın, bana bir şey olmasın diye. Nereye gitsem beraber geliyordu, fevkalade bir insandı. Allah rahmet eylesin, vefat etti. Hâlâ da ailesiyle ilişkim sürüyor.

Korumaya neden gerek duydu?

Tedbir olarak. Çünkü hepsi köy enstitüsü mezunu öğretmenlerdi. Bana onların arasında bir şey olmazdı. Bana karşı bir sevgi vardı bütün arkadaşlardan. Subaylar da hepsi. İnsan görevini yaptıktan sonra tam manasıyla hiçbir şeyden korkmaz.

Üzerimize çok geldiler

Askerden sonra neler yaşadınız?

Zoğrafyan Lisesi’ne müdür olarak tayin edildim 1958’de. 1993’e kadar görevde kaldım. Aşağı yukarı 4-5 sene öğretmenlik, 35 sene müdürlük.

Efendim, 1962’de o zaman durum iyiydi. Biz lojman olması amacıyla bir çekme kat yaptırdık. Bu nedenle soruşturma açıldı. 1974’te çıkarma oldu, Kıbrıs çıkarması. Beni Birinci Şube’den davet ettiler. Böyle bir günde beni niye arasınlar Birinci Şube’den? İnsanın aklına bir sürü şey gelir. Gittik, mesele neymiş, lojmanı derhal tahliye etmem icap edermiş.

Müdürlük devam etti. Bazı müfettişler okula girdiklerinde sanki orada ne bileyim, bir sürü dolaplar dönüyormuş gibi araştırma yapıyorlardı. Öyle bir durum oldu ki bir müfettiş geldiğinde inmiş kalorifer dairesine kömürleri karıştırıyor. Sanki kömürlerin içinde bilmem ne olacak. Suçlu gibi görüyorlardı. Nitekim de tabii cemaat de buna dayanamadı, Yunan uyruklular dahil yaklaşık 120 bin olan nüfus yavaş yavaş eridi gitti. Bugün ise 2 bin civarında kaldı.

İşte öğrenci durumu: 2001-2002 öğretim yılı için 10 ilkokulda 125 öğrenci var. Eski ortaokul tipi okullarda 54 öğrenci var. Liselerde de 80 öğrenci var. Yani toplam öğrenci sayısı 259… 15-20 kadar da dışarıda
özel okullarda okuyanlar vardır.

Kartopu gibi eridik

Yunan uyrukluların sınır dışı edilmesi…

Onu yaşadım artık. O sırada okuldaydım ben. Çok yakın arkadaşlarım, veliler, okuldaki öğrencilerin babaları anneleri, görüyorsun ki, farz et ki elinde bir kartopu var eriyor.

Adamlar azami kötü şartlar altında hudut harici ediliyor. İnsan düşündükçe içi sızlıyor. Bir yandan onların gidişi, bir yandan geri kalan ailelerin durumu, bu esnada öğrencilerin okuldan ayrılması, bütün bu manzara üzücü gayet üzücüdür. Bir de okullarımızdaki Türk öğretmenler meselesi var. Türk öğretmenlerin birçoğuna şükranlarımı bildirmek isterim.

Birçoğu ile hâlâ arkadaşım. Benim için çok mühimdir bu. Çok yardımları dokundu o zamanlar. Bana müdür yardımcısı aleyhinde yardım ettiler, aleyhinde demeyeyim de ona karşı bana yardım ettiler, çünkü haksızlığı görüyorlardı. Fakat bazıları adeta casusluk yaptı.

Bir Rum olarak Türkiye için ne düşünüyorsunuz?

Benim arzuladığım, Türkiye’nin AB’ye girmesi, hem memleket için
iyi olur, hem cemaat için iyi olur. Şu bakımdan bir rahat nefes alabiliriz diye, düşüncesiyle…

Nefesi rahat alamama nedenlerinizi soracağım…

İki devlet arasındaki münasebetlerden dolayı karpuz bizim başımıza patlıyor. Başka ne olabilir?


Eşimi 1964’te kovdular

Eli Raftopulos 86 yaşında. Türkiye, Yunanistan’la imzalanan ‘Seyrisefanin Anlaşması’nı tek taraflı olarak 1964’te feshedince binlerce kişiyle birlikte kocası da Yunanistan’a gönderilmiş.

Türkçesi yetersiz olduğu için görüşmeyi izleyen oğlunun yanıtlarını da yazıya aldım.

Konya’ya ilişkin bir şey hatırlıyor musunuz?

Beni bebekken getirmişler Konya’dan. 1335 doğumluyum. Bebekken geldiğime göre 1336-1337 (miladi 1918-1919) olmalı. En fazla bir yaşımdaymışım. Babam hâkim olduğu için çeşitli yerlerde bulunmuş. Konya babamın görev yeri. Çünkü dedem Kayseri Palaslı esas. Sonra İstanbul’da.

Küçükken babam beni dışarıya bıraktırmazdı. Zaten üç erkek kardeşin küçüğüydüm. Onlar da çıkmama kızardı. Merkez Rum Ortaokulu sonra da Zapyon Lisesi’nde okudum. Sonra biçki dikişe gittim. Terzilik mesleğini öğrendim. Tünel otobüs durağının tam dikine olan kısmında Gülen Konfeksiyon vardı, orada çalıştım. Şu anda Fırat Büfe olmuş orası. İş yapamayınca, kapatmak zorunda kaldı. Sonra Gülen Büfesi oldu orası. Orada da kasiyerlik yaptım uzun bir süre.

Üç ortaktan ikisi sürgün oldu

Sahibi Rum muydu?

Türk’tü. Adı da K.E.
(Oğlu): Hatta babam 1964’te Yunanistan’a gidince benim üvey babam oldu.

1930-40’larda neler yaşadınız? İkinci Dünya Savaşı’nı nasıl geçirdiniz?

Nüfus kâğıdında ekmek damgası vardı. Karneyle ekmek satın alıyorduk.
(Oğlu): O Gülen Büfesi’nde çalışırken, ben ilkokula yeni başlamıştım. 1962-63 senesindeydi. Büfeyi devrettiler, Tophane’de, Kumbaracı Yokuşu’nda öz babamın da ortak olduğu bir gözlük atölyesi açıldı. Üç ortaktılar. Babam Koço Raftopulos olarak geçer, Stamati Kiryakopulos bir de K.E. de üçüncü ortak. Stamati de babamla beraber sürgündür.

Varlık Vergisi nasıl yansıdı size?

Yüzüklerimizi çıkarıp verdik.

6-7 Eylül’de neler yaşadınız?

Heybeliada’daydık biz.
(Oğlu): Altı aylıkmışım, dedem ölmüş.

Adada yazlıktaymışlar, dedem rahatsızlanınca haber vermişler. 6-7 Eylül hadiselerinde İstanbul’a inmiş, beni adaya bırakmış. Bir şey yaşamamışlar yani. Tarlabaşı’nda oturuyorduk, her tarafı yıkıp döktüler. Ev sahibi Rum’muş ama akıllı davranıp Türk bayrağı yerleştirmiş binanın yüzüne.

“Burası Mustafa Kemal’e ait” demiş, başka tarafa gitmişler.

Evinize gittiğinizde Beyoğlu’nda bir şeyler gördünüz mü?

Babam hastalandığı için ertesi gün biz İstanbul’a indik. Her taraf talan olmuş, yolda yürüyemiyorduk. Bütün kumaşlar yollarda. Mis Sokak’ın köşesinde Japon mağazası vardı, oyuncakların hepsi yerlerdeydi.

1964’te eşiniz nasıl gönderildi?

Kovdular. Hep gitmeyecek gibi düşünüyordu. Hep “Kâğıtlarımı fareler yedi, o yüzden çıkmaz, beni yollamayacaklar” derdi. Ve sonunculardan biri olarak gitti. Ama gitti…

Cenazesine bile katılamadık

(Oğlu): Bugün gibi hatırlıyorum, evdeki hizmetçi, babama “Bu kâğıdı sana bıraktılar” dedi. Başladı okumaya, baktım ağlıyordu. Gitmesi için kâğıdı gelmişti. Üç gün gibi çok az bir süre vardı. Annem hep hazırlık yapıyordu zaten gidecek diye. İki-üç gün içinde gitti oraya. Yatağına varana kadar sarılıp öptü. Anneme “Kendini üzme” dedi. Mektuplaşıyorduk, anneme de, bana da yazıyordu. 1977’de vefat etti Yunanistan’da. Vefat ettiği zaman, ben askerdim. Haber bile vermediler. Cenazesine katılmak için izin alabilirdim.

Kıbrıs Savaşı’nda size neler yansıdı?

Kıbrıs çıkarmasının olduğu gün gözlük atölyesi yaz tatilindeydi. O zaman komple kapatıyorduk atölyeyi. O gün çıkarmadan bir-iki gün önce tatile çıkmıştık.

Kumburgaz Celaliye’de bir moteldeydik. Tanklar geceden paldır küldür sınıra gidiyordu. Sabah kalktık baktık, her taraf askeriye. Geniş bir arkadaş grubumuz vardı. Birlikte olurduk. Sabah kahvaltıda herkes konuşuyordu. Soruyorlardı “Ne yapalım?” Ermeni arkadaşlarımız da vardı. Eşim K.E. fikir vermiş; “En güzeli evlerimize gidelim” demişler, hemen hesapları kesmişler apar topar. Ki daha vardı tatilimiz. Evde de oturduk epeyce.

O çıkarmayı evimizde geçirmiş olduk.


Bir yılda 12 bin 592 kişi Yunanistan’a gönderildi

Atatürk ile Venizelos, iki halkın da çok büyük acılar yaşadığı Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan birkaç yıl sonra, 1930 yılında savaş acılarını unutturabilmek için yeni bir anlaşmayı imzaladılar.

İki halkın yüzlerce yıllık birlikte yaşantılarını sürdürebilecek olanaklar içeren ‘İkamet, Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması’yla her iki ülkenin vatandaşları, diğer ülkeye, en çok ayrıcalığa sahip ülke tebaalarının kısıtlamalarına eş koşullarda serbestçe yerleşebilecek; diğer ülke vatandaşları, her türlü menkul ve gayrimenkul üzerinde mülkiyet ve tasarruf hakkına sahip olacaklar; o ülkenin vatandaşı gibi ihracaat veya ticaret yapabilecek veya şirket kurabilecekti.

Çifte vatandaşlık gibi

İki ülkenin vatandaşları, bütün bu ayrıcalıklardan yararlanırken o ülkenin vatandaşı gibi vergi, resim veya harç ödeyecekti. Aynı haktan gemiler de yararlanacaktı. Her iki ülkenin vatandaşları da diğer ülkede mahkemelere serbestçe başvurma hakkına sahip olacaktı. Birbirlerinin vatandaşlarına yukarıda sayılanlara benzer birçok hak tanıyan anlaşma, Türklere Yunanistan’da, Yunanlılara da Türkiye’de ikinci vatandaşlık sağlıyordu.

Anlaşma 6-7 Eylül 1955 olaylarına kadar iyi biçimde yürütüldü. 1964’te Kıbrıs’ta gerginliğin artarak iki ay içinde yaklaşık 800 Türk’ün öldürülmesi üzerine Türkiye, 16 Mart 1964’te Atatürk ve Venizelos arasında 1930 yılında imzalanan ‘Seyrisefanin Anlaşması’nı tek taraflı olarak feshettiğini açıkladı. Anlaşmanın iptalinden dokuz gün sonra sekiz Yunanlı işadamına 15 gün içinde işlerini tasfiye etmeleri bildirildi.

Sınırdışı edilen Yunanlılardan ilk 150 kişinin özellikleri incelendiğinde, çoğunun 50-60 yaş grubundan ve işadamı oldukları belirleniyordu.

O dönemde istanbul Ticaret Odası’nın kayıtlarına göre 36 bin üyenin bini Yunan uyruklu Rum, yarısından fazlası da Türk vatandaşı Rumlardı. Hükümet sınırdışı uygulamasında önceliği işadamlarına vermişti.

Hükümet, önce Türkiye’deki Yunan uyrukluların tapu müdürlüklerindeki işlemlerini durdurdu, ardından da bankalardaki paralarını bloke kararı aldı. 1964 ve 1965’in kısa bir döneminde 12 bin 592 kişi sınırdışı edildi. Türkiye’de iş-güç sahibi olan bu kişiler arasında Türk uyruğundaki Rumlarla evlenmiş olanlar da vardı. Bu nedenle sınırdışı kararından Türkiye’de yaşayan 30 bini aşkın Rum etkilendi. Bu uygulamayla Rumlar, Türkiye’den umudunu kesti ve kısa sürede Rum vatandaşlarımızın nüfusu 40-50 binden 5-6 bine indi.

* * * * * * * * *

Yarın: Varlık vergisi… Kendi evinde kirada oturan Rum

Yorumlar kapatıldı.