İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Adım ‘Gavur Hoca’ idi ama Kuran öğrettim

Solcular, onu 70’lerden beri tanıyor. Marx’ın "Grundrisse (Anahatlar)"
kitabını çevirmek için bir yaz Burgazada’ya kapanıp Almanca öğrendiğinden ve
başardığından efsane gibi söz edilirdi.
     Birikim dergisindeki resmi ideolojiyle taban tabana zıt tarih ve felsefe
makaleleri mangalda kül bırakmayan solcuları bile şaşırtır, ürkütürdü.
     1986 yılına gelindiğinde askerliğini yaparken de rahat durmadığı yolunda
imalar yapılıyordu yayın organlarında. Hapse, mahkemeye düştüğü haberleri
verilirken.
     "Herhalde uslandı" diyenler olmuştur ama birkaç yıl önce de turizm
alanındaki sıra dışı faaliyetleriyle adını duyurdu Sevan Nişanyan.
     "Küçük Oteller Kitabı" gibi kimsenin politik bir anlam beklemeyeceği çok
satan bir kitapta da resmi ideolojiyle mücadele etmeyi başarıyordu o.
     Koruma altındaki Şirince evlerinde yaptığı restorasyon faaliyetleri
yüzünden cezaevine girdi. Ve "Allah’ın nimeti" dediği bu 10 ay zarfında 30
yıllık projesi olan iki dil kitabı yazdı.
     "Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü" alt başlığı ile yayımlanan "Sözlerin
Soyağacı" birincisi. Nişanyan’ın bu kitaptaki iddiası şu: Türkçe başka dillerden
rekor düzeyde kelime almıştır, türetmiştir ve dünyanın en kozmopolit dilidir.
     İkinci kitap "Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı". İşte kitaptan bir
alıntı: Şampiyon Fenerbahçe (Fransızca, Yunanca, Farsça).
     Şimdi de bu neşeli ama ciddi kitapları tartışılıyor Nişanyan’ın.
     
Bu kitaplar nereden çıktı? Neden bu iki kitabı yazdınız?
     Robert Kolej’deyken de deliydim, Latince öğrenmiştim. Latince tabii
İngilizce hakkında inanılmaz bir perspektif sağlıyor insana. Derinliğini
kavrıyor insan dilin, iki boyutlu bir nesne olmaktan çıkıp üç boyutlu bir nesne
haline geliyor. Opaklığını kaybediyor, derinlik kazanıyor dil.
     
Birçok İngilizce kelime Latinceden gelmiş çünkü, değil mi; bütün o "tion"
ekli sözcükler mesela?
     Tabii. Aynı şekilde üniversitedeyken Arapça öğrenmek fırsatı ve
mutluluğunu yakaladım. Bu da tabii Türkçe hakkında bana perspektif kazandırdı.
Birden Türkçeyi yeniden öğrendiğim, kavradığım duygusuna kapıldım. Mecburen
oturdum, Farsçayı da hatmettim. Yunancaydı, şuydu, buydu derken 12-13 dil
öğrendim. İnsan çok sayıda dil bilince, diller arasındaki ilişkileri,
alıntıları, kelimelerin başka dillerdeki dallanıp budaklanmalarının farkına
varıyor. Oturup bildiğim bazı komik kelimelerin etimolojilerini yazmaya
başladım. Bu bir tutku haline geldi. Gitgide kontrolden çıkan notlar yığınına
dönüştü. "Ben bu kitap üzerinde daha bir 5-10 sene çalışırım, emekliliğimde
yayımlarım" diye hesaplarken Allah bir büyük nimet verdi bana, cezaevine gittim.
Üniversite ortamında olmayan biri için olup olabilecek en mükemmel çalışma
ortamı diyebilirim, herkese tavsiye ederim.
     
     "Türk olmayıp Türkçeyi en iyi bilenler Ermenilerdir"

Siz bana hep sistemin, iktidarın asla durduramadığı, bulunduğu her yerde
kendine bir eylem alanı açan, muzip, neşeli, biraz da bu küreselleşme
karşıtlarına, otonomlara benzeyen bir muhalif aydın olarak görünüyorsunuz. Öyle
misiniz?
     Aydın olup olmadığımı bilmiyorum ama çocuksu ve neşeli olduğum
söyleniyor. Evet, devam edeyim: Cezaevinde 10 ay boyunca yıllardan beri
kavuşamamış olduğum bir konsantrasyon düzeyinde günde net 15 saatlik bir tempoda
sözlüğümle ilgilenme imkanını buldum. Eski İran dillerinde zayıftım, Aramicede
çok zayıftım. Bunları öğrenme, yani yüzeyini tırmalama imkanını buldum. Koca
koca Arapça, Osmanlıca kitaplarla çalıştığımı gördükçe bana "Gavur Hoca" diye
bir lakap buldular.
     
Bastırdıkça öterek tekrar kafasını çıkaran yaylı oyuncaklara benziyorsunuz.
     "Fırlama" demek istiyorsunuz bana yani, teşekkür ederim. Bunun doğruluk
payı olabilir ama ne olur burada ciddi bir çalışmanın olduğu da unutulmasın.
     
Bu kadar dile vakıfken mensubu olduğunuz Ermeni cemaati, Ermenice için böyle
bir etimolojik araştırma yapmak yerine Türkçe için yapmış olmanızdan ötürü size
kızmayacak mı?
     Evet, Ermeniyim, anadilim Ermenice fakat yıllarca bir Türkçe ortamında
yaşadım, evimde artık Türkçe konuşuluyor, 16 yaşından bu yana beş tane Ermenice
kitap okuduysam 5 bin tane Türkçe kitap okudum. Türkçe ve İngilizce kitap
yazıyorum. Aktif iki dilim İngilizce ve Türkçedir. Ermenice konusunda bir kitap
yazamazdım yani.
     
Peki, diğer taraftan yine Ermeni olduğunuz için şimdi Türkçenin başka
dillerden ne kadar çok kelime devşirdiğini yazdığınızda bazı Türklerden tepki
görmeyecek misiniz?
     "Ermeninin teki çıkmış Türkçeyi bozuyor" diyenler çıkacaktır. Benim çok
ilgimi çeken, üzerinde düşündüğüm bir hadise oldu. Türkçenin etimolojik
sözlüğünü yapmaya ilk yeltenen kişi 1910’larda 30 seneden beri Hariciye Nezareti
Müsteşarı olan Bedros Keresteciyan efendi olmuş. Orta Asya Türkçesi hakkında
Sovyetler Birliği’nde çıkan 30 ciltlik sözlüğün editörü Kevorkyan. Hâlâ en iyi
Türkçe sözlük Pars Tuğlacı’nın, yani Tuğlacıyan’ın Okyanus Sözlüğü’dür.
     
Nedir peki Ermenilerin Türkçenin etimolojisine bu ilgileri sizce?
     "Bu işin içinde bir iş olmalı, nedir bu?" diye peşin değil, inanın
sonradan sorduğum bir soru bu. "Ulan, ben niçin ilgileniyorum bu konuyla bu
kadar?" diye sorduğumda, ancak bir spekülasyon yapabilirim: Türkçeyi anadili
Türkçe olan biri kadar biliyorum ama anadilim değil. Bunun getirdiği Türkçenin
hem içinde hem dışında olmak durumu söz konusu. Dolayısıyla kelimelere biraz
daha objektif, biraz daha mesafeli, "Nedir bu? Bakalım şuna" diye bakıyorum. Bir
de Türk olmadığı halde en çok Türkçe bilen ve Türkçe ile yaşayan topluluk
Ermenilerdir. Bu da unutulmamalı.
     
Yaptığınız bu işin bir de politik anlamı olduğu kesin ama: Mesela Türkçenin
rekor düzeyde dille ilişkisi, onun ne kadar kozmopolit bir dil olduğunu,
Anadolu’nun da çokkültürlü bir yer olduğunu kanıtlıyor.
     Muhakkak ki. Türk dili çalışmaları 30’lardan bu yana ne yazık ki
belirli bir ideolojik angajmanın içinde olan bir çevrenin tekelinde kalmıştır.
Bu insanlar Türkçe deyince bir Orta Asya dili kavramak ihtiyacı içindeler.
Bugünkü Türkçenin Türki diller ailesi ile ilişkisini aşırı bir inatla hatta
neredeyse ideolojik bir saplantıyla savunmak ihtiyacını hissetmişlerdir. 10
kelimelik bir cümle kuruyorsunuz, içinde Asya Türkçesi olan kelime ya bir tane
ya hiç olmuyor. Arapçası, İngilizcesi, şusu busu birbirine karışıyor. Bildiğim
edebi diller arasında en melez dildir Türkçe. İngilizce, Fransızca, Japonca,
Rusça ile kıyaslanmayacak ölçüde melez bir dildir. Bunu Türk Dil Kurumu’nun
yörüngesinde olan dilciler 70 seneden beri bir ayıp olarak algıladılar. Oysa
bence bariz bir zenginliktir. Türkçe’nin nasıl bir dünya dili olduğunu
gösteriyor.
     
     "12 Eylül’de rejim beni mimledi haklı olarak"

Ama siz eskiden beri resmi ideolojiyi, resmi tarihi deşifre etmeyi ve onunla
köşe kapmaca oynamayı seven birisiniz. 12 Eylül döneminde Birikim’de,
cumhuriyetin niteliğine ilişkin bir makaleniz ötürü uzun süre yargılandınız. Bu
pek bilinmez.
     Doğru. 1980’den önce fikir düzeyinde çeşitli sol gruplarla bir
yakınlaşmam oldu. Bir hayli sivri makalelerim yayımlandı sağda solda. Bunlardan
ötürü kovuşturmalara uğradım. O zaman rejimin kurumlarınca mimlendim haklı
olarak. 1986’da askerliğimi yaparken Ali Nesin’le aynı bölüğe düştük. O zaman şu
tesbitte bulundular: "Sevan Nişanyan’la Ali Nesin bir yerde aynı bölüğe
düşerlerse, bu Türk ordusunu bozar." Dolayısıyla bizi Türk ordusunu bozmaktan
mahkemeye çıkardılar. Üç ay Ali Nesin’le keyifli, verimli bir hapis yaşamımız
oldu.
     
Siz bu resmi ideolojiyle mücadele işini turizm kitaplarına bile soktunuz.
Hatta yazdığınız Karadeniz turist rehberinde Susurluk’tan, Nataşalar’dan filan
bahsettiğiniz için protesto edildiniz.
     Evet. "Sen Trabzon’da Nataşa olduğunu nasıl söylersin?" dediler. "Ulan,
Nataşa’dan başka bir şey bırakmadılar orada."
     
     "Susurluk mahkumlarıyla can ciğer dost olduk"

Herhalde siz mahkumlara; koğuşa hediye edilen yeni, büyük ekran bir
televizyon gibi gelmişsinizdir. Bu kadar çok anlatacak şeyiniz olduğu için.
     Onlara buradan bir selam göndereyim. Koğuştaki dini bütün bir
arkadaşımıza Kuran öğrettim. Birlikte oturup Kuran okuyorduk. Ben cezaevine
girdikten birkaç ay sonra Susurluk davasının önde gelen mahkumlarından üçü bizim
Selçuk Cezaevi’ne geldiler. Önce biraz birbirimizi kestik ama sonra can ciğer
dost olduk.
     
Siz cezaevine girince çocuklarınız üzülmedi mi?
     Son derece olgunlukla karşıladılar. Bizim hayatımızda maceralar boldur.
     
Şirince halkı ile ilişkiniz nasıl?
     Halkla hiçbir sorunumuz bulunmuyor. Çok uğraştılar. Bir müze müdürü,
bir kaymakam bir şekilde bizim kötü emellerle bu işe giriştiğimiz, aslında
Ermeni olduğumuz, arkamızda uluslararası sermayenin olduğu, hem komünist
olduğumuz hem bilmem ne olduğumuz söylentisini yaydılar. Buna kananlar oldu.
Oradaki Ülkü Ocakları’nı üstümüze saldırtmaya çalıştılar. Ben hapse girdikten
sonra karım Müjde kalktı, Ülkü Ocakları başkanını kahveye davet etti. Ondan
sonra can ciğer oldular, "Ablacığım, sana dokunanı biz burada yaşatmayız"
muhabbeti başladı. n
     
"Marx’ın kitabını çevirmek
için adaya kapanıp Almanca öğrendim"

80’li yıllarda bizim çevremizde sizin Almancayı, Karl Marx’ın "Grundrisse"
adlı kitabını çevirmek için öğrendiğiniz konuşulurdu. Burgazada’daki evinize
kapanıp… Doğru mu bu?
     Evet. Ben üniversitede felsefe okudum. Özellikle de 19’uncu yüzyıl
Alman felsefesi. Dolayısıyla Almanca bilgim çok komik bir bilgidir. Bir hayli
zor, akademik metinleri okurum da "Otur, sohbet et" deseniz, zorlanırım.
Fransızcam, İngilizcem iyidir, Latince rahat okurum, modern Yunancam iyidir,
klasik Yunancam yüzeyseldir. Arapçam iyiydi, Profesör Rosenthal ile iki sene
Kuran okudum. Klasik yazı Arapçası konusunda biraz paslanmış olabilirim.
Ermenice bilirim, klasik Ermenice de etüt ettim. İspanyolca bilirim. Doktora
tezi konum Latin Amerika politikasıydı, altı ay Peru’da gazete arşivlerinde
geçirdim vaktimi. İspanyolca, Latince, Fransızca bilince insana İtalyanca,
Portekizce faso fiso geliyor.
 

"Türkiye’de insanlar
hapishanede gibi yaşıyorlar"

Azınlıklar biraz sindirilmişlerdir ama muhalefete geçtiler mi de tam
geçerler, değil mi?
     Maalesef, Türkiye’de gayrımüslim toplumların mensupları etliye sütlüye
karışmamak politikasını yaşam felsefesi olarak benimsemişlerdir. Bir de bazen
birileri çıkıyor ki, "Karışırım" diyor. Ama Türkiye’de gayrımüslim olmanın bir
avantajı da oluyor: Türkiye’de insanlar çok dar bir ideolojik çerçeve içinde ve
bir çeşit hapishanede gibi yaşıyorlar. Ama gayrımüslimler bu hapishaneyi
içselleştiremiyorlar. O zaman da ya bir duvar çekiyorlar ve "Ben bunun arkasında
yaşıyorum" diyorlar, bu getto mentalitesidir; ya da bu duvarın arkasına
çekilmeyi reddediyorlar ve saf saf dolaşıyorlar ortalıkta "Allah, Allah, bu
insanlar niye hapishanede yaşıyorlar?" diye.
     
Ama bu durum etnik ya da cinsel azınlıklar için de söz konusu, değil mi?
Çünkü sizin sözünü ettiğiniz ideolojik çerçeve din kaynaklı olmamalı.
     Tabii. Bütün azınlıklar için.
     
Cezaevine girmenize neden olan Şirince’deki restorasyon meselesi ne durumda?
     17 sene önce bu köydeki evler koruma altına alınmış ama Türkiye’de
koruma denince nezarete atmak anlaşılıyor. Yani nezarete atıyorlar binaları,
"Yasak kardeşim, dokunamazsın, burası devlet mülkü" oluyor. Bunlar geleneksel
yapılardır, her sene tamirat ister. Köylüler bu işi briketle, plastikle
yapıyorlar. Devlet aciz olduğu için, biz insanlara ikna yoluyla "Öyle değil,
böyle yapın" deyince bu suça teşvik oldu. Olay bu.

Yorumlar kapatıldı.