İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mersur Akgün: Yalan mı? – Hürriyet

Mersur Akgün / Hürriyetim Dış Politika Yazarı

Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek en önemli belge nihayet yayınlandı. Ne yazık ki insan hakları ve demokrasi alanındaki eksikliklerimiz bir kez daha yüzümüze vuruldu.

Yapılan tüm düzenlemelere rağmen ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanamadığı, Lozan Azınlıkları’nın vakıflarına getirilen kısıtlamaların bitmediği, din ve vicdan özgürlüğünün önünde hala engeller olduğu, ama hepsinden daha utanç vericisi işkencenin devam ettiği söylendi.

Eğer 2002 İlerleme Raporu olumlu çıksaydı, eğer Komisyon Türkiye Katılım Ortaklığı ile kendisinden beklediğimizi açıkladığımız reformları yaptı ve çoğunu uygulamaya geçirdi deseydi, Kopenhag’a giden yolda elimiz çok daha güçlü olurdu. İKV önderliğinde biraya gelen Türkiye Platformu’nun AB ülkelerine “şimdi sıra sizde” diyen bildirisi çok daha fazla yankı bulurdu. Ne yazık ki vatanı sevdiğini söyleyen siyasiler, bürokratlar ve diğerleri reform sürecini, dolayısıyla da Türkiye’nin önünü tıkadı.

Evet, AB’nin bize bayılmadığı doğru. Önyargılar, kültürel farklılıklar, coğrafi büyüklüğümüz, ekonomik geri kalmışlığımız bizi diğer 12 adaydan ayıran özellikler. Ne 1997 Martında Avrupa Hıristiyan Demokratlar Birliği Başkanı Wim van Welzen’in dediklerini, ne de yumurta kapıya sıkıştığında basına da yansıyan kültürel ırkçılığa dayalı yorumları unuttuk. Pek çok AB ülkesinin bize müzakerelere başlama tarihi vermemek için elinden geleni yapacağını, her türlü bahaneyi kullanacağını biliyoruz. Üstelik Raporda da bazı hatalar olabilir.

Fakat elinizi vicdanınıza koyup düşünün, raporun yazdıkları yalan mı? Anayasa değişikliklerine, üç uyum paketine ve hatta Medeni Kanundaki revizyona rağmen hala yarı yolda değil miyiz? AB Genel Sekreterliği bile yasal düzenlemelerin ancak bir kısmının gerçekleştirildiğini belirtmiyor mu? Uygulamada aksaklıklar yok mu? Bu ülkede işkencenin bittiğini, işkencecilerin korunmadığını söyleyebilir miyiz? Manisa davasını Komisyon mu uydurdu?

Ya azınlık vakıfları ile ilgili yapılan düzenlemelere ne demeli? Daha önce var olan fiili ayrımcılığı, çıkarttığımız 4471 sayılı yasa ile “hukuki” ayrımcılık haline dönüştürmedik mi? Nerede görülmüş bir devletin farklı etnik ve dini kökenden gelen vatandaşlarına karşı açıkça ayrımcılık yaptığı? Ermeni, Rum kökenli vatandaşlarının vakıflarının, hastanelerinin, kiliselerinin mal edinmelerinin önüne diğer vatandaşlarına koymadığı kısıtlamalar koyduğu? Uygulamayı siyasi iradenin tekeline bıraktığı? Mal edinmeleri için Bakanlar Kurulu kararı istediği? Bırakın AB’ye uyumu, Anayasa’nın eşitlik hükmüne, Lozan Antlaşması’nın 40. maddesine ne oldu? “Azınlık” deyince bunların hepsini unuttuk mu?

Dünyada hiçbir ülkenin hukuk cenneti olmadığı doğrudur. Her ülkenin eksiklikleri ve aksaklılıkları mutlaka bulunur. Ama çok azı, özellikle de AB üyesi olmaya aday ve Ulusal Programı’nda eksikliklerini kabul etmiş bir ülke, çağdışı kalmış “vatanı kurtarma” anlayışını bu denli dirençle savunur. Yasalarla verdiği özgürlükleri yönetmeliklerle geri almaya çalışır. Yapılan reformların göstermelik addedilmesini sağlar. Diplomatlarının ve sivil toplumunun üyelik yolundaki çabalarını böylesine iştahla baltalar.

Ancak Türkiye’nin AB üyesi olmak, demokrasisinde, insan haklarında, ekonomisinde, sosyal hayatında Avrupa standartlarını yakalamak isteyen ezici çoğunluğu 2002 İlerleme Raporu böyle çıktı, eksikliklerimizi yüzümüze vurdu, bürokratı, siyasisi değişime engel oldu diye duramaz, durmamalı. 12 Aralık’a giden yolda Avrupa’ya bize şartlı da olsa neden tarih vermeleri gerektiği, Türkiye’ye ise neden değişmesi gerektiği anlatılmak zorunda.
Çünkü anlatılmamasının, anlaşılmamasının bedeli hem biz, hem de onlar için çok ağır…

Yorumlar kapatıldı.