İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB: Her derde deva bir reçete

Hoparlörlerden çıkan ezan sesi trenin içinde yankılanıyordu. Yanımda oturan
adam, sakalını sıvazlayıp, dua mırıldanmaya başladı. “Şükür sana, ezan sesine
hasret kalmıştık” gibi bir şeyler söylendi. Neden, ezan sesine hasret kaldığını
sordum.

“Gavur memleketindeyim”dedi. Bu, gavur memleketinin neresi olduğunu sordum.

“Almanya”diye yanıt verdi.

Otuz küsür yıl önce Tokat’tan gitmiş, emekli olmuş, hacca gitmişti. İki buçuk
milyar TL gibi emekli maaşı alıyordu. Ona, gavur memleketlerinin hepsinde de
Müslümanların bulunduğu her yerde cami olduğunu hatırlattım.

“Var ama, ezan sesleri buradaki gibi çok çıkmaz”dedi.

“O halde neden Almanya’ya gittin. Memleketinde kalsaydın yada bir başka İslam
ülkesine gitseydin, en azından şimdi gelebilir yada gidebilirsin”dedim. Sustu,
sonra yanıtladı.

“Çocuklar, torunlar gelmez”dedi. Nedenini sordum.

“Nedeni çok”diye yanıtladı. Örnekler vermesini istedim.

“Orası Avrupa, orası AB memleketi”dedi.

Tokat’ta yakın zamana kadar Ermenilerin yaşadığını, Ama kiliselerinin
olmadığını hatırlattım.

“Eskiden varmış”diye yanıt verdi. Ermeni olduğumu söyledim. Döndü, yüzüme
baktı.

“Tokat’taki evimiz bir Ermeni eviymiş. Bakırcı Ohanis’in evi derlermiş. Yedi
odalı, her yeri tahta işlemeli bir konaktı”dedi.

Ohanis Efendinin ve diğer Ermenilerin, onların oralardaki okul ve
kiliselerinin ne olduğunu sordum. Şöyle bir etrafına bakındı.

“Büyüklerimiz onların sonu için pek iyi şeyler anlatmazlardı, sen daha
iyisini bilirsin”dedi.

Antalya ve Alanya da on-onbeşbin kadar Almanın yaşadığını, bizim devletimizin
onların orada kilise yapmalarına izin vermediğini, biliyor muydu? Hiçbir Avrupa
ülkesinde böyle bir kısıtlama yokken Türkiye de ki bu uygulama onun için de
normal miydi? Şeklindeki sorularımı:

“Almanlardan işittim,Türkiye AB’ye girerse izin verirler”diye yanıtladı..

Oralardaki camilerin, Kuran kurslarının kimin adına kayıtlı olduğunu sordum.

“Vakıflarımız var”dedi.

“Vakıflarınıza mülk bağışı yapabiliyor muzunuz? Mülk alabiliyor musunuz?
Zorluk çıkartıyorlar mı?”diye sordum. Bu nasıl soru? dercesine yüzüme baktı.

“Almanya’da, bizim köyün camisinin arsasını , aramızda para toplayıp aldık.
Belediye de oradaki kilise de yardım etti. Yanındaki evi de Vakfımız adına satın
aldık Kuran Kursu yaptık”dedi. Burada böyle bir şeyin olamayacağını tekrar
hatırlattığımda.

“Söyledim ya Türkiye AB ye girerse her şey düzelir. Yalnız sizin için değil
bizim için de zorluklar var. Kanunlar değişti, AB kanunları da çıktı, inşallah
kafalar da değişir”dedi….

Onun, değişmesini istediği kafalarla, benim değişmesini istediğim kafalar
farklı da olsa, benim de ağzımdan “İnşallah” sözcüğü çıktı.

AB; kimine göre, kullanımı kolay, ulaşılması zor, her derde deva bir Lokman
Hekim reçetesi. Kimine göre “ama” sözcüğünün ardından gelen acı bir reçete.
Hatta, ona zehir içeren bir reçete diyenler bile var. Hiç kuşkusuz, demokrasi,
toplumların, devletlerin ‘her derde deva’ bir reçetesiyse; AB’ normları da bu
sihirli reçetenin formülleridir. Tabii, doğru kullanan için.

Biz Azınlıklar için mi? Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. 1939 dan bu
yana, amaç hep aynı.Tanzimatlar, Islahatlar, Meşrutiyetler, Cumhuriyet, Lozan,
Devrimler, Çok Partili Yönetimler, Birleşmiş Milletler, Taraf olunan İnsan
Hakları Bildirgeleri, NATO, Yenilenen Anayasalar, Gümrük Birliği, İnsan Hakları
Mahkemeleri ve Avrupa Birliğine uyum yasaları…Ufukta AB. Bu sürede değişen ne
mi?.. Bu topraklarda 1839 lardan bugüne bizlerin konumuna, nüfusuna bakın yeter.
Kötümser miyim? Umutsuz muyum? Tabii ki hayır. Ancak, bizleri “Türk düşmanı”
olarak görenlerin bulunduğu bir ülkede yaşadığımızı da biliyorum. Bu mantığın
ders kitaplarına yansıtıldığını da.

AB: Çocuklarımız için yeni bir umut. Yeni bir dünya. Belki uzak, ama, ütopya
değil. Dileğim, her şey, çaba gösterenlerin gönlündeki gibi olsun. Onlara gönül
dolusu teşekkürler.

Yorumlar kapatıldı.