İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ZAMAN: Ararat ya da kamerayı sopa olarak kullanmak!

Yazının tamamı şöyle…

Mısır doğumlu Ermeni yönetmen Atom Egoyan, artık demode
olan propaganda sinemasının en uç örneklerinden birinin altına imza atmış.
Ararat her anlamda ‘eli sopalı’ bir didaktik sinema örneği. Durum böyle
olunca yeni bir ‘tabu’muz ve ‘öcü’müzün olması kaçınılmaz!

Ünlü Rus yönetmen Tarkovsky, sinemayı anlatırken ‘bir fetih değil,
nasihat aracı’ olduğunu vurgular. Sovyetler gibi sanatın hemen her dalını
yıllar boyu ‘propaganda’ amaçlı kullanmış bir ülkenin sinemacısı
olarak yaptığı bu tespit, sadece bir fikir derinliğini değil, şüphesiz
tecrübeye dayalı bir gözlemi de içeriyor.

Osmanlı’nın en büyük bahtsızlıklarından biri de modern çağın en güçlü
silahlarından olan sinemanın keşfi döneminde dağılma sürecini yaşıyor
olmasıydı. Sivil kesimin hareketli resmi keşfinden sonra, uygulama alanında
ipleri eline alan askeri kesim, yıllar boyu sinemayı bir belgesel–propaganda
aparatı olarak kullandı. Bu talihsizliğe bir de, film dilinin ve salonların
yaygınlaştığı bir esnada yaşanan İkinci Dünya Savaşı ve faşizmin–komünizmin
nefes aldırmaz baskısı eklenince, sinema uzun yıllar bir kontrol ve yönetim
aracı olarak kullanılmış. Bugün geçmişe baktığımızda, Hollywood’u güçlü
kılan temel öğelerin başında Avrupa’da sanat ve sanatçıya yapılan baskılardan
kaçışın yattığını görüyoruz. Hitler, Musollini, Stalin ve
benzerlerinin beyazperdeyi bir otorite düzlemi olarak kullanınca, bu coğrafyalardan
kaçan yetenek, para ve beyinlerin kurduğu büyük havuz, bugün karşı
konulmaz bir sinema endüstrisini ortaya çıkardı. Modern sinemanın kurucularının
çoğu, yaşadıkları dönemin kaçınılmaz sonucu olarak ülkelerine ya da
ideolojilerine hizmet amaçlı filmlere imza attılar. Alman, Rus, Fransız ve
İtalyan sineması o dönem tıka basa bu tür filmlerle doludur. Bütün bunların
babası ve en ulaşılmazı sayılan Sergei Einsentein’ın ünlü Potemkin Zırhlısı,
bir sembol olarak günümüzde hâlâ tazeliğini korumaktadır. Diyalog yok, başrol
yok, duygu yok. Alabildiğince teatral, şekilci ve didaktik. Kendileri komünist
parti üyesi olan ünlü İtalyan yönetmen Tavian Kardeşler’in bu sinema türü
ile ilgili görüşleri ilginç: ‘Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek
olayda işe yarayacak olan bir sinemadır. Onu en az ilgilendiren sinemadır.
Yapanların kimliği önem taşımaz.’

Cesur Yürek–Geceyarısı Ekspresi

Devrimci, dinci, militan diye de adlandırılabilecek bu tür sinema örnekleri
zamanla gelişen film dilini yönetmenlerin yeteneği nispetinde arkasına
alarak günümüze kadar uzandı. Ancak etkileyici ve akıllarda kalıcı
olanlar, şüphesiz içerdiği mesaj ve izleyenin zihninde fetih kaygısını
minimal ölçekte hissettirenlerdi. Bu tür filmlere bir çırpıda onlarca örnek
vermek mümkün. Oscar’a boğulan Braveheart–(Cesur Yürek) ve yine
Oscar’lı film In The Name Of Father–(Babam İçin) bu tür çok iyi iki örnek.
Hiçbir tarihi ve belgesel eser Cesur Yürek filmindeki kadar İngilizlere ağır
ve etkileyici eleştiri getiremez. Hele ki, filmin girişindeki şu repliği
dinledikten sonra: ‘Size anlatacaklarım tarih sayfalarında yer almaz. Zaten
tarihi korkaklar yazar!’ Küreselleşmenin inkar edilemez etkilerinin yaşandığı
21. yüzyılda işgal ve fetihler artık silah zoru ile yapılamıyor. Hatta
tersine toplumlararası ilişkilerin sanat ve spor ile düzeltilebileceğine
dair örnekler yaşıyoruz. Abdullah Öcalan’ın yakalanma süreciyle
neredeyse kanlı–bıçaklı olduğumuz İtalya ile aramızdaki buzdağlarını
eriten en önemli etkenlerin Fatih Terim, Hakan Şükür, Okan ve Emre olduğunu
kim yadsıyabilir ki?

Mısır orijinli Kanada vatandaşı yönetmen Atom Egoyan’ın son filmi
Ararat’ı bu düzlemde değerlendirmek gerekiyor. 1960 yılında Mısırlı
bir Ermeni ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen bu sinemacıya babası, Mısır’da
tamamlanan ilk nükleer reaktörden dolayı Atom adını vermiş. Kısa süre
sonra göç ettikleri Kanada’da da Yeghoyan olan soy isim Egoyan olarak değiştirilmiş.
Bu konuda kapsamlı bir çalışma yapan Dr. Sedat Laçiner, Egoyan’ın çocukluk
ve gençlik yıllarında Ermeni hassasiyeti aidiyetiyle çatıştığını
tespit etmiş. Belki size tuhaf gelecektir; ama Egoyan da tıpkı Öcalan gibi
aidiyet bilincini evlendikten sonra eşinden almış. Egoyan filmlerinin
evlendikten sonraki değişmez başrol oyuncusu olan eşi Arsini Hancıyan, tıpkı
Kesire Öcalan gibi kocasına o güne dek ıskaladığı geçmişine sadakati öğretmiş.
Filmlerinde daha çok marjinal cinsellik ve insanın çevresine olan yabancılaşmasını
durağan çekim ve derin iç hesaplaşmalarla anlatan Egoyan ile Cannes Film
Festivali sponsorları arasındaki sağlam manevi bağlar, mesleki kariyerindeki
yükselişi beraberinde getirmiş.

Ararat: Kusursuz bir propaganda filmi!

Bir propaganda filmini ele veren en önemli parametrelerden biri bütçesi ve
mali referanslarıdır. Propaganda eserlerinin çoğu, sinema sektörü dışındaki
çevrelerce finanse edilir. Ararat’a kadarki filmlerinde en fazla 5 milyon
dolarlık bütçelerle iş yapan Egoyan, son filminde yaklaşık 60 milyon
dolarlık bir bütçe ve Miramax gibi ünlü şirketlerin hiçbir Hollywood dışı
filme yapmadıkları azımsanmayacak dağıtım toleransının verdiği güçle
çalıştı.

Bu tür ‘amaçlı’ filmlerin en büyük kozu, kendilerinden rahatsız
olan çevrelerin oluşturacağı büyük tabu duvarlarıdır. Onlar, bu duvarların
ne kadar yüksek olurlarsa o kadar uzun ömürlü olacaklarını çok iyi
bilirler. Ararat, sinema tarihinde hiçbir şekilde hatırlanmayacak bir yer
tutacak, bu kesin. Ancak Türk kamuoyu, siyasi ve sanat çevrelerinin bu abartılı
tepkisi, uzun yıllar ufkumuzda bizi titretecek bir ‘tabu’nun hazırlığını
yapıyor.

Ararat, film olarak ayrı, film türü olarak ayrı ve en önemlisi tarihi
gerçekliğe uygunluğu açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Hollywood sinemasının kendi kafasına göre tarih yazdığı bir boyutta,
sinemanın tarihi gerçekliği bire bir yansıtması beklenemez. Ancak bir film
eseri ondan ne kadar korkulup saklanılırsa, o kadar üzerinize gelir. Yeşilçam’ın
geçmişine bakıldığında, kendi yakın–uzak tarihimize Ararat kadar olmasa
da yamuk açıyla bakan film sayısının hiç de az olmadığını görürüz.
Altıoklar’ın İstanbul Kanatlarımın Altında’sı ‘iki kadınla evli
olma’yı, ‘iki kadınla aynı anda yatağa girme’ olarak algılayıp öyle
lanse etmemiş miydi?

Kurtuluş yıldönümlerinde hâlâ Bir Millet Uyanıyor’dan (Ziya Öztan’ın
çektiği resimli inkılap tarihi misali Cumhuriyet türü filmleri kategori dışı
bırakmak lazım) başka yayınlanacak filmi olmayan bir ülkenin, kendisine
yeni öcüler ve tabular üretmesinden daha tabii ne olabilir ki?

Yorumlar kapatıldı.