İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Egoyan: Dikkatli izleyin – Radikal

MEHMET BASUTÇU

CANNES – Daha önce yaklaşık 20 gazeteciyle söyleşi yapmıştı o gün Atom Egoyan.

Genellikle birkaç kişilik gruplar halinde gelip konuşmuşlardı. Sıra Atilla Dorsay ile bana gelince, her ikimizle de ayrı ayrı, baş başa görüşmeye zaman ayırdı. Bu ayrıcalıklı davranış, kişisel tanışıklığımızın getirdiği güvenin ötesinde bir anlam taşıyordu.
‘Ararat’ın Cannes’daki gösteriminden bu yana karşılaştığı tepkiler, Ermeni asıllı Kanadalı yönetmeni, Türk basınına daha çok önem vermeye itelemişti. Çünkü bizlere anlatacağı, açıklayacağı o kadar çok şey vardı ki!

Heyecanlı bir sesle, ama tek tek konuşuyor, yanlış anlaşılmamaya özen gösteriyordu.

“Filmi izleyenler, birçok noktada beni anlayamadılar. Anlamış olsalardı, bu kadar yanlış yorumlarda bulunurlar mıydı?” diyordu Egoyan. Konusunu en doğru biçimde işleyebilmek için yıllar boyunca araştırmış, tarihi gerçeklerle ilgili kanıtlanmamış hiçbir şey söylememeye, görüntülememeye özen göstermiş, en önemlisi dürüst olmayı hedeflemişti. Filmi bütünüyle ele almak yerine, kimi sahnelerin duygusal yükünden etkilenenlerin kendisine bu kadar haksızlık etmesi onu üzmüş, hatta yaralamıştı.

Sonuçta, Atom Egoyan biz Türklerin çok yakından tanıdığı bir duygunun pençesinde kıvranıp durmaktaydı galiba: Yanlış anlaşılmak duygusu! Kendini yeterince iyi anlatamamanın, düşüncelerini iletememenin getirdiği kızgınlıkla karışık ezikliğin buruk tadı genzini yakıyordu sanki. Bugüne dek yükselen bir çizgi izleyen sineması ilk kez ciddi eleştirilere hedef olmaktaydı! Üstelik de kişisel düzeyde kendisi için çok önemli olan bir konuyu işlerken geliyordu bütün bunlar başına. Söyleşi öncesi ve sonrasında sarılıp öpüşündeki titreşim, belli belirsiz bir can simidi aranışıydı sanki.

15 yıl önce, Locarno Film Festivali’nde sohbet ederken, Kanadalı Ermenilerin sizden soykırım üzerine bir film yapmanızı beklediklerini, ancak bu zor konuya el atmak istemediğinizi söylemiştiniz. Ne zaman bu görüşten vazgeçtiniz?

Gerçekten bu konuyu işlemek istemiyordum o günlerde. Zamanı değildi, aslında ben de hazır değildim. Daha çok okumam, bilgi toplamam gerekiyordu. Aradan üç-dört yıl geçtikten sonra bir senaryo yazmaya başladım. ‘Ararat’ta izlediğiniz film içindeki filme benzeyen bir senaryo çıktı ortaya. Ancak yazdıklarımı hiç beğenmedim. Kiliselerle dolu klasik bir tarihsel film yapmak istemiyordum. Dört-beş yıl önce, Istvan Szabo’nun ‘Sunshine’ adlı filmini görünce daha da soğudum bu tür yaklaşımlardan. ‘Ararat’ta Charles Aznavour’un yorumladığı yönetmenin çekmeye çalıştığı film, işte bu yapmak istemediğim türe örnek oluşturmaktadır. Şematik yaklaşımlardan kurtulamayan, karikatürize edilmiş karakterleriyle önyargılara çanak tutan, ağır simgelerle yüklü bir film.

‘Ararat’ filminin içinde çekimini anlattığınız o tarihsel filmin bizi rahatsız eden bölümleri, aslında yapılmaması gerekeni mi işaretliyor demek istiyorsunuz?

Evet, ancak o kadar da basit değil
olay. Yanlış anlaşılmamak için önce şu noktanın altını çizmeliyim: Filmde anlatılan tarihsel olayları yadsımak olanaksızdır. Yalnız belgelerle kanıtlanmış gerçekleri görüntülemeye özen gösterdik. Ancak, filmde benim için önemli olan bugünkü yaşamımızdı. Genç kuşakların kendi tarihleri ve toplumsal bellekleriyle hesaplaşmalarıydı. Bu nedenle kişisel deneyimimden yola çıkarak, konuya uzak kalmış Kanadalı bir Ermeni gencin yavaş yavaş geçmişi ve kültürüyle tanışıp bilinçlenerek değişmesini işledim.

Filmde yer alan 20 yaşındaki Raffi tiplemesi,
benim 18 yaşında üniversiteye gitmek için geldiğim Toronto’da yaşadıklarımdan yola çıkıyor. O zamana dek Ermeni kültüründen, toplumundan ve kilisesinden uzakta yaşamıştım. Öğrencilik günlerimde Ermeni terörü vardı. İnsanları, başka insanları öldürmeye dek götüren neydi? Anlamakta güçlük çekiyordum.

Çevremdeki Ermeniler bu teröristleri
‘özgürlük savaşçıları’ olarak tanımlıyorlardı. O güne kadar aldığım Anglosakson eğitimle, Ermeni tarihinin bir parçası olan şiddet eylemlerini birbiriyle nasıl bağdaştıracaktım? Bütün bu sorgulamalar
filmdeki değişik karakterler aracılığıyla işlenmekte…

Geçmişteki acı olayların karmaşık yansımalarını gördüğümüz bugünkü yaşam daha önemli. Filmin son sahnesini anımsayın. Arsinee Hancıyan’ın oynadığı sanat tarihi uzmanı bayan Ani, danışman olarak katkıda bulunduğu tarihsel filmin gala gösterimini yarıda bırakarak, kendisine ihtiyacı
olan oğlunun yanına koşmayı tercih
eder. Önemsediği, geçmişi sorgulayan filmden çok bugünkü yaşamlarıdır.

Ermeni soykırımının rövanşını almak gibi bir amaç güdülmemektedir. Bütün bu nedenlerle, film içindeki filmin kimi görüntülerine takılıp, ‘Ararat’ı bir bütün olarak görememek
çok yanlış ve çok üzücü. Ermeni toplumundan da ciddi şikâyetler geliyor. Onların da sevmedikleri, memnun olmadıkları bir sürü ayrıntı var. Örneğin, sanat tarihçisi Ani hanımın eski kocasının kaza değil de intihar olabilecek ölümündeki sorumluluğu bir türlü kabullenmemesi kimilerini rahatsız ediyor. Kişisel sorumluluğunu yadsımaya çalışmak, her insanın doğal tepkilerinden biri değil midir? Militan bir film bekleyen Ermeniler de, bu ve benzeri nedenlerle düş kırıklığına uğruyorlar. Ayrıca, ‘Ararat’ın kilit sahnelerinden birini unutmamak gerekir: Tarihsel filmde subay Cevdet Bey’i oynayan Ali’nin, Kanada’da yaşayan bir Türk olarak sergilediği uzlaşmacı ve barışçı tavır.

Doğru ama, filmin tek Türk karakteri olan Ali’nin sesini çok az duyuyoruz. Üstelik, filmde eşcinsel bir aktörü yorumlaması, o beğenmediğiniz türden klişelere yeni bir örnek oluşturmuyor mu? Türklerle kurmak istediğiniz yapıcı diyalog nasıl sağlanacak?

Önemli olan Ali’nin söyledikleri ve genel yaklaşımıdır. Raffi’yle film setinden dönerken otomobilde konuştuklarına dikkat edin. Kötü adam Cevdet Bey rolünü çok şematik bir biçimde yorumladığının bilincindedir Ali. Yönetmenin bu ‘başarılı’ yorumu nedeniyle kendisine ısmarladığı şampanyayı Raffi’yle paylaşmak ister. Ancak, geçmişin acılı sayfalarını kapayıp, özgür bir ülkede birbirlerine saygılı özgür insanlar olarak, eski kin ve nefret duygularından uzak, insanca bir yaşam içen kadeh tokuşturmak önerisini Raffi reddeder. Ali’nin diyaloğa açık gerçekçi tavrını anlayamaz. Kendine uzatılan eli geri çevirir. Tarihsel yük altında bocalayan genç Raffi, bugünün suçsuz insanını bile bağışlayamamaktadır.

Tabii ki, bugün hiçbir Türk’ü tarihi olaylardan sorumlu tutamayız. Diyalog kurarak kara sayfaları kapamak gerekiyor. Ancak, her şeyin bağışlanması için gerçeklerin yadsınmaması gerekmez mi? Türk izleyicilerin, ‘Ararat’ filmini bir bütün olarak ele almalarını, bazı sahnelere takılmadan değerlendirmelerini diliyorum. Lütfen, yeniden, daha dikkatle izleyin.

Yorumlar kapatıldı.