İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Evrensel: Av. Fethiye Çetin ile reportaj

Bakanlar Kurulu’nun gündeminde olan, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı”yla ‘azınlıklar’ bir kez daha gündeme geldi. İstanbul Barosu Azınlık Hakları Çalışma Grubu’nda faaliyetlerini yürüten Av. Fethiye Çetin ile Evrensel sitesinin, tasarı ve tasarıya karşı çıkma nedenleri hakkında yapmış olduğu reportajı aktarıyoruz.


Rojda İldan

Tasarıda keyfilik ve hukuk ihlali var

– Azınlık Hakları Çalışma Grubu olarak “1936 Beyannamesi Sorunu” tasarıyla birlikte bir kez daha gündeminize girdi. Buna değinebilir miyiz?

1936 Beyannamesi Sorunu olarak bilinen ve uzun süredir tartışılan sorunu açıklamak için azınlık vakıflarının tarihçesine değinmekte yarar var. Bugün azınlık vakıfları ya da kanundaki tabiriyle “Cemaate Mahsus Vakıflar” Osmanlı döneminde padişah fermanlarıyla kurulmuş dini ve hayri müesseseler, hayır kurumlarıdır. Her ne kadar hayır anlamında belli bir mal özgülenmesi varsa da kurucuları belli değil, vakfiyesi de yok. Padişah fermanlarıyla kuruluyorlar. Bu kuruluşların tüzel kişiliği var. Bunu nereden anlıyoruz? 1956 tarihli TBMM Tefsir Kararı’ndan. Ayrıca hocalar da bu kurumların padişah fermanlarıyla kurulduğunu ve mal edinebildiklerini söylüyorlar. Fakat Osmanlı Hukuk Sistemi’nde bu tür kuruluşlara kayden iktisap imkanı verilmiyor. Bu ne demek? Defter-i Hakani İdareleri yani tapu idarelerine adlarına kayıt imkanı verilmiyor. O nedenle bu tür kuruluşlar kullandıkları tasarruf ettikleri bu gayrimenkulleri, güvendikleri kişiler ya da din büyükleri adına tapuya kaydettiriyorlar.

Osmanlı döneminde bir kanun çıkarılıyor. Bu kanunda deniyor ki; “Size kayden iktisap imkanı getiriyoruz. Listelerinizi Defter-i Hakani İdarelerine verin ve adınıza tescilinizi yaptırın” Altı aylık süre veriliyor, sonra bu süre birkaç kez uzatılıyor. Cumhuriyet Dönemi’nde Medeni Kanun çıkıyor. Burada tüzel kişilikler düzenleniyor ve “Bu kanunun yürürlüğe girmesinden önceki bu tür kurumlar için ayrı bir kanun çıkarılır” deniyor. O nedenle 2762 sayılı Vakıflar Kanunu çıkarılıyor. Burada da tüzel kişilerin mal edinmesini engelleyen hüküm yok. 2762 sayılı kanunun geçici bir maddesinde bu vakıflardan ellerindeki gayrimenkullerin bir listesi isteniyor, bu biraz da vakıfları kotrol altına almak için isteniyor. “Bu vakıf ne iş yapar? Elindeki gayrimenkullar nelerdir? Gelir kaynakları nelerdir?” şeklindeki soruların oluşturduğu bir beyanname isteniyor ve bu beyannameler vakıflar idaresine veriliyor. 60’lı yılların sonuna kadar azınlık vakıfları mal edinebiliyorlar. 1960’lı yılların sonlarında Kıbrıs olayları nedeniyle vakıflar üzerinde baskılar yoğunlaşıyor. Ve hiçbir şekilde hukuki olmayan siyasi birtakım görüşlerle Yargıtay -özellikle Yargıtay 1. ve 2. Hukuk daireleri- 36 beyannamelerini vakfiye olarak kabul ediyor ve 36’dan sonra edinilmiş malların ellerinden alınmasını öngörüyor. İstanbul’da bir mahkeme Yargıtay’ın bu görüşüne uymadığı ve kendi görüşünde ısrar ettiği için konu Hukuk Genel Kurulu’na gidiyor. Ve o bildiğimiz meşhur 1974 tarihli Hukuk Genel Kurul kararı oluşuyor. Bu kararda, bu vakıflar yabancı olarak tanımlanıyor. Yabancı tüzel kişiliklere uygulanan kanun hükmünü gerekçe olarak gösteriyor, 36 Beyannamesini vakfiye olarak kabul ediyor ve “36’dan sonra edinilmiş mallar ellerinden alınır” diyor. Tartışma bundan sonra başlıyor, azınlık vakıflarının ellerindeki 100 civarındaki gayrimenkul alınıyor hem de hiçbir bedel ödenmeksizin. Bu hukuk genel kurulu kararı hukuka aykırı; siyasi irade kendisinin yapamayacağı şeyi kanun çıkartmak yerine yargıya havale etmiş ve yargı da ne yazık ki böylesine tartışmalara yol açan hukuka aykırı bir karar vermiştir.

– “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı”nın sorunları çözme noktasında yetersiz kalacağını söylemenizin nedenleri nelerdir? Tasarı niçin hukuka aykırı?

Bir kanun hazırlığı içinde olunduğunu ve sorunun çözülebileceğini öğrendiğimizde doğrusu umutlandık. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün “Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı”nın Bakanlar Kurulu’nun gündeminde olduğunu öğrendik. Bu bir Teşkilat Kanunu ancak 9. maddesinde azınlık vakıflarına ilişkin bir düzenleme var. İlk fıkraları yabancı vakıflarla ilgili son fıkraya da azınlık vakıfları bir biçimde iliştirilmiş. Tasarıda, “Cemaat Vakıflarının 1936’dan 1 Ocak 2002 tarihine kadar her ne surette olursa olsun iktisap etmiş olduğu gayrimenkullar Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesine göre verilen 36 Beyannamelerine eklenir” deniyor. Bu güzel, bundan sonraki cümleyse ilginç: “Bu listelere eklenmelerine İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce karar verilir.” Görüşü alınacak, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde karar verilecek. Neye göre? Belli değil. Keyfiliğe, tartışmalara açık; siyasi rüzgâra göre de değişebilir. Hukukun özelliği tartışmaya açık olmamasıdır.

Vakıfların bundan sonra taşınmaz iktisap etmeleri de aynı prosedüre bağlanmış, devamında “Aynen yukarıdaki hükümlerin uygulanmasında devletlerarası mütekabiliyet şartı aranabilir” diyor. Devletlerarası mütekabiliyet şartı, yabancılar hukuku alanına giren bir müessese. Kendi vatandaşınıza mütekabiliyet esasını uygulayamazsınız. Mütekabiliyet esası devletlerarası karşılıklık ilkesi demektir. Burada da görüldüğü gibi, gayrimüslim vatandaşlarımız ve onların kurduğu vakıflar hâlâ yabancı olarak görünüyor; Dışişleri Bakanlığı’nın onayının aranması da bir anlamda bunu gösteriyor. Bu nedenle de hukuka aykırı, bütün bunların dışında ayrımcı. Şöyle ki benzeri diğer vakıflarda bu görüşler aranmıyor. Eşitlik ilkesine de aykırı.

Gerek Yargıtay’ın kararı gerek tasarının bu maddesi Lozan Anlaşması’na da aykırı. Türkiye başka ülkelerden Lozan Antlaşması’nın uygulanmasını hasasiyetle ister. Lozan Antlaşması konusunda son derece dikkatlidir fakat ne yazık ki kendisi Lozan Antlaşması’nın ilkelerini ihlal ediyor. Lozan Antlaşması’nın özellikle 40 ve 42. maddeleri ihlal ediliyor. Bu maddelerde Türkiye hiçbir ayrım yapmamayı yükümlendiği gibi, azınlıklara her türlü kolaylığı sağlayacağını da söylüyor. Ancak görüldüğü gibi kolaylık sağlanmıyo zorlaştırıcı hükümler getiriliyor.

Tasarının genel gerekçe bölümü de ilginç. Diyor ki “2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle kanunun geçici maddesi uyarınca verilen 36 tarihli beyannameleri Vakfiye olarak kabul edilmiştir” Kanunla kabul edilmiştir demek doğru değil çünkü kanunda böyle bir hüküm yok. Neyle kabul edilmişti vakfiye olduğu? Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararıyla 1974’te.

Beyannameyi vakfiye olarak değerlendiren Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararını da eleştiyoruz. “Beyanname” adı üstünde bildirimdir, vakfiye olamaz. Vakfiye, vakfın kuruluşu sırasında kurucu tarafından o vakfı özgüleyen mal konusunda şartları belirleyen bir şeydir. Hukukta şöyle denir buna: Açıklayıcı ve bildirici işlemler. Vakfiye açıklayıcı bir işlemdir, beyannamme ise bildirici. Bu ikisi birbirine karıştırılamaz.

Ayrıca cemaat vakıflarının mal edinmeleri konusunda Bakanlar Kurulu kararından söz ediliyor genel gerekçede. Oysa benim sözünü ettiğim 9. maddede, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden söz ediliyordu. Yani tasarı, son derece gayri ciddi.

– Tasarının 9. maddesinde “Yukarıdaki hükümlerin uygulanmasında Devletlerarası mütekabiliyet şartı aranabilir” denmesi sadece hukuki bir yanlışlık ya da dalgınlıktan kaynaklanıyor olabilir mi?

Azınlık mensubu yurttaşlar mesela “Yahudi olduğumu çevremdeki insanlar bana hatırlattığı için anladım” diyor. Biz onu bizden olmayan bir insan olarak görüyoruz. Hayatın her alanında böyle; küfürlerimiz, esprilerimiz böyle. Yargı alanında da böyle. Yabancılık konusunda sadece bir iki örnek verdim. Tasarıdaki ifade de yanlışlık ya da dalgınlıktan kaynaklanmıyor dolayısıyla. Öyle görüyoruz onları. Örneğin 625 sayılı Özel Eğitim Kanunu’na göre sadece yabancı okullar için Türk Müdür Yardımcıları uygulaması vardır. Adı da “Türk Müdür Yardımcısı”. Bu anlaşalır fakat biliyor musunuz ki bu aynı zamanda Azınlık Vakıfları’nda da bu uygulanıyor? Adı da Türk Müdür Yardımcısı. Bir biçimde yabancı okullara uygulanan kanunu gelip kendi vatandaşımıza uyguluyoruz. Sonra Nüfus Daireleri’nde azınlıkların kaydolduğu ciltler “Yabancılar” diye numara alıyor. Ve eski defter şeklindeki nüfus cüzdanlarına o cilt numarasının yanında “Yabancılar-3” diye yazıyor, yani yabancılara ayrılmış ciltlerin 3’sünde! Geçen bir nüfus dairesinde dikkatimi çekti, azınlıklar için ayrı bilgisayar programı var. Ders kitaplarında yabancılar anlatılırken azınlıklar da anlatılıyor. Yani onlar yabancı olarak görülüyor.

Yorumlar kapatıldı.