İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Murat Belge: Niyet iyi oldukça

AB yazışmalarının apartılması konusunda Doğu Perinçek ve arkadaşlarının takındığı ‘yavuz hırsız’ tavrı nicedir zihnimi kurcalayan bir temayı ön plana çıkardı.

Perinçek’in yaptığı yasadışı bir şey. Mesajları kendi mi çalmış, çalıp ona verenin sözcülüğünü mü yapıyor, orası belli değil, şimdilik önemli de değil. Ama üste çıkarak başkalarını suçluyor -ya da başkalarını suçlayarak üste çıkıyor. Argüman, Atatürk! Atatürk, İngilizlerin gizli konuşmalarını nasıl dinlemişse, o da aynı şeyi yapmış.

Zihnimi kurcalayan tema, bu ülkede yasallığın
ve meşruluğun nasıl anlaşıldığı temasıydı. Bizim toplumda, meşruiyet yaptığında değil, düşüncededir. Neredeyse kural olarak,
‘meşru’ olanla ‘yasal’ olan özdeş değildir. Hatta, neredeyse kural olarak bu ikisi çelişir. Doğu Perinçek yasaya aykırı bir şey yapıyor. Niçin yapıyor? Atatürk’ün ölçüsünü koyduğu meşruiyete uymak için.

Konuya Perinçek’ten girdim ama bunun örneği bir değil, beş değil. Geçen gün ‘Susurluk’ sanığı Ayhan Çarkın beyanatta bulundu:

“Devlet bizi dağdan indirmemeliydi,” dedi. Bu ne demek? Bir kere, yasaya aykırı işler yaptığının örtük kabulü var. ‘Dağ’ın anlamı bu. Ama dağa devlet çıkarmış, çocuk devlete hizmet etmiş. Demek ki yaptığı meşru. Böylece, hakkını istiyor, meşruiyete yazılmak
istiyor. Onun bu talebini gerçekleştirmekle yükümlü olanlar hemen görevlerini yerine getirdiler ve Çarkın gibi bir yük meşruiyet denen yere nasıl ve ne kadar taşınabilirse, o kadar çekiştirdiler. Bunun niçin anlamsız bir hak talebi olduğunu açık seçik yazanlar da oldu, onun için ben konunun bu çeşit ayrıntısına girmeyeceğim. Ama bu olayda da, çizgilerini yukarıda açıkladığım
‘yasal/meşru’ sorunsalının içine girmiş oluyoruz ki, benim vurgulamak istediğim de bu. Yapılanlar yasaya aykırı (olabilir icabında); ama oğlan mazbut, çünkü ne yaptıysa vatan sevgisiyle yapmış.

Derken 18 Şubat’ın Sabah gazetesine bakıyorum: ‘Polis Nuran, Fahri Elçimiz’ diye bir başlık. Kimmiş, neymiş? Alın size altbaşlık: “1984’te yüzbaşı sevgilisini öldüren ve 7 yıl yatan Nuran Arat’ı ABD’de bulduk.” Demek bu nedenle ‘fahri’ elçi. Muhtemelen cinayetten sabıkalı olanları elçi, hatta belki konsolos yapmıyorlardır (yani, ‘kadrolu’ filan).

Peki, nasıl elçilik yapıyor? ‘Bir dernek kurduk, çocuklara Türk olmak bilinci aşılıyoruz. Okul kitaplarından Ermeni soykırımını bile çıkarttık’ diyormuş!

İnsanların geçmişlerinde yaptıkları ebediyen tepelerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaz. Bu, sonuçta, her bireyin kendine göre aşacağı bir şey olabilir -ama olmayabilir de. Öyle veya böyle, şu haber ve onunla verilen mesaj olacak şey, havsalanın kabul edeceği şey değil. Bu artık kendi kendisinin parodisini yapmak gibi bir şey. Türünün bayağı ileri bir örneği.

Burada anlattığım duruma, bu olayla yeni bir nüans ekleniyor. Yasallıkla meşruiyeti bu bağlamda biraz da ‘eylem’ ve ‘niyet’le özdeşlediysek, burada bu ikisi de örtüşmüyor. Yani yasayı çiğnemiş olan eylemin niyetinin ‘vatanperverlik’le ilgisi yok. Ama, madem ki ‘vatanperverlik’ kanıtlanmış -bir Türk polisi, hele komiseri, vatanperverden başka ne olabilir- Ermeni soykırımını da kitaplardan çıkartmış, geçmişe biz hemen süngerimizi çekeriz. Terazinin bu kefesine bu soykırım vatanperverliğini koyuyorsak, öbür kefe daha dört-beş cinayet kaldırır. Tabii Türk olmayanlar -ve yüzbaşı da olmayanlar- üstüne çalışsa, yediye, sekize kadar da yolu var.
Böylece, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir hukukçunun içinden çıkmakta epey zorlanacağı bir hukuk anlayışı oluyor – belki kısmen bilinçaltı bir anlayış: Eylem kötü olabilir, ama niyeti iyiyse (‘iyi’yi
‘vatanperverce’ olarak okuyun) mazur görülebilir. Çünkü böyle adamdan bize zarar gelmez ve icabında yeniden işe koşup kullanabiliriz.

Yorumlar kapatıldı.