İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gündüz Aktan: Holokost ve Ermeni olayları

Bir süre önce Erivan’daki İsrail Büyükelçisi Rivka Cohen’in Yahudi soykırımı ile Ermeni olayları arasında benzerlik kurulamayacağı yolundaki sözleri büyük tepki uyandırdı. Cohen ‘Yahudi soykırımının önceden planlanan ve bir ulusu yok etmeyi amaçlayan bir eylem olarak tarihte benzersiz olduğunu ve hiçbir olayın bununla karşılaştırılamayacağını’ belirtti.

Buna karşılık Ermenistan Dışişleri Bakanı,
İsrail’e yapacağı ziyareti iptal etti. Dışişleri sözcüsüyse ‘soykırım yaşamış bir ülkenin böyle bir yaklaşım içinde olmasını çok ilginç’ buldu.

Geçen yıl Erivan’daki İngiliz büyükelçisinin benzer beyanlarından sonra Ankara’daki
İngiliz Büyükelçiliği’nin yayımladığı bir bildiride de benzer şeyler söylenmişti, ama Ermenistan aynı sertlikte karşılık vermemişti. Zira İsrail’in bu konudaki tutumu Ermeniler için moral açıdan büyük önem taşıyor.

Dışişleri Bakanı Perez’in Ermeni olaylarını hiçbir şekilde soykırım saymadığı biliniyor. Aynı görüşe birkaç kişi hariç hemen tüm İsrail kamuoyu odaklarının katıldığı da malum.

1948 Soykırım Sözleşmesi, Yahudi soykırımına göre oluşturuldu. Bunun 2. maddesi soykırımı tanımlıyor. Soykırım bir grubun sadece o grup olduğu için, yani toprak ya da bağımsızlık mücadelesi gibi başka bir neden olmadan, önceden planlanarak yok edilmesi demek. Bu yok etme iradesiyse ancak antisemitizm gibi ırkçı bir nefretin nihai aşamasında ortaya çıkıyor.

Oysa Ermeniler 1860’lardan itibaren önce otonomi, sonra da bağımsızlık amacıyla sürekli isyanlar çıkardılar. Yarı siyasi parti yarı komitacı örgütleriyle sık sık terörizme saparak mücadele ettiler. I. Dünya Savaşında Rusya ile işbirliği içinde Türk ordularını arkadan vurdular. Türk sivillere saldırdılar ve katlettiler. Azınlıkta oldukları Doğu Anadolu’da etnik temizlikle kendilerine münhasır bir vatan yaratmak istediler. (Hâlâ bu amacı gütmüyorlar mı?) Bazı bakımlardan bir trajediye dönüşen tehcir bu tehditleri önlemek için yapıldı.

Buna karşı V. Dadrian, isyanların Osmanlı baskılarına bir tepki oluşturduğunu, o sırada tüm Hıristiyan tebaanın isyan etmekte olduğunu, savaş sırasında Ermenilerin öldürdüğü Türklere ilişkin rakamların içinde savaş alanında ölen askerleri kattığımızı iddia ediyor.

Bu düz mantığın hukukla ilişkisi yok. Zira isyanın nedenleri önemli değil. Başkalarının isyan etmiş olması da önemsiz. Otonomi veya bağımsızlık amacıyla isyan edilmesi ve
düşmanla işbirliği yapılmasına verilen karşılık soykırım kavramının dışında kalıyor. Bunları yapanlar siyasi grup sayılıyor. Siyasi grup sözleşme tarafından korunmuyor. Bu gruba ait siviller öldürülmüşse suç başka bir kategoriye giriyor.

Kaldı ki aynı olaylarda ölen Türklerin sayısı Ermenilerden fazla. Aslında hem Ermeniler hem biz bu rakamları Alman kaynaklarından alıyoruz. Savaş sırasında 2.5 milyon Türk öldü. Savaş alanında 500 bin kaybımız var. Geriye kalan 2 milyonun yarısından fazlası doğu Anadolu’da ölüyor.

Bu, Paris Barış Konferansı’na katılan Ermeni delegasyonunca da tekrarlanıyor. Dadrian ise Türk ve Müslüman ölümlerinin Ermenilerden değil de, hastalık, açlık ve zor doğa koşullarından kaynaklandığını iddia ediyor. Garip, Ermeniler aynı nedenlerden ölmüyorlar da biz ölüyoruz.

Bu durumda İsrail’in itirazını anlamak kolay.

Londra’daki bir toplantıda soykırıma hukuk değil de insan hakları açısından yaklaşan Mark Levene 1950-2000 arasında 50 soykırım olduğunu söyledi. Yani belli bir sivil ölümü vukubulan olayları soykırım saydı. Aynı yaklaşımla 1900-1950 arasında da en az 50 soykırım olmuş olmalı. Yani bir yüzyılda 100 soykırım. Levene’in imasından yüzyılın ilk soykırımının Balkan Savaşları olduğu anlaşılıyor. Balkanlar’da bize yapılan etnik temizlik de böylece soykırım oluyor.

14 Şubat günü Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, uluslararası yargının Yugoslav milletini değil de Miloşeviç’i şahsen suçladığına dikkat çekiyor. Bazan unutuyoruz: Hukuk soykırımda devlet sorumluluğunu çoktan terk etti.
Ermeni davası sürekli zemin kaybediyor.

Yorumlar kapatıldı.