İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahmet İnsel: Irkçı, totaliter odaklara `hıyanet´ etme gereği

Sadece 12 Eylül rejiminin hukuki ve siyasal yapısından arınma, o yapının toplumsal zihniyetimize vurduğu ağır darbelerin yaralarını sarma mücadelesi vermiyoruz birkaç
yıldır. Bunlardan daha eski ve kökleri çok daha derinlerde yatan, neredeyse genetik özellik kazanmış olan bir devlet ve toplum anlayışının kirli cephesiyle daha belirgin biçimde yüzleşiyoruz. Türkiye toplumunun yaşadığı dönüşüm sancısı, bu sancıların görmediğimiz, daha doğrusu gözden ırak tutmaya alıştığımız kaynaklarını her geçen gün bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. Sendeliyoruz, geriliyoruz ama aynı zamanda yüzleşiyoruz. Çarpık siyasal yapımızla, toplumsal yüzümüzle yüzleşiyoruz. Bu yüzleşmenin sancısını çekmeden, bu yüzleşmenin bizde yarattığı beklenmedik sorgulamaları metanetle yanıtlamaya çalışmadan, bu yüzü düzeltemeyiz.

Alevi kültürünü geliştirme derneğinin kuruluş amacı itibarıyla, yürürlükteki kanuna uygun biçimde kapatılması bu açıdan olumlu bir darbedir. Bu örnek bize yürürlükteki rejimin ve onun dayandığı hukuk sisteminin tüm ikiyüzlülüğünü özetledi. Yasada olmasına rağmen uygulanmayan, uygulanmadığı için yokmuş gibi yapılan bir faşizan önlem, suratımıza bir tokat gibi çarparken, dernekler kanununu kaleme alan zihniyeti herkesin görmesini sağladı. Bunun yanında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ülkemizde işgal ettiği, fiili devlet dini başkanlığı işlevinin somut bir tezahürüyle bir kez daha yüzleştik.

Dernekler kanununun meşum 5. maddesini, kelimelerin üzerine basa basa, her bir kelimenin hakkını vererek bir kez daha okuyalım: “Bölge, ırk, sosyal sınıf, din ve mezhep esasına veya adına dayanarak faaliyette bulunmak” derneklerin kapanma nedenidir. Bu yetmiyor. “Irk, din, mezhep, kültür veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek”, derneklerin kapanma nedenidir. Bu da yetmiyor ve nihai önlem geliyor: “Türk dilinden veya kültüründen ayrı dil ve kültürleri korumayı amaçlamak” bir derneğin kapanma nedenidir. Önümüzde bariz biçimde hem ırkçı hem de totaliter bir kanun maddesi var. Bu maddenin fikri kökenleri 12 Eylül rejiminden çok daha öncesine gidiyor.

Tutarlı olmak gerekirse, bugün
“Karadenizliler Derneği” hakkında da bu maddeye dayanarak suç duyurusunda bulunmamız gerekir. Lozan Antlaşması’na göre varlığını tam da din ve dil farklılığından alan, azınlık olarak tanıdığımız Ermenilerin okullarını yaşatmak için açtıkları dernekleri acilen kapatmamız gerekir. Belki zaten bu madde yüzünden böyle bir dernek kuramamışlardır. Süryani kültürünü ve dilini geliştirmek için faaliyette bulunmak da yasaktır bu yasaya göre. Aslına bakarsanız, bırakın Kürtçeyi, Fransız dili ve kültürünü,
İngiliz dili ve kültürünü öğretmek için dernek açmanın da yasak olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı kimliği taşıyan Türkler hiçbir etnik kimliğe ait değildirler ama sadece Türk dili ve kültürünü geliştirmelerine izin vardır. Türk dili ve kültürü dahil olmak üzere, hiçbir dil ve kültürü geliştirmemek ise serbesttir. Herhalde bu nedenle, bu tanıma tabi Türklerin
ezici çoğunluğu kendilerine tanınan bu muazzam özgürlük alanından sonuna kadar yararlanmaktadır.

“Sosyal sınıf esasına veya adına dayanarak” bir dernek faaliyette bulunamayacağı için, bir işçi derneği kurulamayacağı gibi, “Köylü derneği”nin de kurulmasının yasak olması lazım gelir. Aslında ilk kapatılması gereken dernek, katıksız bir sosyal sınıf derneği olan TÜSİAD değil midir? İnanır mısınız, bu Türkiye Cumhuriyeti TÜSİAD’ı da kapatır. Totaliter devlet, kendini destekleyen sosyal sınıfların üyeleri için de aslında bir kabustur.

“Yahudi piçleri”, 312’lik Rejimin temel nitelikleri ırkçı ve totaliterdir ama bunlar utangaç biçimde yaşama geçer. Bu ikiyüzlülük,
rejime müsamahakâr, bir nebze demokrat, diğerkâm bir maske sağlar. Hatta bizde idam cezası var ama uygulamıyoruz diye övünç kaynağı bile olur. İdam cezasını kaldırmayı reddetmek ama bu cezayı sürekli askıda tutmak ve bunu bir müsamaha ve demokratlık örneği olarak iftiharla sunmak, bu tahayyül dünyasının bariz bir özelliğidir. Burada totaliterlikten de farklı, ikiyüzlülüğün ağır bastığı, hem yapacağını yapan hem de bunu tutarlı biçimde savunmanın kendine atfettiği değerlerle mümkün olmadığını bilen yalaka bir zihniyet de kendini ele verir.

Dernekler yasasında, ceza kanununda olduğu gibi, uygulanmayan ama bir gün lazım olur diye oraya yerleştirilmiş mayınlarla dolu bir dünyadır bu. Mayınların patlamaması demokratlığın, medeniliğin işareti olarak sunulur. Patladığı zaman ise verilecek cevap hazırdır: “Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü koşullar”!

Bu ikiyüzlülüğün mümtaz kurumlarından birisi Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Bir diğeri, dini azınlıkların haklarını daraltan tüm önlem ve yasalardır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yerli yabancı konumunda olan dini azınlıkların bu konumunu değiştirmenin
“milli güvenliğimize aykırı” olduğunu iddia edilirken, devlet büyüklerimizin çoğu başını onaylamak için sallar ama bunun fazla bariz olmamasına da dikkat eder. Yunanistan’daki Türklerin benzer yerli yabancı konumda olmalarına isyan ederiz. Bulgaristan’daki Türkler için de kalbimiz parçalanır, daha doğrusu eskiden parçalanırdı. Şimdi elde ettikleri konumun, bu kez Türkiye’de bazılarına örnek teşkil etmesinden şiddetli huzursuzluk duyuyor bu zihniyet sahipleri. Hatta Bulgaristan’a dönmeyi tercih eden Bulgar Türklerine hain gözüyle bakıyorlar.

Turgut Yılmaz’ın eşinin ifade ettiği gibi, Almanya’da Türklerin elde ettiği oturma ve çalışma haklarını, yıllardır ülkemizde yaşayan, bir Türk yurttaşıyla evli Alman’a tanımayız. Almanya’daki Türklerin dini ihtiyaçlarını görmesi için oraya din adamları yollarız, camii yapılması için mücadele veriririz, ama benzeri faaliyetleri Türkiye’de “Hıristiyan misyonerliği” ilan ederiz. Bu ne ikiyüzlülüktür, bu ne kendine Müslümanlıktır!
312. maddeyi işlemesi gereken yerde değil, nasıl olduysa elden kaçan 141, 142 ve 163’üncü maddelerin “yarattığı boşluğu doldurmak için”, zamanında gömüldüğü yerden çıkarmakta siyaset ve hukuk camiamız ustadır.

Ama televizyonda bir emekli amiralin
“Yahudi piçleri” tabirini üstüne basa basa defalarca tekrarlaması ve bunu savunmasının tam da 312.’nin kapsamına girdiğini aklımızın bir köşesine bile getirmeyiz. Ne de başka bir generalin “Rum kahpeleri” diye atıp tutmasını. Türkiye’de ve dünyada sadece Türklüğe hakaret suçtur çünkü. Geri kalan dünya, insanaltı yaratıklardan oluşur.

Bu ırkçılık değildir de nedir?

Devletin kendisi, bir yandan her türlü din ve mezhep farkına dayanan kimlik ifadelerini yasaklamaya çalışırken, diğer yandan herkesin hangi dinden olduğunun nüfusuna yazılmasına, bu kimliğin Nazilerin Yahudilere ve homoseksüellere takmak zorunda bıraktıkları bir işaret gibi, ömür boyu taşınmasına özen gösterir. Nüfusunda din hanesi bulunması zorunlu olunan bir ülkede, “din farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri sürmek” nasıl suç olabilir? Bir koşulla. Türk ve Sünni olmayanların bu ülkede misafir bulunduklarını, Türkiye Cumhuriyeti’nin ufkunda yüzde yüz Türk ve Sünni bir toplum yattığını kabul ederek. Rejimin 12 Eylül’den çok öncesine giden totaliter nüvesi tüm çıplaklığıyla karşımızdadır. Bunu bilen ama görünüşü kurtarmak için, hafif önüne eğilmiş, ellerini ovuşturarak, aşağılık bir yaltaklanmayla, kanunda olmasına rağmen Türkiye’de böyle bir uygulamanın olmadığını yabancılara anlatanlar midenizi bulandırmıyor mu? O ikiyüzlü yaltaklanan zihniyet, ileride lazım olur diye bütün o mayınların yerleştirildiğini gayet iyi bilmektedir. Türkiye’de devlet bu konuda ve belki sadece bu konuda son derece öngörü sahibidir.

Aynı zihniyet, hem ideolojisinde hem de siyaset yapma biçiminde nasyonal sosyalizmin yerli türünü oluşturan bir partiyi yıllardır kullanmaktan imtina etmez. Her devirde bir başka türlü “Vatan haini” yaratıp bunların üzerine, alçaklıkta sınır tanımayan bu yaratıkları saldırtır. Bugün, bu zihniyet için Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istemek vatana hıyanettir. Aslında hıyanet edildiğine inandıkları özne vatan değil, yukarıda bazı özelliklerini betimlemeye çalıştığım bu devlet zihniyetidir. Irkçı, totaliter, ceberrut bir devlet zihniyeti ve pratiğine hıyanet edilmesine tahammülleri yoktur. Maskeleri düştükçe daha da saldırganlaşacaklarından, köşe bucakta gizledikleri irili ufaklı mayınları patlatacaklarından emin olabilirsiniz. Çırağan Sarayı’ndaki olumlu girişimi, Kıbrıs konusundaki umut verici gelişmeleri baltalamak için daha da büyük provokasyonlar yapacaklarını herkes biliyor.

Türkiye toplumunun daha uzun yıllar devam edecek olan bu sancılı dönüşüm döneminde bu ırkçı, totaliter ve ikiyüzlü zihniyeti teşhir etmek, kökünü kurutmaya çalışmak, ona hıyanet etmekse eğer, bu “hıyanet” boynumuzun borcudur.

Yorumlar kapatıldı.