İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gündüz Aktan: Kuğunun ölümü

Ermeni haber bültenleri, 17 Aralık günü en büyük diyaspora kuruluşu olan ve TARC’ı
(Türk-Ermeni Barışma Komisyonu) destekleyen Ermeni Asamblesi yönetim kurulu başkanı M. Haratunian’ın bir değerlendirmesini yayımladı.

Bu değerlendirmenin neredeyse tümüne katılmak mümkün. Gerçekten de TARC’ın
‘başarısızlığı’, Ermeni diyasporası içindeki ARF (Taşnak Partisi) ve ANC’nin, soykırımı kabul etmeden Türkiye ile diyaloğa karşı olmaları ve bu bağlamda TARC üyesi Ermenileri ihanetle suçlamalarından kaynaklandı.

Muhalifler, diyalog konuları üzerinde Ermeniler arasında önceden mutabakat sağlanmadan TARC’ta görüşmeler yapılmasını da eleştirdiler. Oysa bu yaklaşım gayriresmi (track II) diplomasi yöntemine aykırı. Böyle bir gerek ancak resmi diplomaside aranabilir.

Türk tarafı Türkiye’yi temsil etmiyordu ki, Ermeni tarafı da tüm Ermenileri temsil etsin. TARC’ın vardığı sonuçlar, hükümetleri ve diyasporaları değil, sadece TARC üyelerini bağlıyordu. Ermeni tarafının terkibini ve yaklaşımını beğenmeyenler, kendi gayriresmi girişimlerini diğer Türk gruplarla yapmakta serbesttiler. Hatta bu yararlı da olurdu.

Ama Ermeni muhalifler bir noktada haklılar. TARC, sanki, resmi diplomasi yapıyormuş gibi, tüm enerjisini her toplantıdan sonra yayımlanacak bildirilerin müzakeresine hasretti. Ermeniler talep eden taraf olduklarından, sadece Türkiye’nin verecekleri tartışma konusu oldu. Türk tarafı, Ermenistan’a vizeyi kaldırmaktan sınırı açmaya kadar çeşitli konularda, yetkisi var da vermiyormuş ve yeterince baskı yapılırsa yola getirilebilirmiş muamelesi gördü. Sorun artık gerçekten ilerleme sağlamak değil, Ermeni muhaliflere
‘İstedik, bastırdık, ama alamadık’ yolunda mesaj vermeye dönüştü.
Geçen yılın başında Viyana’da yapılan toplantılarda soykırım konusunu doğrudan ele almaya çalıştık. Olmadı. Ermeni tarafı
İstanbul’da ortak arşiv çalışması yapılması ve soykırıma ilişkin kitapların karşılıklı tercüme edilmesi önerilerini, bizim arşivlerin ve kitapların soykırımı inkâr ettiği gerekçesiyle reddetti. Bu konuda yapıcı bir tartışma yapılamayacağı anlaşıldığından, soykırımı tarihi, hukuki ve psikolojik açılardan incelemek üzere şimdilik bir yana bıraktık ve iki ülkeyi birbirine yaklaştıracak pratik işbirliği alanlarına öncelik vermeye çalıştık. Haratunian’ın da yazısında savunduğu bu pragmatik görüş, Ermeni muhaliflerin gazabını çekti.

Soykırımı ihmal ettikleri eleştirilerini bertaraf etmek için, TARC’ın Ermeni mensupları, New York’taki bir fikir merkezi olan ICTJ’nin düzenlediği seminerden yararlanarak ‘1948 Soykırım Sözleşmesi’nin 1915 olaylarına uygulanıp uygulanamayacağını’
sormayı önerdiler. Bu sonucu önceden bilinen çalışma bittikten sonra kamuoyuna açıklanacaktı. Ama Ermeni tarafının amacının ortak bildiriye ‘soykırım’
ve ‘sözleşme’ sözcüklerini sokmak olduğu anlaşıldı.

Arabulucu da Türk tarafının onayını almadan,
bu isteği yerine getiren bildiriyi yayımladı.

Sonradan bazı Ermeni TARC üyeleri, bu çalışmada ‘1915 Ermeni katliamının sözleşmeye göre soykırım olup olmadığının da saptanacağı’nı ileri sürdüler, ama sonuç ters çıkarsa kabul etmeyeceklerini de peşinen açıkladılar. Oysa bu temel ihtilafa ilişkin hükmü ancak hukuki çözüm mekanizmaları verebilir. Ermeni tarafıysa bizim önerdiğimiz bu mekanizmaları ilk toplantıdan itibaren sürekli reddetti. Türk tarafının ICTJ’ye, başkanlık metnindeki çalışma konusunun sınırlarını hatırlatması ise, Ermenilerce tek taraflı bir girişim olarak nitelenip, TARC’ın bittiğini ilan için bir bahane olarak kullanıldı.

TARC’ta veya bir benzerinde diyaloğun yeniden başlaması ancak aşırıların eleştirilerine mukavemet edilerek gerçekleştirilebilir. Unutulmasın, 11 Eylül’den sonra oluşan ortamda Ermeniler soykırımı kimseye kabul ettiremezler. Şanslarının dönmeye başladığını, sorundan herkesin bıktığını vaktinde anlayacak basirete sahip olmak lazım.

Kaldı ki kabul ettirseler ne olacak? Ermenistan’ın bugünü geçmişten daha mı az önemli?

Yorumlar kapatıldı.