Yakın tarihin ve günümüzün doğruları
Kasım ayı Varlık Vergisi’nin yıldönümüydü. Basınımızda tek bir satırla dahi anılmadı. Ama, başka bir nedenle gündeme geldi.. Sayın Karakoyunlu’nun, konusu Varlık Vergisi olan ‘Salkım Hanımın Taneleri’ isimli romanı on yıl önce yayınlanmıştı. Roman ödül aldı. Üç yıl önce filmi yapıldı. Film ödül aldı. Bir süre önce TRT de yayınlandı. Derken, bir tecavüz sahnesindeki paşadan hareketle, suçlama, karalama başladı, gündem oldu. Karakoyunlu tartışmayı noktaladı.
Gündemden düşmedi tartışma giderek, romanın kahramanı Yahudiyken neden Ermeni oldu noktasına ve Varlık Vergisi’nin gerçek mağdurlarına geldi. Bunlar Ermeniler miydi? Yahudiler miydi? Ama Rumlar da vardı. Haklı bir uygulamaydı diyenler de var, bu tarihi olguyu doğru yansıtanlar da. Sayın Mahcupyan hedefe alındı. Onun bu olayda sorumluluğu ne oranda? Önemli mi? Mahcupyan Ermeni ya o yeter. Bunda kötü bir niyet olabilir! Bu arada, komplo senaryoları da üretilmeye başlandı. Eee, Birileri için fırsat bu fırsattır. Neymiş? Neymiş? “Amaç,Varlık Vergisini kullanarak…mış….mış… “ Pes doğrusu. Bu romanın yazarı var, filmin yönetmeni var. Yönetmen her türlü sorumluluk bendeydi diyor. Ne olacak şimdi? İdeolojinle, düşündüklerinle, kendi doğrularınla örtüşmeyen her konuda senaryolar üret, suçla, olmayacak bağlantılar kur. Gerçekten üzücü, hem de çok ayıp.
Ermeni sözcüğü, kimilerini bu konularda tetiklemeye yetiyor. Bir Ermeni Şirince’de eski Rum evlerini onarıp, turizme açıp, pansiyonculuk mu yapıyor? Çok kötü, bunun arkasında hain emeller olabilir! Uyanık olmak lazım. İhbar, suçlama, yargılama, mahkumiyet birbirini izliyor.
Turist rehberisiniz, Dolmabahçe sarayını gezdiriyorsunuz. Burayı yapanların Ermeni Balyan’lar olduğunu söylemeyecek misiniz? Hayır. Hele bir de Ermeni’yseniz asla. İhbar ederler, soruşturmaya neden olabilirsiniz. Aman ha.. Onun için doğruyu kendinde saklamalısın.
Şurada, kocaman Türkiye’de nüfus içerisindeki oranımız binde bire düştü. Bu ülkenin yaşayan renklerinden biriyiz. Gittikçe de azalıyoruz. Ramazan başlayalı dinler arası hoşgörünün güzel örneklerini izledik. Bu güzel görüntülerle sevindik. Devamını diledik. Ama, öte yandan bakıyoruz. TV de, bir (misyonerler) programı fırsat bilinerek Hıristiyanlara olmadık sözler söyleniyor. Ermeniler (bu arada Rumlar da) eksik bırakılır mı? Onlar da paylarına düşeni alıyor. Yine komplo teorileri, senaryoları…Neler? Neler? Vatan, Millet, Sakarya. Bu anlamda, sözcük dağarcığında ne varsa, hepsi laf kalabalığı içerisinde gereksizce sıralanıyor. Üstelik, bunları söyleyenler sokaktaki insanlar değil. İsimlerinin başında unvanları olan kimseler. Ne demeli? Güler misin ağlar mısın? Ama biz, ne gülüyoruz ne de ağlıyoruz. Alıştık artık, azınlık olmak bu.
Konumuza dönelim. Varlık Vergisi neydi? Bu günlerdeki tartışmaların, yazılanların çoğuna bakarak, yakın tarihimizdeki bu olay hakkında yeterli bilgiye sahibiz diyebilir miyiz? Ama, bunca kaynak, bunca hatırat, bunca yaşayan varken bu mümkün mü? O halde bu tutumu, bu üslubu, bu yönlendirmeyi neyle açıklayabiliriz?
Bir olayı, en doğru şekilde bilenler, yorumlayanlar o olayı gerçekten araştıranlardır, o günleri yaşayanlardır. Cumhuriyet gazetesi baş yazarı Nadir Nadi, yakın geçmişimizin tarihi diyebileceğimiz “Perde Aralığından”isimli anılarında Varlık Vergisi’ni de anlatıyor. Atatürk’cü bir aydın olan Nadir Nadi, bakın ne yazıyor;” …Saraçoğlu hükümeti 1942 yılı sonunda “Varlık Vergisi” diye andığımız ünlü kanunu TBBM’den çıkardı. Bu kanunun biri resmi biri özel iki gerekçesi vardı. Resmi gerekçeye göre… devlet masraflarına vatandaşların da varlıkları oranında katılmasını sağlayıcı bir kanundu… Oysa kulaktan kulağa fısıldanan, hatta yüksek sesle anlatılan özel gerekçeye göre bu kanun piyasayı azınlık unsurlarının egemenliğinden kurtarıp Türklere açmak gibi ikinci bir amaç taşıyordu…
Kanunun uygulanış şekli yukarıdaki soruyu doğrulamaktan da öteye ne hak, ne hukuk, ne sosyal adalet, hatta ne de ırkçılık ilkeleri ile bağdaşmayacak derecede keyfi, totaliter bir zihniyeti açığa vurmuş oldu… Milletçe bir büyük zarara uğramıştık. Bu büyük zararımız da Atatürk’ün önderliği altında kurmaya çalıştığımız “hukuk devleti” ilkelerine bir tekme vurmuş olmamızdan ileri geliyordu… Değer mi idi bu?…
Azınlıklar arasında hayatını günü gününe kazanan berber çırağı, tornacı, kalfa, terzi gibi işçiler de vardı… Bunları… vergiye bağlayan hükümet tarlasında yarıcı çalıştıran toprak ağalarına, tekstil fabrikası işleten Adanalı zenginlere, devlete iş gören komisyonculara, müteahhitlere hemen hiç dokunmadı.” Evet, Nadir Nadi böyle yazıyordu. (Açıkça ve kelime aralarında bu anlatılanın tersini ileriye süren günümüzün malum aydınlarının bilgisine sunarım.)
Bir başka kitap, Mina Urgan’ın satış rekorları kıran kitabı, “Bir Dinazorun Anıları” Bakın ne yazmış? “1942 Yılı Varlık Vergisi yüzünden de bir utanç yılı olmuştur. Varlık Vergisi uygulaması ve 6-7 Eylül olaylarıyla bütün gayrimüslimlere kıyıldı. Kimlik kartıma göre Müslüman bir Türk olmaktan müthiş bir tedirginlik duydum…Varlık Vergisi hükümetin faşist zihniyetini gözler önüne seren…bir vergi haksızlığıydı…”
Bir başka kitap ismi,“ Varlık Vergisi Faciası” Yazarı verginin bizzat uygulayıcısı, İstanbul Defterdarı Faik Ökte. Bir vergi nasıl facia olur? Kitabın önsözünde “ Varlık Vergisi Osmanlı tarihini dolduran gasp zihniyetinin son hortlamasıdır” diye tanımlanıyor. Ökte kitabında şunları yazıyor.” Bu traji-komedinin sır olan tarafı kalmamıştı. Yan yana iki dükkanda çalışan, aynı kirayı veren, aynı istidatta olan müslim ve gayrimüslim iki vatandaşa tarh ettiğimiz vergilerin arasındaki ölçüsüz fark verginin ilanı günü foyamızı meydana vurmuştu… Varlık Vergisi’nde şoven milliyetçiliğin, ırkçılığın damgası vardır… Alman mektebinden su içen bu çelimsiz nebat o devirlerde her memlekette çeşitli çiçek açmış ve meyve vermiştir.”
Verginin uygulayıcısı Faik Ökte, verginin sorumluları için bakın ne yazıyor? “Ben kendi hesabıma bu mevzuda Devletin vekar ve haysiyetine vurulan bu darbe dolaysıyla başta Başbakan olmak üzere hepimizin toptan yüce divana sevk edilmeyişimize hala hayret ederim.” Merhum Ökte, bu günlerde yazılanları görseydi, herhalde hayreti bir kat daha artardı.
Varlık Vergisi uygulamasında, mükellefler gelirlerine ve servetlerine göre değil, ırk ve dinlerine göre ayrı ayrı gruplara ayrıldılar. Müslümanlar‘ M’ , Gayrimüslimler ‘G’, Ecnebiler (Yabancı uyruklu Gayrimüslimler) ‘E’, Dönmeler ‘D’ gruplarını oluşturdular. Ve ayrı oranlarda vergilendirildiler. Sonuçta, kazançlarına göre Türkler yüzde 5 , Dönmeler yüzde 10, Rumlar yüzde 156, Yahudiler yüzde 179, Ermeniler ise yüzde 232 oranlarında vergilendirilmişlerdi.
Araştırmacı yazar Rıdvan Akar kitaplarında “Varlık Vergisi ‘G’ grubu olarak anılan Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşları hedeflemiş ve ağırlıklı olarak bu grupça ödenmiştir. Ayrıca çalışma mükellefiyeti gibi yaptırımlar yalnızca azınlıklara uygulanmıştır.” Diye yazıyor.
Vergiye itiraz yoktu. Ermenilerin, daha fazla vergilendirilmeleri takdir komisyonundaki İttihatçıların varlığıyla açıklanabilir. Nitekim, Kadıköylü Asadur çok bulduğu 100 bin liralık vergisine itiraz eder. Taşnakların başıdır denilerek dört katına çıkartılır. Diğer gruplarda yokken Gayrimüslimlerde hizmet erbabı ve seyyarlar da vergiye dahildi.’E’ grubu sonra muaf tutuldu.
Hiç kuşkusuz, bir ülkenin içinde bulunduğu koşullar gerektiriyorsa geçici vergiler toplanır. Nitekim, günümüz Türkiye’sinde deprem ve ekonomik kriz nedenleriyle halen bu tür vergiler ödüyoruz. Varlık Vergisi’ni, gerçek nedenini ve ayırımcı uygulanış şeklini göz ardı edip böyle vergilere benzetemeyiz. Bu, bir yanılgı olur yada ideolojik maksada uygun bir yorum olur.
Varlık Vergisi, antidemokratik vergilere örnek teşkil eden, bir uygulama olarak tarihe geçti. Böyle bir vergide daha az mağdur, daha çok mağdur olmaz.. Ekonomiyi alt üst eden, aksatan, gerileten, yüzlerce yıllık üretken meslek, sanat birikiminin, ülkeden gitmesine neden olan bu uygulamanın kazanan tarafı da yoktur. Bugün, ülke olarak Dünya sıralamasında olmamız gereken yerde değilsek, bunda bu gibi olayların etkisi yoktur diyebilir miyiz? Böyle bir uygulamaya iyi oldu diyebilir miyiz? Ben, Türkiye’de Varlık Vergisi’ni görüntüleyen fotoğrafı beğendiğimi söyleyemiyorum. Tarihi, tarihi olguları değiştiremeyiz. Ama bir daha yaşanmasını istemiyorsak teşhisimizi doğru koymamız gerekmez mi?
Yorumlar kapatıldı.