Sorun sadece milliyetçilik olsaydı bile siyasetin vaka-ı adiye tartışmalarından biri deyip geçmek mümkün değildi. Zira milliyetçilik tarihten kopup gelen gerçeklik karşısında ‘titreyip kendine dönmüş’ ve neredeyse 60 yıl önceki geleneksel tezleriyle
karşımıza dikilmişti. Bu görüşün meftunları için turnusol kağıdı olan ‘azınlıklar
meselesi’ bir kez daha cerahati ortaya çıkarmıştı. Ancak sorun sadece milliyetçilikle kalmadı. riyakârlık da mevzu bahis olunca toplumsal hafızayı bir kez daha canlandırmak bir zorunluluk halini aldı. E. Carr’ın deyişiyle tarihçilerin -bu tartışma muvacehenesinde- ‘niçin’ sorusunun ardından ‘nereye’ sorusunu da sorması gerekiyor.
‘Salkım Hanımın Taneleri’ filmi ile başlayan tartışmaya Radikal İki okurları hiç de yabancı değil. Neredeyse iki yıl önce bu sayfalarda tüketilen tartışmalar şimdi bambaşka amaçlar ve bu amaçları gizlemek için kullanılıyor. Aşağıda filmle başlayan tartışmanın bugünkü veçhesi ve bu tartışma içinde kendini alenileştiren riyakârlığı deşifre etmeye çalışacağım.
1. Filmle ilgili tartışmalar bu filmin TRT olanaklarını kullanması nedeniyle başlatıldı.
Nasıl olurdu da TRT ‘böylesi’ bunun ne anlama geldiğini ikinci maddede okuyacaksınız
filme destek verirdi. TRT ‘bizim’ -vatandaş anlamında!- paramızı nasıl peşkeş çekerdi.
Riyakârlık burada başlıyordu. Zira TRT yıllardır kalitesiz, zevksiz, pahalı, şoven, gerici, estetikten yoksun kimi yapımları gerçekleştirmiş ve nedense ‘bizim’ paraların bu şekilde çarçur olması kimseyi rahatsız etmemişti. Bu itirazda başka bir ‘niçin’ aramak gerekiyordu.
2. Tartışmalar daha sonra bu filmin Türk düşmanlığı yaptığı, Türkiye’yi karaladığı ve dahi ‘düşmanların’ eline koz vereceği noktasına kaydı.
Oysa ‘düşmanlar’ kozu ellerine geçirmişti bile. ‘Fatih’in Fedaisi Kara Murat’ filmi BBC tarafından en absürd filmler arasında gösterilmeye başlanmış ve şanlı Osmanlı tarihi İngiltere’de espri konusu olmuştu.
Sanat eserleri tribün haleti ruhiyesine göre yaratılmadığı için milli formayı giymek gibi bir kaygıdan azade olsa gerekti. Bu noktada ortada biricik soru şuydu: Acaba filmin anlatıldığı dönemde ‘Varlık Vergisi’ olmuş muydu ve azınlıklar çalışma kampına gönderilmiş miydi? Bu vergi azınlıklara karşı mı uygulanmıştı?
Bu sorulara ‘hayır’ yanıtını veremeyenler
‘film gerçeğinde’ Yahudi kahramanların Ermenileştirilmesiyle tarihin çarpıtıldığını iddia ettiler.
Riyakârlık da burada başlıyordu. Zira filmde çarpıtılan başka olgular da vardı. Örneğin romanın dönme kahramanı, filmde Üsküplü oluvermişti. Senaryoyu yazanlar Atatürk karşıtı çevrelerin ‘bütün Selanikliler dönmedir’ şeklinde bir analojiden hareket edebilecekleri kaygısıyla kahramanın doğum yerini değiştirmişti. Ancak nedense bu ‘çarpıtma’ gazetelere manşet olmamış, linç meydanları kurulmamıştı.
3. Sonra filmin Yahudi kahramanının Ermeni cenaze töreni ortaya atıldı. Mahçupyan’ın Ermeni kimliğine yapılan ırkçı göndermelerle (‘Türk düşmanlığı niyeti’ vs.) kasıt arandı. Oysa aynı kasıt arama çabası Türk ve Müslüman yönetmen Tomris Giritlioğlu için söz konusu edilmemişti. Hatta Yahudi cemaatinden izin alma girişimlerinin yalan olduğu iddia edildi.
Riyakârlık da burada başlıyordu. Zira Yahudi cemaatinin önde gelen ismi İshak Alaton, izin için bizzat başvurduğunu söylemesine rağmen dikkate alınmadı. Yani şahitliği geçerli addedilmedi. Zira Yahudi cemaati yöneticileri kendilerine ‘yazılı’ başvuruda bulunulmadığı açıklamasıyla Mahçupyan’ın köşeye kıstırılmasına olanak tanıdı. Oysa o kadar basitti ki, Alaton da, Hahambaşılık da kiminle telefonla konuştuğunu açıklayacak, o kişi de çıkıp ‘bu telefon konuşmasını’ teyid edecekti. Ancak söz konusu yetkilinin ismi açıklanmadı. Zaten Yahudi cemaatinin yöneticileri de varlık vergisi gerçeğini ve mağduriyetini kabul ediyor ama sık sık gündeme gelmesinden rahatsız oluyordu. Yani cemaatiçi egemenler, filmin yaratıcılarına karşı düzenlenen kampanyada ‘tarafsızlık’ safını seçmişlerdi.
4. İşte bu noktadan itibaren ‘nereye’ sorusuna ihtiyaç duyulan aşamaya gelindi. Filmi ve TRT’yi tartışanlar bu noktadan itibaren Varlık Vergisi’ni tartışmaya açtı. Tezleri, savaş koşulları vardı. Azınlıklar çok zengindi. Vergi kaçırıyordu. Zaten Türk zengin yoktu. İhtikar ve karaborsa azınlıkların elindeydi. Varlık vergisi bu sömürü düzenine son vermişti. Yani hayret ve ibretle aslında verginin yararlı olduğu noktasına gelinmişti. Uygulamada hatalar olabilirdi. İlginçtir ki 60 yıl önce aynı görüşün sahiplerinden tek parti döneminin milletvekili Ali Rıza Tarhan, Varlık Vergisi kanun tasarısı henüz Meclis’te görüşülürken, yani daha hiç uygulanmamışken şöyle diyordu:
“Varlık Vergisi için, hukuk prensiplerine muhalif olduğu yolunda varit olacak itirazlara cevap olarak şunu söylemek gerekir. Hukuk, hayatın icaplarını takip ettiği gündür ki şayandır.”
Sonunda ağızlardaki baklayı çıkaranlar filmin tarihi bir gerçeği anlattığını değil, tarihin haklı bir olayını eleştirdiğini düşünüyordu.
Ve bir başka riyakârlık. Bu fikriyatın sahipleri ilginçtir ki referans olarak üç kitabı kullanıyordu. Faik Ökte (Varlık Vergisi Faciası), Ayhan Aktar (Varlık Vergisi) ve benim tarafımdan gerçekleştirilen
‘Aşkale Yolcuları’. Bu üç çalışmanın da ortak paydası varlık vergisini eleştirmesi ve bunu olgularla ortaya koymasıydı. ‘Milliyetçi’, ‘Milliyetçi Sosyalist’, ‘devletçi liberal’ ve
‘malumatfuruşlar’ın okumadığı ya da bit yeniği aradığı, cımbızla bilgi devşirdiği bu üç çalışma tarihe detaylı bir bakış için üretilen üç dürbünü tersten bakarak anlamaya çalışanların acizliğini ve komikliğini ortaya koyuyordu.
Şimdi bu tartışma bitirilmemeli. Milliyetçi hezeyanlara karşı olgular, tanıklar ve ‘niçin’ ve ‘nereye’ sorularımızla karşınızdayız. Linç arenasını siz seçin. Orada olacağız. Zira bu tartışma beni ‘hasta’ ediyor.
Yorumlar kapatıldı.